Google Play Store
App Store

İlhan Uzgel " Somali aynı zamanda askerî açıdan önemsenen bir ülke. Afrika boynuzunda Türkiye’nin askerî olarak boy gösterdiği, nüfuzunu kurduğu bir bölge. Türkiye’nin sınırları dışındaki en büyük askerî üssü bu ülkede. Somali stratejik bir ülke. Yanı başındaki Cibuti Çin’in Afrika’daki üssünü barındırıyor. Bir ucu Yemen, güneyi Kenya’ya uzanıyor" diyor.

CHP Genel Başkan Yardımcısı İlhan Uzgel: Bu kadar büyüyeceğini tahmin edemediler

Esat AYDIN

Somali Cumhurbaşkanı'nın oğlu tarafından öldürülen motokurye Yunus Emre Göçer cinayetinin bize gösterdiği şey, bir kez daha adaletsizlikle iç içe geçmiş ve hakikatin değersizleştirildiği iktidar pratikleri oldu.

Bir kez daha imtiyazlı ekonomik anlaşmaların gölgesinde önemsizleştirilmiş adalet ve hakikat kavramlarının erozyona uğrayışına şahitlik ediyoruz.

Bu cinayet; keyfilik ve ayrıcalıkların adaletsizliğin üzerine inşa edildiği bir örneğe; adaletin her bireye eşit uygulanmadığı, onun da sınıfsal olduğu gerçeğiyle, etkilinin ve ayrıcalıklının nasıl korunduğunu gösteren bir aynaya dönüşüyor.

Motokurye Yunus Emre Göçer'i öldüren Somali Cumhurbaşkanı'nın oğlunun ülkeden kolayca kaçabilmesi ve olayın üzerinin örtülmeye çalışılması, imtiyazlı ekonomik anlaşmaların, bir motokuryenin öldürülmesini göz ardı edilebilir hale getirdiği ortamın yaratılmasındaki motivasyonu açıklarken, ayrıcalıklıların neden korunduğu gerçeğini de gözler önüne seriyor.

Ülkeler, hükümetler arası ilişkilerden çıkmış, aileler, zümreler arası bir ilişkiye gerekçe oluşturan imtiyazlı ekonomik anlaşmaların, bir insanın hayatının bu denli basit bir biçimde göz ardı edilebileceği sınıfsal gerçeği, siyasi- ekonomik ayrıcalıkların seçkinin çıkarlarına hizmet ettiği sistemi de kodluyor.

Ama bir taraftan da adaletin bu ortamda erişilmezliğine karşın, ayrıcalıkların hüküm sürdüğü bir dünyanın tek seçenek olmadığını da gösteriyor.

Bu hafta konuyu ve detayları konuştuğumuz konuğumuz, CHP Genel Başkan Yardımcısı İlhan Uzgel…

İktidarın Afrika ile ilişkilendirilmiş dış politika adımları 2005’te Erdoğan başbakanken başlamış, süreç 2008’de Türkiye'nin Afrika Birliğinin Stratejik Ortağı olmasıyla ivmelenmişti; Erdoğan bu ilişkiyi “kazan kazan” temelinde gördüğünü söylüyordu, Erdoğan iktidarının bölgesel politik duruşunu o günden bugüne nasıl değerleniyorsunuz?

Türkiye’nin Afrika bölgesine ilgisi ve bunun politikaya dönüşmesi İsmail Cem’in dışişleri bakanlığı döneminde 1998’de başladı. Ama o zamanın koşullarında yeterince güçlü adımlar atılamadı. Küresel ekonomideki gelişmeler, Türkiye sermayesinin görece güçlenmesi çevre bölgelerde yeni yatırım ve pazar arayışlarına soktu. Bunda AKP’ye yakın sermaye grupları, inşaat işleri ile büyük sermayenin yayılma ihtiyacı da rol oynadı. Bu süreçte iki faktör öne çıktı. İlki AKP’nin bölgeyi kendi nüfuz alanı içinde görmesi, buralarda politik bağlar geliştirmeye çalışması. İkinci olarak da, 1990’lardan itibaren küresel çekişme alanı haline gelen bu coğrafyada Türkiye’nin ABD müttefiki olarak yer alması Çin’in yerini daraltan bir etkiye sahip olabilirdi. Stratejik bir hamle gibi görünen bu gelişme içinde, Somali ve diğer ülkelerle ilişkiler AKP iktidarının bildiğimiz tüm sağlıksızlıklığını, şeffaf olmayan, dar bir kesimin çıkarına işleyen unsurlarını içinde taşıyor. Kayırmacılık, aile işleri, yeri geldiğinde darbe destekçiliği, siyasal destek karşılığı ihale alma, gri alanda iş çevirme vs bulunuyor.

