Google Play Store
App Store

Yeni albümü Clear Horizon ile dinleyiciyle buluşan piyano virtüözü Kerem Görsev, Işıl Işıl Sahne’nin konuğu oldu. Görsev, “Para bana istemediğim hiçbir müziği çaldıramaz. Geçenlerde yılbaşında çalmam için bir teklif geldi. Kabul etmedim. Çünkü eğlence bekliyorlar” dedi.

Caz müzisyeni Kerem Görsev: Para için müzik yapmam

Işıl Çalışkan

Caz müziğin ülkemizdeki akla ilk gelen isimlerinden biri piyano virtüözü Kerem Görsev. Caz tarihimize onlarca parça kazandıran Görsev, şimdi yeni albümü Clear Horizon ile dinleyici karşısında.

İsmini dünyaca ünlü yönetmen Alfred Hitchcock’ın “açık bir ufuk” olarak tanımladığı mutluluk halinden alan albüm müzik aracılığıyla dinleyicilerini huzur dolu bir yolculuğa çıkarıyor.

Albümün adını veren parça “Clear Horizon”, İtalya’nın Como Gölü’nün huzurlu manzarasında bestelenmiş ve Hitchcock’ın tarif ettiği mutluluk halini müzikal olarak ifade ediyor.

Engin Recepoğulları, Barış Doğukan Yazıcı, Volkan Hürsever ve Ferit Odman gibi deneyimli müzisyenlerin katılımıyla ortaya çıkan albüm, müzikal bir bütünlük içinde dinleyiciyi etkiliyor.

Görsev’le yeni albümünü ve 45 yıllık müzik serüvenini BirGün TV için konuştuk.

Clear Horizon ismini Hitchcock'un mutluluk tanımlamasından almış. Mutluluk size göre ne ifade ediyor?

Bu parçayı İtalya seyahatinde Como Gölü’nde yazdım. Bir sabah kalktım, küçük bir evde, göle bakan bir elektro-piyano vardı. Evin önünde, o gölde dağların gölgeleri yansıyordu. Rüzgâr yoktu, göl yüzeyi adeta mermer gibi, tamamen sakin. Çok aydınlık ve pırıl pırıl bir gündü. O uçsuz bucaksız manzara bana ilham verdi, bir ufuk çizgisi gibi… Deniz Kurt’u ziyarete gittim. Ona “Bir parça yazmaya başladım, manzara bana bir şeyler hissettirdi” dedim. O da, “Clear Horizon” dedi.

Alfred Hitchcock 1960’lı yıllarda bir siyah-beyaz röportajında diyor ki, röportajı yapan şahsa “Sizce mutluluk nedir?” diyor. Ve ondan sonra da anlattıkça anlatıyor. Ve de oradan çıktı parçanın ismi. Bilmiyordum öyle bir parça olacağını ve öyle bir isim konacağını. İşte hayat böyle. Doğaçlama.

GÜNDEMSİZ BİR TÜRKİYE HAYALİM

Ülke gündemi her geçen gün sertleşiyor. Kadınlar öldürülüyor, hayvanlar katlediliyor. Açık bir ufuk mümkün mü?

Böyle mutluluklar gelip geçici. Anları mutluluğu olarak bunu göreceksin tabii. Yapılan her şeyde, o televizyonlarda seyrettiğin haberlerde, internette karşına çıkan haberlerde, Instagram’da gördüğün paylaşımlarda, story’lerde hep bu söylediğin konularla ilgili üzüntülü haberler, çocuk cinayetleri, Kadın cinayetleri… bak bu sene rekorlara gidiyor yani. Allah böyle rekor kırdırmasın. Geçen gün üç kadını öldürdü kocaları yine. Olacak şey değil. Her geçen gün daha da artıyor. İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmamasından da cesaretlendi birtakım şahsiyetler. İnşallah diyoruz bu son olur. İnşallah diyoruz terörde başka asker şehit olmaz. Öyle inşallah diye diye ben de oldum 63 yaşım bitti benim de hep inşallah diye diye mi olacak bu iş yani artık. Kesilsin bitsin. Düşünsene gündemsiz bir gündem olduğunu Türkiye’de.

Düşünemiyorum gerçekten.

