Çekmecede kalan muhalefet
Güz kapıdan bakmaya başladı. Yeni eğitim yılı, adli yıl, kültür ve sanat sezonu, yeni yayın dönemi derken TBMM de 1 Ekim’de yeni yasama yılının açılışı için toplandı. Okullar; eğitimcilerin, sendikalar ve sivil toplum örgütlerinin uyarı ve itirazlarına rağmen iktidarının ideolojik karşı devrim sloganı olarak belirlediği Türkiye Yüzyılı adını taşıyan yeni maarif modeli ile açıldı. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında çok uzun süredir sistemli şekilde hedef alınan laiklik ilkesinin ayaklar altına alınmasıyla yıpratılan demokrasi de zaten sadece gerekli görüldüğü yerde cümle içinde kullanılan bir tanım. Hiçbir alanda uzmanın, muhatabın, deneyimin sesini duymayan, çoğulcu / katılımcı bir anlayışa tamamen kapalı olan iktidar ve devlet mekanizmaları, yasama ve yürütme de doğal olarak kendi ihtiyaç ve sistem pratiğine, deneyimine bile kulak vermeye, bidiğini aktarmaya kapalı. Bir kişi söylüyor, emrediyor. Herkes önünü ilikliyor. Muhalefet bile!
Metropol’ün yayınladığı Eylül araştırmasının sonuçlarından biri çarpıcı. “Türkiye’de bir muhalefet boşluğu olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna %72 oranında evet yanıtı verilmiş. Muhalefet partilerinin kendi seçmenlerinin yanıtları da çok önemli ve iyi okunması gereken işareti veriyor. Hemen hepsi yüksek oranla bu genel sonucu desteklerken sol muhalefetin seçmeni en yüksek oranla sesleniyor yönetenlere. DEM parti seçmeni %81.4, CHP seçmeni %75 gibi yüksek bir görüşle partisinin tutumundan rahatsızlığını açıkça dile getirmiş. Muhalefet elbette bazı cılız sesler çıkararak mecliste konuşuyor, basın açıklamaları yapıyor, soru önergeleri veriyor. Haliyle! Ancak yaptığını bile duyuramıyor, anlatamıyor. Kararlı, iradeli bir yaklaşım sergileyerek topluma geleceğe ait bir güvence veremediği gibi eksik, yanlış olanın nedenleri, olası sonuçları hakkında bilgi aktararak bilinçlendirme yapamıyor. Sonuç her konuda kesin çizgiyle ikiye ayrılan taraftarlık ve sosyal medyada kakafoni.
Eğitimsizlik okul müfredatından çok ileri boyutta. Kültürsüzleştirme politikalarıyla besleniyor. Tek doğru ve holiganlığa varan benimseyişle oluşan kavga her alanda kendini gösteriyor. Böyle bir ortamda özellikle CHP uzun yıllardır Cumhuriyetin kurucu ilkelerinden; diğer tüm ilkelerin ve hakların koruyucu ilkesi olan laikliği yeterince güçlü savunmaktan imtina ediyor. Gerekçe; karşı cenaha oy veren seçmeni ürkütmemek. Böylece laiklik; bağlamından ve anlamından koparılarak ‘din yasağı’ tanımlamasına esir edilirken, iktidar her alanda olduğu gibi boşluğu lehine çevirip gerçekliği olmayan safsatalarla doldurmaya devam ediyor. Bu tutumu da içeren yüksek sesli itirazla, hem parti içinde hem seçmende “değişim” ihtiyacını dile getirerek umut aşılayanların en meşru ve yakıcı konularda bile sessiz ve eylemsiz muhalefeti ise yerel seçim sonuçlarında değişim isteğini açıkça ortaya koyan seçmenin beklentisini söndürmeye, yılgınlık ve mutsuzluk yaratmaya devam ediyor. Değişim isteği kendi olmayanı değiştirmekle sınırlı ve öksüz.
Peş peşe gelen “yumuşama” hamleleri sonuç vermek şöyle dursun yanlışı, yolsuzu, düzensizi savunur, meşrulaştırır haliyle sadece iktidar için yarayışlı görünüyor. Tam iddianamenin açıklandığı gün henüz konunun muhatapları bile açıklama yapmamışken Türk Evi savunusu; yumuşamak şöyle dursun siyasetçileri, gazetecileri, sendikaları, aydınları, muhalifleri tehdit eden, hedef gösteren, hakaret eden iktidar başına ve yandaş lidere gösterilen hürmet; gereksiz yakınlaşma içinde kurulan muhabbet cümleleri herkes gibi benim için de yaralayıcı. Milletvekilliği görev sürem boyunca küfürlü, saldırgan ve adab-ı muaşerete aykırı bir tutumum hiç olmamıştır. Zorunlu temaslarımın tümünde saygılı mesafenin ötesinde bir muhabbet, inanmadığım bir sözü “siyaseten” söylemek gibi bir yakınlaşmadan da özenle kaçındım. Doğrularımı ve temsil ettiğim toplumu siyasetin statükosundan koruyarak savunmak için olmazsa olmaz gördüğüm şey buydu. Saygı duyamadığım kimseyle de özel muhabbete girmedim. Bu nedenle bugün mecliste ayağa kalkma kararı alan yöneticilerin genel kurulda ağır ithamlarla, kimi zaman kavgalarla karşı karşıya geldiği, kendilerine hakaret eden bazı iktidar vekilleriyle kuliste sarıldığı samimi haller benim için rencide ediciydi. Siyasetin sadece bir sahne performansı olarak görüldüğü, günlük hatta anlık çıkışlarla yönetilen, ideolojiden ve fikri takipten yoksun bu tutuma tanık olmak bugün yaşananlara şaşırmamayı getirse de saygı yitimi ve üzüntü içeriyor benim için.
