Seçimlerden sonra muhtemelen bazı kelimeler sözlüğümüzden çıkacak, bazı yeni kelimeler girecek. Mesela bir “ılımlı İslam” vardı, neydi o? Ilımlı derlerken de aslında ve sadece katı halde meydana gelen bir ılımlılaşmadan, yumuşamadan söz edilebilirdi. Çekirdekteki katılığın sürdüğü bu süreçte, içine yerleşilen kabın, küreselleşmenin ve neo-liberalizmin şeklini alabilmek için gerekli olan bir zahiri yumuşamadan, ılımlılaşmadan. Özü itibarıyla “katı” siyasi İslam, kabına sığabilmek uğruna yumuşatılmış ve bu yüzden ABD tarafından “ılımlı” sayılabilmişti. Ve istenen kalıbını aldıktan sonra yine kaskatı kesildi ve kaskatı bir siyasi İslam faşizmi olarak devam etti. İşte böyle pazarladıkları bir siyasi İslam faşizmi gitsin de “ılımlı laiklik” yetsin noktasına bile gelindi!

***

Gelindi mi? Bundan sonrasını belirleyecek haldeki durumda seçmen tercihidir. O tercihin saraylılar aleyhine dönmesini sağlayacaklar ise sosyolojik düzlemde başta kadınlar ve gençler ve sınıfsal düzlemde yoksullar ve hatta yoksullaşan orta sınıflardır. Beş milyon yeni seçmen hacmindeki gençler sonucu biraz daha belirlemiş olacaklar. AKP’nin seçmen kaybı ise en fazla kadınlar cenahından, çünkü mutfak yangınında en çok onlar yanıyor, İstanbul Sözleşmesi iptaliyle en çok onlar mağdur oluyor ve cinayet kurbanı oluyor.

Ve böylece giderek yoksullaşan halkın en dinamik ve belirleyici kesimini gençler ve kadınlar oluşturuyor. Sahi, hep “Halk” deyip dururuz. Halk ise bilinen anlamı (ahali) dışında Arapçada “yaratma” da demektir! Ve sonucu artık bu halkın, kendisini “helak” etmekten vazgeçip, “halk” etmesi, yani (yeniden) yaratması niyeti belirleyecektir. Saraylıları yine tercih etmeye zorlanan halk kesimleri, demek ki, kendisini halk edemezse (yaratamazsa), hâliklerin (siyaset tanrılarının!) mahlûkları (yaratıkları) olmaya itiraz edemezse, yine kendisine verildiği kadarıyla yetinecektir. Oysa halk, verilenle yetinmeyip kendi hakkını kopararak alırsa, işte o zaman hakikaten “halk” olacak, yani kendisini yeniden yaratmış olacaktır.

Bilinir ki “halkımız” hem mecburiyetten sağcılık hem kendiliğinden solculuk özelliğine sahiptir. Bir yanda Müslümanlık ile sağcılığın özdeşleştirildiği bir coğrafyada, insanların önündeki sanki tek siyasi kimlikmiş gibi sağcılık dayatılmıştır. Ama öte yanda halk saflarında bir de “kendiliğinden solculuk” vardır ki bu da şaşırtıcı değildir, çünkü insanlar “bilinçsiz” olsalar da hiç olmazsa kör değildirler, eşitsizlikleri ve sömürüyü görmek bir yana acısını çekerek yaşamaktadırlar.

***

Sağ siyasetlerin at koşturduğu toplumda, Sol adına her farklı siyasi iddianın (birbirini çelmelemeden) toplumun her kesimindeki kendiliğinden solcu kategorisinde kendisini ifade edebileceği yeterinden fazla muhatap zaten vardır. Sorun şimdi solun “mevcut kitlesinin” paylaşılması değildir, solun her kesiminin eşitlik ve özgürlük taleplerini çoğaltmasıdır. Halk saflarındaki kendiliğinden solculuk ancak böyle çok yönlü çabalarla örgütlenebilir ve seferber edilebilir.

Böyle bir seferberlikte Sol, düzen eleştirisi adına, kusuru hep başkasında arayan, hiçbir somut çözüm getirmeyen bir tuzağa düşmemelidir. Her şeyi sistemin zulmüyle açıklamak ve o açıklamayla yetinmek hiç işe yaramaz. Solcular elbette ellerini taşın altına koymaktan kaçınmazlar. Ama bir de “taş üstüne taş koyma” tarzı vardır. Ve bu tarz da uzun vadeli bir sabır ve azim gerektirir. Sağcılığın marifeti “iş bitiricilik” bize uymaz, ama işbirliği sayesinde, başladığımız işi başkasına havale etmeden, bağımsız siyasetimizle bu işin gereği neyse onu yapmaktan başka da bir çözüm yoktur. Solculuk, taş üstüne taş koyarak, devrimin de yollarını döşeyebilmek için, bugünden sisteme alternatif dayanışmacı kültürü ve hayat tarzını yaratmaktır. Ve böylece öncü topluluklar oluşturmak, yani toplumun ezilen kesimleri gözünde solcu olmanın sistem karşısında avantajlarını da gösterebilmek ve bütün bunları mistik bir cemaat tarikatçılığı şeklinde değil; eşitliğin, özgürlüğün ve dayanışmanın hüküm sürdüğü komüncü bir topluluk şeklinde gerçekleştirmektir. Cemaatlerin etkisi ancak sosyalist dayanışmayla kırılabilir. Deprem bölgelerinde dayanışma ağlarıyla bunun örnekleri sergilenmiştir. Seçim sürecinde, mevcut kâbusu bitirecek bir Kılıçdaroğlu zaferi yanı sıra Sol partilere kazanılacak her oy taş üstüne konulmuş bir taş anlamına gelecektir.  

Seçimlerden sonra siyasi İslam’ın faşizmini ülke sözlüğünden ve gündeminden çıkarmak için sosyalist dayanışmayı gündelik sözlüğe ve hayata taşımak şarttır.