Türkiye'nin bugün Somali ile oluşturduğu ilişkinin de temeli 2008’de Şerif Şeyh Ahmed’in iktidarıyla oluştu; yine o günden bugüne bu ilişkinin gerekçeleri, temel dayanağı neler oldu sizce?  Somali'yle nasıl bir etkileşim içerisinde Erdoğan iktidarı?

Her coğrafi bölgede Erdoğan iktidarı bir dayanak noktası arar. Genelde bu dayanak noktası bir ülke yönetimi olmaz, kurumsal ilişkiler kurulmaz. Hep bir lider, bir aile, bir iktidar kliği, şahsi ilişkiler üzerinden yürütülür. Balkanlarda Bosna-Hersek ve orada SDA ve İzetbegoviç, Kafkasya’da Aliyev, Rusya’da Putin, Katar’da al Sani gibi. Bu listeye Avrupa’da Almanya ve Merkel de eklenebilir. Afrika burnunda ise Somali öne çıktı. Bu türden ilişkileri Erdoğan herhangi bir kurumsal çerçeve olmadan, kişisel bir temelde yürütüyor. Dahası bu ilişki tarzına hem çok alıştı hem de muhatapları da onun bu özelliğini zaman içinde çok iyi öğrendiler. Erdoğan’ın şahsi bağlarının önceliği söz konusuyken askeri, ekonomik ilişkiler, TİKA vs bağlantıları geriden gelir, bunun bir türevi olur, ana çatıyı Erdoğan’ın kurduğu kişiselleştirilmiş ilişki oluşturur.

Bu açıdan Somali hem Erdoğan’ın kişi merkezli siyaset yapma biçiminin bir ürünü, hem de bunun sağladığı imkanlardan kısmen askeri, ekonomik çevrelerin de fayda görmesinin bir örneğidir.

Türkiye'nin Somali ile kurduğu ilişkilerin ekonomik boyutu hakkında neler söyleyebilirsiniz?
SADAT’ın da dahil olduğu askeri eğitim ve işbirliği anlaşmaları, Erdoğan’la ilişkili Kozuva ve Albayrak grubuna verilen havaalanı ve deniz limanı imtiyazları, iki ülkenin uluslararası ilişkileri değil de iki iktidar ailesinin iç finansal süreçli gibi değil mi?
Ekonomik ölçeği nedir bu ilişkilerin?

Somali iktisadi açıdan Türkiye sermayesi için bile yeterince cazip bir ülke değil. Gelir düzeyi çok düşük, hem yatırım hem pazar açısından ölçek ve derinliği çok az, güvenlik açısından sorunlu. Burada daha çok AKP çevresinin ve Albayrakların işin içinde olduğu kişisel temelli ilişkiler söz konusu. 

Somali stratejik konumu nedeniyle aynı zamanda askeri açıdan önemsenen bir ülke. Afrika boynuzunda Türkiye’nin askeri olarak boy gösterdiği, nüfuzunu kurduğu bir bölge. Türkiye’nin sınırları dışındaki en büyük askeri üssü bu ülkede. Yanı başındaki Cibuti Çin’in Afrika’daki üssünü barındırıyor. Somali’nin bir ucu Yemen, güneyi Kenya’ya uzanıyor. Kızıldeniz’e giriş yolunda. Burada Türkiye ABD ile birlikte hareket ediyor.

Somali Cumhurbaşkanının oğlu tarafından öldürülen moto kurye Yunus Emre Göçer (solda) - Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud’un oğlu 
Mohammed Hassan Shekh Mohamud

Türkiye'nin Somali ile ilişkilerinde bugün gelinen nokta, adli ve hukuki skandallarla motokurye Yunus Emre Göçer’i öldüren Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlunun ülkeden kaçırılması, gelecekte iki ülke politikası ve stratejileri üzerinde etkileri olacak mıdır?

Erdoğan hükümeti muhtemelen bu olayın bu kadar büyüyeceğini tahmin edemedi. Ülkede ne hukuksuzluklar yaşanmıştı. Hukuksuzluğun kanıksandığı, sıradanlaştığı düşünülen bir ortamda, çok sayıda olayın üst üste binmesi sonucu, toplumsal bir tepki ortaya çıktı. Yoksa, bu kazanın da üstünün örtülüp konunun kapanacağını ummuşlardı. Sıradan bir AKP pratiğiydi, onlarcasını defalarca yaşadığımız. 

