Chris Marker ( 2 )
Chris Marker imgeleri yorumluyor, onun filmlerinde yoğun felsefi spekülasyon ve bilgi var. Andre Bazin’in de vurguladığı gibi, kimi kez aynı imgede farklı yorumlar ve çelişkili düşünceler üst üste biniyor .
İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde felsefe eğitimi görüyordu. Tek kurmaca filmi La Jetée’de dahil, hatta belki de en belirgin bu filminde bellek, zaman temalarını ele alırken felsefi kaynaklarını Bergson’da , Marcel Proust’ da buluyor.
Yarım saat uzunluğundaki bu filmde anlatı neredeyse bütünüyle siyah-beyaz fotoğraflarla, hareketsiz, durağan fotografik imgelerle kurulmuştur. Bu imgeler çizgi roman tekniğiyle montajlanmıştır. Bilim kurgu türünün kimi öğelerini içerir. Fransız sinemasında en yakın örneği Godard’ın Alphaville’sıdır. JG Ballard, 1966’da New Worlds dergisinde La Jetée üzerine yazdığı değerlendirmede bu filmin “bilim kurgu sinemasının az sayıdaki doyurucu örneğinden biri” olduğunu yazmıştı.
La Jetée bilim kurgu sinemasının daha sonraki seçkin örneklerini de etkiledi. En başta Terry Gilliam’ın On İki Maymun’unu. Ridley Scott da Blade Runner’da Rachel’ın annesinin fotoğrafının bir anlığına canlandığı sahnede bir gönderme yapar, saygı duruşunda bulunur .
La Jetée karanlık, kasvetli bir filmdir. Marker filmi üzerinde çalışırken sekiz yıl süren Cezayir özgürlük savaşı henüz bitmemişti, Küba füze krizi patlak vermiş, soğuk savaşın en gergin günleri yaşanıyordu. Bu atmosfer filme yansımıştır. Ayrıca,direnişe katılmış olan Marker’ın belleğinde büyük bir ihtimalle işgal günleri de tazeliğini koruyordu. Filmde yeraltına sığınmış Parisliler üzerinde hakimiyet kurmuş olan grup Almanca sözcükler fısıldar. Bu grubun zaman yolculuğu da dahil yaptığı deneyler Cezayir’de uygulanan işkenceleri çağrıştırır.
La Jetée belleğin güvenirliğini sorgulayan , yaşanmış bazı anların bizleri neden hiç terk etmediğini soran , bu soruları çizgisel olmayan bir anlatı ve zaman anlayışıyla, Nietzsche’nin sonsuz dönüş nosyonunu çağrıştıran bir kavrayışla cevaplamaya çalışan bir film. Marker dijital teknolojiden yararlandığı sonraki çalışmalarında çizgisel olmayan zaman kavrayışını daha kolay yansıttı . Immemory’de CD-Rom’un interaktif niteliği bellek konusunu ele almada ona daha geniş imkanlar sundu.
Filmde nükleer bir felaket sonrası yıkıntılar içindeki Paris’te sağ kalanlar havadaki radyoaktiviteden dolayı yeraltında yaşamaktadırlar. İçlerinden bir erkek çocukluğunda Orly’de jetlerin kalkışını izlerken bir adamın ölümüne tanıklık etmiştir. Ama bu tanıklığında yalnız değildir. O gün havaalanında telaşlı ve sinirli bir kadın da ölen adamı görmüştür. Orly’de gördüğü kadının yüzünü ve adamın ölümünü unutamamaktadır. Aradan geçen yıllara rağmen belleğinde capcanlı kalan bu anı-imgeler (memory-image) onun geleceği, onun yazgısıdır.
Paris’i apokaliptik yıkımdan önceki haline geri döndürmeye, zamanın sınırlarını yoklamaya ve insanları zaman korkusundan kurtarmaya çalışan ve bu amaçla zaman yolculuğu deneylerine girişen bilim adamları öyküsü anlatılan adamı belleğindeki canlı imgelerden dolayı zaman yolculuğunda denek olarak kullanmaya karar verirler.
