Google Play Store
App Store

Başlık, belki ilgi çeker diye böyle oldu. Son günlerde etrafımdaki herkes, CHP’de tarafların birbirlerine “ateş etmeleri”ni konuşuyor. Birinin diğerini “haklamasını” değil, sadece kendi partilerini vurduklarını düşünüp, bir tarihsel fırsat döneminde iktidarın değirmenine su taşınmasından kahrolarak!

Ben de CHP tartışmasına girersem, kendi kendimle çelişirim. Benim derdim daha çok “biz” saydığım sola dair. Yazının asıl başlığı da “Kime, nasıl, niye konuşuyoruz?”du.

TV programlarına davet ediliyor, nadiren de çıkıp burada yazdıklarımın birazını söyleyebiliyorum. Sonra bir alkış bir kıyamet; arayan, mesaj atan, tebrik eden, harika konuştuğumu söyleyen söyleyene… Ben neymişim be abi!

Anket yapsak, yüzde 90 hiç durma her programa git konuş çıkar! Ancak, sosyoloji eğitimimden bilirim ki, bir araştırma yöntemi olarak anket en doğru sonuçları vermez ve mutlaka niteliksel yöntemlerle desteklenmelidir.

O zaman, kendi izlediğim tartışma programları aklıma geliyor; nasıl birkaç dakika dayanıp sonra kaçtığım, TV’de beni görüp alkışlayanların zaten benim gibi düşünenler olduğu… Farklı düşünen birilerini ikna edip edemediğim…

Bu programlar da sosyal medyanın yankı odaları gibi sanki, benzer düşünenleri toplayıp, diğerlerini kaçırıyor.

İletişim hocalığı yaptığım halde ne X’te, Instagram’da, ne de Facebook falan gibi daha yaşlıların mecralarında olmamamı tiye alıp, AKP’li, MHP’li esnafla, köylüyle “vakit geçirme”me şaşıran arkadaşlarım var.

Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” derler ya. Bir iletişim hocası olarak, iletişim araç ve mecralarının tümünün en etkili şekilde kullanılmasını gerektiğini söylüyorum. Yaptığıma bakıp onları reddetmek budalalık olur.

Ancak, yaptığımın gerçek iletişim, öncelenmesi gereken siyasal iletişim stratejisi olduğunu da söylerim!

F. Bildirici’nin dünkü yazısı da sanki beni doğruluyor: Haber kanallarının tümünün izlenme oranlarında bir düşüş söz konusu. İnsanlar haberden ve tartışma programlarından kaçıyor. “Konuşan kafalar”dan sıkılmışlar!

Bu noktaya özellikle siyasal partiler ve siyasal iletişimciler dikkat etmeli!

Yüz yüze iletişimden ve “hikâye anlatımı”ndan daha etkilisi yok. Parti merkezleri yerelde yüz yüze iletişim kuracak kadrolarına ve taraftarlarına muhataplarına anlatacakları “hikâye”ler sunarlar, onlar da yapılmış/yaratılmış/somut olarak gösterilebilen bu hikâyelerle “karşı taraf”ın duygusal dirençlerini de aşarak akıllarına girerler.

Obama’nın “Yes We Can” kampanyasının modern siyasal iletişimin en etkililerinden biri olduğu söylenir. Amerikalıların kişisel hikâyelerini anlatarak geniş kitlelerle bağ kurmasını sağladığından. Karmaşık konuları gerçek hayatta yaratılmış örneklerin hikâyeleriyle anlaşılır kıldığından.

Doğu’dan daha eski bir örnek de, Gandhi’nin; çiftçi-işçi-öğrenci-aydın milyonlarca insanın katılımını sağladığı, sadece konuşan değil yapan/yürüyen bir lider olarak, özgün sembollerle halkı birleştiren kampanyasıdır. Doğu’nun bu en etkileyici ve dönüştürücü siyasal kampanyasının merkezinde de insanlara bizzat dokunulan, yapılan ve anlatılan hikâye vardır.

Başlık “CHP’deki tartışmalar” ama siz onu genel olarak sol diye okuyun. Sosyalistler olarak en doğru şeyleri söylüyoruz. Bütün sorunların başına “tek adam rejimi”ni koymak gerektiğini, ona karşı en geniş birliktelikleri kurmadan demokratik bir geleceğimizin olamayacağını haykırıyoruz. Milyon kere doğru!

Ancak, bunu birbirimizle tartışarak değil, yapılmış ve başarılmış hikâyelerle, her mecrayı en etkili şekilde kullanarak, ama illa da hayatın içinde yüz yüze ilişkiler kurarak anlatamazsak, ne iletişim kurmuş ne de kendimizden başka birini ikna etmiş oluyoruz!