Fakat bu kez öyle olmadı. Somali gibi yoksul ve Türkiye’nin yardımına ihtiyaç duyan bir ülke cumhurbaşkanının oğlu bile, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının yanında ayrıcalıklıydı. Toplum temelde buna tepki gösterdi. Örneğin, Rahip Branson iade edildiğinde sonuçta havada kalan bir casusluk iddiası vardı. Ama burada Erdoğan iktidarı kendi vatandaşıyla, ailevi çıkar ilişkilerinin olduğu bir ülke vatandaşı arasında kaldığında kendi vatandaşının hayatını gözden çıkarabildiğini gösterdi. Ailevi çıkarlar, ekonomik kazanç durumunda ilk gözden çıkarılan kendi vatandaşının hakkıydı. Bu bir kırılma noktası oluşturdu. 
Erdoğan hükümetinin yaratılan bu duyguyu, bu toplumsal rahatsızlığı geri çevirme imkanı yok artık. Tablo saklanamayacak, gizlenemeyecek kadar net görüldü.

Son olarak Erdoğan iktidarının dış politika yönelimindeki keskin dönüşleriyle ilgili yeni örnek Yunanistan…
Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin yeni halini, gelişmeleri, politika yaklaşımındaki değişiklikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ne tür dinamiklerin etkisi olduğunu düşünüyorsunuz bu süreçte?

Erdoğan iktidarının zamana, üzerine gelen baskılara ve ihtiyaçlarına göre birbirinden zıt politikalara kaydığı artık sıradan bir vakadır ve bir “haber değeri” yoktur. 
Bunu bir tek biz değil, Türkiye ile muhatap olan, olmak zorunda kalan ve Türkiye’yi takip eden herkes ezbere bilir. O yüzden Erdoğan’ın yüksek sesle itiraz, çağrı, eleştirileri, hatta tehdit içeren sözlerinin bir değeri yoktur. “Benim için Mitsotakis bitmiştir” sözünün bir geçerliliği olmadığını, koşullar değiştiğinde Erdoğan’an ayağına geleceğini Mitsotakis çok iyi bilmektedir. Tıpkı geçenlerde bir bildiri yayınlayıp uzlaşmaya gitmesinin aslında çok fazla bir şey ifade etmediğini, bunun da bir süre sonra değişebileceğini bildikleri gibi. Ama karşılarında Erdoğan var ve siyasetin böyle yürütüldüğünün gayet de farkındalar. 

Erdoğan bir süredir dış politikada “makul”ü oynuyor. Dünyaya öngörülebilir, uyumlu bir lider olduğunu göstermeye çalışıyor. Bunun neden yaptığını biliyoruz. Ülkeye sıcak para girişi lazım ve sürekli gerilim siyaseti, dış politikada askeri güç kullanımı ya da dile getirilmesi gibi bölgesel çıkışların zamanı değil. Batı’nın Erdoğan yönetiminden beklediği Ukrayna savaşı, Gazze’deki çatışma ve İsrail’in Filistinlilere uyguladığı korkunç şiddet ortamında bir de Türkiye’nin sorun çıkarmaması, bölgede yatıştırıcı bir rol oynaması. Erdoğan bunu gördü ve Doğu’da Ermenistan, Batı’da ise Yunanistan ile ilişkileri düzeltirken, Ukrayna ve Filistin’de sorun yaratmayan, ortamı daha fazla germeyen bir politikaya yöneldi. İslamcı bir gelenekten geldiği düşünülürse Erdoğan iktidarı, içeride oluşabilecek tepki ve toplumsal manipülasyonu çok iyi yönetti, seçmenlerinin anlamsız, bilinçsiz kafe basmaları, kola dökmeleriyle bu kadar ağır bir olayı geçiştirebildi. Dışarıda ise Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın son derece etkisiz ve göstermelik İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi’nin oluşturduğu Temas Grubu toplantılarına katıldı. Arap ülkelerinin somut bir eylemde bulunmaktan kaçındıkları ama bir şeyler yapıyormuş gibi görünmek istedikleri bu gruba dahil olarak aynı çizgiyi koruduğunu göstermiş oldu. Bu grup şu anda Oslo’da görüşmeler yapıyor. Bu görüşmelerden hiçbir sonuç alınamayacağı çok belliyken medyaya “yoğun diplomasi” başlığıyla servis ediliyor.
Dolayısıyla, Erdoğan bir kez daha kendisini bölgesel gelişmelere adapte ediyor. Bir kez daha Batı karşısında kendisini işlevsel kılmaya çalışıyor. Mali kırılganlığını, dış politikadaki uyumuyla telafi ediyor.