Yanlış bilgilerle, ideolojik “milli değer” ve dini yönlendirmeleriyle, hatta tarikat müdahaleleriyle bilimden uzaklaştırılan yeni ‘maarif modeli; çocukların üstün yararı yerine gericiliği sistemselleştiriyor. Ailelerin özellikle kız çocuklar üzerinde baskısını güçlendirirken toplumsal eşitlik ve özgürlükleri de kısıtlıyor. Bu yeni eğitim modeliyle tüm eğitim sistemi din ve değer çerçevesine indirgenerek fıtrat ve tevekkül yönlendirmesiyle halkı tebaaya dönüştürmeye yarıyor. Mevcut haliyle bile çocuk istismarında, şiddet istatistiklerinde korkunç oranlarda olumsuz örnek yaratan bu anlayışla müzakere etmenin mücadeleyi de yok etmekten başka işe yaramadığını düşünüyorum. Yeni bir iktidar ile bilimsel, laik, adil ve demokratik bir sistem kurana kadar da etkili muhalefet kadar yerel yönetimlerin eğitime, bilinçlenmeye, kültüre, bilgiye, eşitliğe katkılarını olağanüstü önemsiyorum.
Hafta sonu İkinci Yüzyılın Eşiğinde İçi Boşaltılan Cumhuriyet ve Laiklik kitabımla (Tekin Yayınevi) Küçükçekmece Kitap Günleri’ndeydim. Eren Aysan’la birlikte “Edebiyat, Kadın ve Cumhuriyet” başlıklı söyleşimizde okurlarla buluştuk. Edebiyat festivalleri, kitap günleri gibi etkinlikleri; kent sakinlerinin, özellikle de genç ve çocukların kitaplara kolay erişimi kadar yazarlarla da buluşma olanağı sunması, güncel konularda görüş paylaşımlarına zemiz yaratması açısından da önemsiyorum. Duayen akademisyen ve yazar Emre Kongar’ın açılış konuşmasında Cumhuriyet aydınlanması için gerekli dönüşüm koşullarının bilgi, ilke ve kültürle sağlanabileceğine ilişkin vurgusu ve ardından ilk yüzyılı doğru kavramayı sağlayacak kitaplara değinerek tamamladığı konuşması etkiliydi. Zülal Kalkandelen ile birlikte yayınladıkları Devrimin ve Karşı Devrimin Yüz Yılı kitabı okunmalı. Küçükçekmece Belediye Başkanımız Kemal Çebi; 9 gün sürecek “Küçükçekmece’de Kitap Kitapta Hayat Var” etkinliğinde 70 yazarı okurlarıyla buluşturacak. Ağaç dallarına, yol boyunca duvarlara, metrobüslere taşınan kitaplarla, imkanı kısıtlı olanlar için askıda kitap uygulamasıyla daha geniş bir erişim sağlanacak. Standlar arasında uzun süredir çok beğenerek takip ettiğim Güney Özkılınç’ın büyük emeğiyle hazırlanan Küçükçekmece Belediyesi Kültür Yayınları seçkisi de yer alıyor. Bir Edebiyat Durağı Küçükçekmece kitabında yolu buradan geçen usta yazarlar ve eserleriyle farklı bir bağ kurmak, Bizim Bakkal, Küçükçekmece Kuşların Evi kitapları gibi yayınlarla kentin kendine özgü kültürel değerleriyle tanışmak, yeni dünyalara pencere açmak mümkün. Geniş ve zengin içerikleriyle bu nitelikli yayınlar kadar çok etkilenerek gezme fırsatı bulduğum İlk İmza ve İlk Baskı Müzesi de heyecan verici. Kemal Çebi‘nin konuşmasında benim için en çarpıcı ve önemli vurgu “bilgiden, kültürden, sanattan, eğitimden tasarruf olmaz” cümlesindeydi. İktidarın ‘tasarruf tedbir’ tanımıyla iyi niyetli ve kaçınılmaz bir uygulamaymış gibi öne sürdüğü ama asıl amacı muhalif yerel yönetimlerin çağdaş ve eşit yaşam adına toplumsal dönüşüm etkisini yok etmek üzere elini kolunu bağlamak olan yaklaşıma karşı çözüm üreten duruşuyla taşıdığı siyasi sorumluluğun hakkını veriyor Kemal başkan. Yay-Koop işbirliği ile yayıncıdan, yazara dayanışma ağını korumasıyla, kültür ve birikime verdiği önemle, kuşatma altında müzakereyi değil mücadeleyi içeren etkili ve bütünü gören kavrayışıyla örnek oluyor, güven veriyor.