İnsanlık talimatla yapılmaz. “İnsan” olan da insanlığını göstermek için talimat beklemez. Yaşadığımız felaket bunu ortaya serdi. Tek adam rejiminin, halkın müthiş çabalarının karşısındaki bir engelden, dayanışma kültürünün üstüne çökmüş bir vesayetten başka bir şey olmadığını… “Talimat gelmedi” diye afet bölgesinde saatlerce bekletilen AFAD görevlisinin isyanında da gördük bunu, “talimatlara aykırı” eleştirileriyle dikkat çeken haber spikerinin istifasında da.


Talimatlarla yapılan işlerde insanlardan evvel banka şubelerinin kasalarını kurtarmak var çünkü. Belge imhası amacıyla Yapı Denetim Şube Müdürlüğü binasını alelacele yıkmak var. Yayına başlamak için kurtarma ekiplerinin görüneceği mizanseni bekleyen, feryat eden insanların sesi duyulmasın diye mikrofonu saklayan muhabirlerin korkusu var. İnsanları kurtarmaya çalışan madencileri engellemek, sivil toplum kuruluşlarının gönüllülerini azarlayarak kovmak var. Muhalif belediyelerden gelen yardım kamyonların üzerindeki afişleri değiştirmek, valiliğin, hatta en iyisinden AKP’nin adını yazmak var. Memleketteki oteller, yatak kapasitesi fevkalade geniş turizm işletmeleri dururken üniversite öğrencilerini yurtlardan kovmak var. İlk feda edilen şeyin eğitim olduğu bir mantıkla cehaleti seçmek var. Elbette cehalet artmalı, artmalı ki “kader planı” deyip geçilebilsin değil mi?

Felaketin ikinci haftasına -yine- devletli ceberutların tehditleriyle girdik bu yüzden. İnsanların göçük altından yerlerini bildirmek için kullandığı, kurtarma ve yardım faaliyetlerinin örgütlendiği sosyal medyayı yasaklamak sökmeyince, bu sefer “dezenformasyon yapmayın” diyerekten gösterdikleri çirkin yüzlerini gördük. Afetzedeye “provokatör” diyebilen bir bakanı, kendisini eleştirene “şerefsiz” diyen bir Cumhurbaşkanını gördük. Hâlâ hükümeti aklama telaşıyla dayanışma kuruluşlarını hedef gösteren yandaşları gördük. Ve tüm bunlara karşın artık dayanışmanın bir “direnişe” dönüştüğünü, tek adam rejimi ve onun tapıncındakilere rağmen “talimat beklemeyenlerin” elleriyle sürdürüldüğünü gördük. İşin özü: Cemaat mantığına karşı cemiyet olma mücadelesi veriyor insanlar.

Şu anda hâlâ insanların “insan olma” mücadelesi sürerken, o “talimatlarda” asla yer almayacak olan ayrıntıları yine halk görüyor. Hayvanseverler sahipsiz kalmış kedileri, köpekleri sahiplendiriyor örneğin. Hatta depremden evvel kuş gözlemi için orada bulunan bir kuşbaz doğada yaşayamayacak türleri koruma altına alıyor. Afet bölgesinden çıkarılan aileleri misafir edenler devleti beklemeksizin kalıcı çözümler üretmek için seferber olmuş, afetzedelere kalıcı konut ve hatta iş bulmaya çalışıyor. Tıbbi tedaviden psikolojik yardımlara kadar varan örgütlü sivil destek devletin sunduğundan çok daha hızlıca ulaşıyor bölgeye.

Çünkü kamucu bir devlet anlayışını yıllardır hasım görmüş iktidar, kalkınmayı inşaatla eş tutmuş. Sosyal politika ağının yerini rant ağı sarmış durumda. AFAD’ın başına ilahiyatçı, Kızılay’ın başına safsatacı getirilmiş bu yüzden. Bakınız afet bölgesine ulaştıracak çadır da stoklanmamış. Bu halde bile “anlaşmalı olduğumuz firmalarla görüşüp günlük çadır üretimimizi ikiye katladık” diye övünüyorlar utanmadan. Aynı anda Ankara’dan OSTİM’deki bir firmanın yöneticisinin yaptığı duyuru düşüyor sosyal medyaya. Diyor ki “Yirmi dört saat çadır üretip deprem bölgesine sevk ediyoruz. Acilen günlük bin lira yevmiye ile çalışacak ustalar arıyoruz. Türkiye’de çadır üreten çok az firma kaldık, çevrenizdeki ustalara bildirin, vatandaşlarımızı soğukta kaybetmeyelim.”

Ne denir buna? Hani “Türkiye bir çadır devleti değildir” diyorlar ya ha bire, haklılar, çadır bile üretemiyoruz ki artık!