Gündem şu olsun mesela. Bir caz konserinde dinleyiciler istek parçası yüzünden kavga etti. Düşünebiliyor musun böyle bir şey? Alışveriş yapan çocuklar, son kalan şeyi alabilmek için tartışıyor, herkesin parası var ya, çocukların parası var, annelerin, babaların. Yoksulluk yok. Milli gelirimiz 9-10 bin dolarlardan mesela 30 bin dolara çıkmış. Herkes rahat rahat yaşıyor. Sokakta simit satan vatandaş tezgâhını kapattıktan sonra ekonomik bir arabasıyla evine gidiyor falan. Yani böyle ülkeler var.

ŞEHRİN SON ŞIK DÖNEMİNİ YAKALADIM

2018’de yaptığımız bir röportajda “Caz müzik dinleyen sokağa tükürmez” demiştiniz. Çok etkilenmiştim ben bu sözden ve bu gerçekten doğru. Gerçekten sanatın, müziğin böyle bir etkisi var. Aslında toplumsal bir sonuç da doğuruyor bu değil mi?

Keşke müzik ve sanat daha fazla hayatımızda olsa; belki o zaman şiddet de bu kadar yaygın olmazdı. Tabii bu bir yandan eğitimle de ilgili. Bak, sana yaşadığım küçük bir anekdot anlatayım.

Geçenlerde Ferit’le (Odman) Ören’den Gökova Körfezi’ne gidiyorduk. Önümüzdeki arabadan sürekli bira şişeleri atıyorlar. Biliyorsun, oralar birkaç yıl önce ciddi yangınlarla mücadele etti; yangın termik santrale kadar geldi. Yine o bölgelerde oldu bu olay. Dayanamadım, arabayı hızlandırıp önlerini kestim. Araçta üç kişi vardı, iriyarı adamlar. Bir an için “Ben deli miyim, ne yapıyorum?” dedim kendi kendime ama dayanamayıp “Kardeşim, niye atıyorsunuz bu şişeleri? Güneş bunları ısıtır, büyüteç gibi etki yapıp yangına sebep olabilir!” diye çıkıştım. Ferit’in yüzü bembeyaz oldu. Onlar da “Kusura bakma ağabey” deyip uzaklaştılar. Maalesef Türkiye’de trafikte böyle olaylara sıkça rastlanıyor. Sekiz gündür burada araba kullanmıyorum, dolmuşla, taksiyle, vapurla gidiyorum. Ama trafiğin içindeki insanların birbirini nasıl yediğini gözlemliyorum. Herkes kornaya basıyor; yurtdışında birine korna çalsanız herkes size dönüp bakar, burada sıradanlaşmış.

O röportajı yapalı altı yıl olmuş, değil mi? Artık caz dinleyen bile yere tükürüyor olabilir. Kimin ne dinlediğini de bilmiyoruz. Son yedi yıldır İstanbul’da yaşamıyorum ama şehre geldiğimde büyük değişimler görüyorum. İstanbul’un akışı, hayatın ritmi farklı artık. Eskiden Beyoğlu’na çıktığında herkes şıktı; büyüklerim anlatırdı 1950’lerde, 60’larda kravatlı beyler, şık hanımlar varmış. Ben o dönemleri göremedim ama çocukken Gümüşsuyu’nda konservatuvarda eğitim alırdım. 1970’lerin başıydı. Neon ışıkları, sinemalar… Şehrin son şık dönemlerini yakaladım diyebilirim.

Hitchcock kendi filmlerini izlemekten korktuğunuz biliyorum. Siz kendi bestelerinizi dinler misiniz? Nasıl yaklaşıyorsunuz kendi müziklerinize?

Müziklerimi bestelediğimde, onları tekrar tekrar duymuş oluyorum; beynime yerleşiyor. Şu anda yeni bir albüm üzerinde çalışıyorum mesela.

Harika, albüm ismi belli mi?

Evet, Midnight Melodies olacak. Gecenin hissettirdiklerini yansıtan bir albüm olacak bu. Bugüne kadar 22 albüm yaptım ama bu kez solo piyano ile yapacağım, ki solo hiç yapmamıştım. Trio, kuartet, hatta senfoni orkestralarıyla albümler yaptım ama solo hiç yok. Kendimi cesaretlendirmem lazım; solo çalışmak başka bir his. Bestelerimi dinlemeye gelince; yazarken sürekli dinliyorum zaten. Provalar sırasında, stüdyo kaydında, miks ve mastering aşamalarında parça zihnime iyice yerleşiyor. Albüm çıktığında ise genelde bir kez dinleyip bırakıyorum.

Yani bir süre sonra kendi müziğinizden sıkılıyor musunuz?

