Google Play Store
App Store

Ernesto Che Guevara, 61 yıl önce 11 Aralık 1964 tarihinde Birleşmiş Milletler kürsüsüne çıkmıştı. Küba Devrimi 5 yaşındaydı. Devrimciler, Emperyalist ABD’yi Domuzlar Körfezi çıkarmasında ağır bir yenilgiye uğratmış, Füze Krizi geride kalmış ve bağımsızlıklarını perçinlemişlerdi.

Che, üzerindeki rütbesiz yarı askeri gerilla giysileriyle onu öfke, haset ve hayranlıkla dinleyen emperyalistlerin gözlerinin içine bakarak; bağımsızlık, sosyalizm, halkların bir arada, eşit ve özgür bir dünyayı amaçlayan devrimler çağını haykırmıştı. Asya, Afrika ve Latin Amerika halkları sömürgecilere ve emperyalistlere karşı “kendi kaderlerini tayin hakkı” için ayaklanıyorlardı. Afrika sömürgeleri ardı ardına bağımsızlıklarını kazanarak sömürgecileri yurtlarından atıyor, Latin Amerika halkları arasında devrimci dalga yayılıyor, Nikaragua’dan Venezüella’ya gerillalar ABD işbirlikçisi hükümetlerin merkezlerine ilerliyorlardı.

Che, NATO-ABD ile SSCB kamplaşması arasına sıkışmayarak Marksist Leninist olsalar da Bağlantısızlar Hareketi’ne katılmalarını antiemperyalist olmalarıyla açıkladı. Barış için ödeyecekleri bedelin onurlarının sınırlarını aşamayacağını söyledi. Dünyanın tüm devrimcilerini anarak; “ Bu büyük insan kitlesi artık “Yeter” demiş ve yürüyüşüne başlamıştır. Ve bu dev yürüyüşleri daha önce uğruna birden fazla kez öldükleri gerçek bağımsızlığa ulaşana kadar durdurulamayacaktır. Sözlerini “Ya vatan Ya Ölüm” diyerek tamamlamıştı.

61 yıl sonra aynı BM kürsüsüne Colani çıktı! Bu kez emperyalistlerin alkışları arasında! Üzerinde “Cihatçı Üniforması” yoktu. Kravatlı, şık takım elbisesi, islami tarzdan hipster tarza çevrili sakalı ile başta ABD ve diğer emperyalist devletler sayesinde nasıl Suriye’yi bağımsızlığa kavuşturduklarını anlattı. Kürsüye çıkmadan önce bir “düşünce kuruluşu”nda eski CIA başkanı Patreus’la birbirleriyle şakalaşarak söyleştiler. Patreus, bir zamanlar başına ödül koymuştuk ve seni öldürmeye çalışıyorduk, bak şimdi ne güzel burada oturduk ve seninle birlikte özgür ve demokratik Suriye’yi nasıl kuracağımızı konuşuyoruz, dedi.  Hani neredeyse bir “afferin oğlum Ahmet” tadında hasbihal ettiler. Colani, güya ABD karşıtı El Kaide’de başlayan silahlı mücadelesini IŞİD’de geliştirmiş, sonrasında El Nusra’da yükselip, rakiplerini bir bir yok ederek HTŞ lideri olmuş, ardından da Suriye’yi demokratik bir ülke yapmaya talip olmuş durumda!

1960’larda başlayan devrimci dalganın açık bir yenilgisiyle baş başayız. Emperyalizm, kendisine karşı gelişen gerilla tipi halk savaşlarını, kendi gücünü artıran karşı devrimci faşist hareketlere çevirebilmeyi başardı.

Che’den Colani’ye olan “metamorfoz” sadece devrimciler ya da gerillalar ve örgütler düzeyinde de değil. Çok tipik bir örnek Yılmaz Güney’in yerini İbrahim Tatlıses’in  almasıdır. Güney, devrimciliği aynı zamanda kendi bilincinde de süren bir devrimciliktir. Feodal, erkek egemen, silah düşkünü kabadayılığından da özgürleşme  mücadelesidir. Tatlıses ise tam tersine bu yönlerini daha da güçlendirerek, meşrulaştırarak ve özdeşim modeli olarak “pazarlayarak” öne çıkmıştır.

Yenilgi, ayağa kalkıp yeniden başlamak için en önemli fırsattır, kararmasın yeter ki sol memelerimizin altındaki cevahir...