Her insan doğduğu zamanın trajedisini içinde taşır; farkında olsun ya da olmasın önemi yok. Akıp giden hayat trenine bir yerinden atlamak gibidir bu. Gözünü açtığınız kompartıman, eviniz, beraber uzun bir seyahate başladığınız yolcular, aileniz, rotanız, ülkeniz ve yolculuğun farklı duraklarında değişen makinist, siyasetin aktörleri… hepsi, kendinizi bilmezden önce şekillendirmeye başlamıştır hayatınızı. Beklediğiniz istasyona yüküyle gelir tren. Size kadar boşaltabildiğini boşaltmış atamadığını taşımıştır. İsteseniz de istemeseniz de o artık sizin de sırtlanmanız gereken bir ağırlıktır. Tabii ki, kimse inşasında payı olmadığı kötü bir mirası istemez. 

***

Ben ve yaşıtlarım, Türkiye’nin zaman treninde gözümüzü açtığımızda 12 Eylül’ün işkence izlerini taşıyordu diğer yolcular. Sokakta top oynarken, ülkenin aydınları öldürülüyordu bombalı saldırılarla birer birer. Okulda tahtaya çizilen haritanın doğu ucunda bir yangın sürüyordu. Kürtler, Aleviler vardı. Ermeniler, Rumlar, Yahudiler de varmış meğer bir zamanlar. Hayaletleri dolaşıyordu şimdi etrafta. Trende gezindikçe bir bir açığa çıkıyordu dünden bugüne taşınanlar. Hem çok kalabalık hem de etrafta çokça başka trenler de olduğunu görecektik sonra. 

***

İki farklı eylem başlar o andan itibaren. Kimi taşımak istemediği o kötü mirastan kurtulmak için savaşır, kimi sessizce sahiplenir, yeni ortakları olur. İlki için en büyük kırılma, bunun vakti aşan uzunlukta olabileceğini fark ettiği anda yaşanır. İnsan ömrünün kısalığı karşısında dehşete kapılabilir, ki bu aslında iyi denebilecek sonuçlardan biri. O zaman hayatı cehenneme çevirenler, doğar doğmaz insanın sırtına yüklenen bu acıların sorumluları kim diye öfke ve hırçınlıkla sormaya başlar. Doğru soru doğru cevaba, doğru cevap da doğru çözüme götürür. 

*** 

İkinci ağır darbe bundan sonra gelir. Karşısında daha yarılması gereken, trajedilerden kendine konforlu yaşamlar inşa etmiş ve aynı motivasyonla birbirine sıkıca tutunmuş dev bir organizasyon olduğunu fark eder. Yaşatılan bütün acıların temelinde sömürünün, ırkçılığın, dinciliğin ve ‘modern dünyanın’ ticari çıkarları olduğunu görür. 82’de Beyrut’un Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında kalan Filistinlilere saldıran ve binlerce sivili katleden Siyonist İsrail yanlıları ve sorumluları yargılanmadı. Adalet önünde hesabı sorulmadı. 

***

Kırk yıl önce yüzleşilmeyen bu katliamın yükünün üzerine yenileri ekleniyor şimdi. 67’den beri suyu dahil bütün temel, insani hak ve ihtiyaçları gitgide daraltılarak çembere alınmış olan Filistinliler, İsrail Cumhurbaşkanı tarafından toptan düşman ve savaşın sorumlusu ilan ediliyor. İsrail Savunma Bakanı koca bir halka ‘hayvanlar’ diye hitap edip Gazze’yi çoluk çocuk yıkıp yakacağını söylüyor. Hükümet ortağı Dini Siyonist Parti liderine göre Filistinlilerin üç seçeneği var; ya gidecekler ya boyun eğecekler ya ölecekler. Gazze’de yaşanan soykırım tüm dünyaya izletiliyor. 

***

Açıkça görülüyor ki Filistinlilere söz ve yaşam hakkı tanıyan adil bir barış, uzun süredir trenin makinistliğine soyunan ‘modern demokrat’ dünyanın umurunda değil. Ancak kendine demirden kalkan yapıp onlarca yıllık sorunu yok saymanın da bir işe yaramadığı ortada. Sonuç olarak yayılmacı, dinci, ırkçı, şahin siyasetin tarihin her noktasında karşıtını oluşturduğu, giderek radikalleşen ve kullanışlı hale gelen grupların terör saldırılarını artırdığı ve günün sonunda sözü en çok dinlenmesi gereken bölge halkının, barış içinde, güvenle yaşamak isteyenlerin sesinin kanla boğulduğu vahşi bir sarmalın içindeyiz. 

**

Her insan doğduğu zamanın trajedisini içinde taşır ama oradan çıkmak, bu döngüyü kırmak için mücadele eden, üstelik dışarıdan gördüğüyle değil savaşın bizzat ortasındayken başkaldıran, çektirilen bunca ıstırabın sorumlusunu doğrudan işaret eden cesur insanlar. Hep oldu. Hep olacak. Beraber yaşamanın yollarını aramak yerine, yıllardır uluslararası hukuka karşı gelişine göz yumulan Siyonistlerin arkasına ağır silahlarıyla sıralanan ‘modern batının’ sokaklarında bugün savaş karşıtı sesler yükseliyor. Önlerinde elbette cop ve kalkanlarıyla devletlerin polisleri duruyor. Ama tarihte reddi miras diye bir şey yok, yüzleşme var. Çemberi kırmak için sessizlik duvarını aşmak gerekiyor.