Evet, sıkılıyorum diyebilirim. Bazen çok komik anlar da oluyor. Bir gün bir yerde bir parçam çalarken duydum ve “Ne güzel bir parça” diye düşündüm. Meğer 8-10 yıl önce kaydettiğim bir parçaymış! Parçalar playlistlerde çalınca bazen kendi müziğimi bile unuttuğum oluyor.

Eski parçalarınızı dinlemiyorsunuz o zaman?

Hayır, pek dinlemem. O defter benim için kapanmış oluyor. Ama bazı istisnalar var; örneğin, Alan Broadbent ile yaptığımız senfonik albümleri, Londra Filarmoni ile olan kayıtları arada açıp dinliyorum. Eski parçaları dinlediğimde bazen ne kadar farklı çalabileceğimi düşünüyorum, yaptığım hataları görüyorum. Daha lezzetli çalabilirmişim gibi geliyor. Bu da hayatın bir parçası işte; hep bir şeyleri arıyoruz, gelişiyoruz.

Belki sizi buraya getiren de bu bitmeyen arayış…

Doğru. Hiçbir zaman çaldıklarımdan tamamen memnun olmuyorum. Müzikte de anlık bir mutluluk var; Clear Horizon’da bahsettiğimiz gibi, geçici bir mutluluk. Sürekli devam eden bir mutluluk yok, hayat iniş çıkışlarla dolu. Müzikteki arayışlar, sosyal yaşamdaki arayışlar, ilişkiler, hatta hayvanlara olan sevgim bile müzik olarak geri dönüyor bana.

PİYANO BANA, BEN PİYANOYA İHANET ETMEDİM

Piyanoyla geçen 45 yıl, dile kolay… Piyanoyla ilk tanışmanız nasıl oldu?

45 yıldır sahnedeyim evet, ama piyanoyla tanışmam daha eskiye dayanır. Konservatuara 1967 yılında girdim. Yani, tam 57 yıldır piyano çalıyorum. Piyanoyu çok seviyorum, o bana ihanet etmedi, ben de ona etmedim.

Piyanoyla aranızdaki ilişkiyi nasıl tarif edersiniz?

Piyano bana göre Kızılderili atı gibi. Piyanoya iyi binmen lazım. Piyanoya ürkek yaklaşırsan sana istediğin lezzeti vermez. Eyer vurulmaz, emir vermezsin ona. Piyanoya sadece şefkat, bilgi ve hâkimiyet vermen gerekir. Seni önce tartar, sonra cevap verir. Bir tahta parçası değildir o; yaşayan bir canlının enerjisini hissedersin. Bazen ona teşekkür ettiğim bile olur, çünkü bana çok iyi sesler veriyor, ilham oluyor.

Piyano en yakın arkadaşınız diyebilir miyiz?

Hayır, en yakın arkadaşım değil. Ama en yakın dostlarım arasında. Hayatta her zaman kendi doğrularımla hareket ederim. Emir almayı, vermeyi sevmem.

Hiçbir yerde, istemediğim bir müziği çalmam. Beni satın alamazsın kardeşim sen. Para bana istemediğim hiçbir müziği çaldıramaz. Bak geçenlerde yılbaşında çalmam için bir teklif geldi. Kabul etmedim. Çünkü eğlence bekliyorlar; yılbaşında herkes biraz içmiş, eğlenmek istiyor. Ben ne yapacağım? Çıkıp piyano çalacağım, yanında kontrbas ve davul… O ambiyansa uygun değil.

Kendi özgürlüğünüze düşkün olduğunuz kadar, konser deneyiminize de özen gösteriyorsunuz anladığım kadarıyla...

Kesinlikle. Konser izlemek de benim hayatımdaki en büyük keyiflerden biri. Yıllar önce açık havada bir konser dinliyordum. Yanımdaki arkadaşımın telefonu çalmaya başladı. Çıldırasıya sinir oldum. Dayanamadım, aldım telefonu, attım! Artık o arkadaşla da bir daha görüşmedim.

O telefon anısı gerçekten çarpıcı! Konserlere karşı özel bir saygınız olduğu belli.

Evet, konser deneyimi benim için çok önemli. Zamanında sahneye çıkmak isterim. Kapıda bir sıkışıklık varsa, insanlar erken gelip yerini alsın. O mekânda bir konser varsa, oraya saygı göstermek gerek.

Gerçekten disiplinli bir yaklaşımınız var.

Kesinlikle. Bu, yaşama duyduğum saygının bir parçası.