Zaman yolculuğunun sonunda başlangıçtaki sahne yeniden kurulur. Zaman yolcusu geçmiş zamanın ardına düşer , hayatını biçimlendiren mekana yeniden döner. Tıpkı Proust gibi, hatırlamakla kalmaz, öznel belleğiyle olayların ve şeylerin zamanın akışına rağmen aşınmayan , saf haliyle kalan özünü kavrar. Yaşanmış deneyimin sırrını çözer. Bilinçli düşünmeyle aralarında bağ kuramadığı olayları bu kez ilişkilendirir.
Marker, Vertigo’nun , “imkânsız belleği, delirmiş belleği tanımlayabilen tek film” olduğunu yazmıştı. Vertigo’daki travmatik deneyimle baş edebilmek için kendi efsanesini yaratan , böylelikle koruyucu bir mekanizma oluşturan bellek, “koruyucu bellek” La Jetée’nün de konusudur.
Marker da saplantı ve bellek arasındaki ilişkiyi ele alır. Vertigo’ya gönderme de yapar. Apokalipsi sonrası bir dünyada sekoya ağacının önünde bir erkek ve bir kadın görünür. Erkek ağacın arkasını işaret ederek kadına “ben buradan geliyorum” der. Böylelikle, Hicthcock’un filminde Madeleine’in (Kim Novak’ın) parkta eldivenli elleriyle ağaçta hayatın ve geçmişin izlerini aradığı sahneye selam gönderir.
Madeleine hatırlayabilmek için şehirdeki (San Francisco’daki) belirli mekanlara geri döner. La Jetée’deki erkek de “olay yerine” döndüğünde hatırlar. Geri dönülen mekan yıllar sonra yaşanmış deneyimin anlam kazanmasında etkili olur. Orly’ye döndüğünde yüzünü hiç unutamadığı kadına tekrar rastlamakla kalmaz, kendi ölümüne tanıklık etmiş olduğunu da anlar. Mekân ve kadının yüzü birbirinden ayrı düşünülemez. Sırları çözecek izler taşır o yüz.
Nükleer felaketten kurtulan ve yeraltına çekilen Paris’liler adeta orada uzun bir kış uykusuna yatmışlardır. Bilinmeyen bir ilaç enjekte edilerek zaman yolculuğuna çıkarılan denek bu uykudan uyanır. Belleği, belleğinde gömülü olan imgeler canlanır. Basit sıradan bir hatırlama değildir bu.Geçmiş, şimdi, gelecek şeklinde aşamalara ayrılan zamandan özgürleşme, yaşanmış deneyimleri anlamlandırma eylemidir. Geçmişin bütün deneyimleri, izleri, kalıntıları bellekte kayıt altına alınır , orada korunur. Bazı duyusal deneyimler daha kalıcı iz bırakırlar . Bellekte derinleşir, derinlik kazanırlar . Gelecek insanı çağırır. İnsan, ancak bellekte kayıt altına alınmış geçmiş sayesinde geleceğin çağrısına cevap verebilir.Bellek geleceğin önkoşuludur.
Marker, Bergson’un tanımladığı tarzda felsefe yapıyor , “düşüncenin alışılmış yönünü tersine” çeviriyor. Geçmişi analiz ediyor, fotografik imgeleri analiz aracı olarak kullanıyor. Zamanın sınırını sorguluyor, zamanın deterministik karakteriyle hesaplaşmaya girişiyor. Zamanın değişik boyutları arasında kronolojik gelişme ve ilerlemeyi dikkate almaksızın bağ kuruyor. Belleğin gücünü sınamak için zamanın yönüyle dilediğince oynuyor.
La Jeéte üzerine kapsamlı bir çalışma yapmış olan Janet Harbord, Marker’ın fotoğrafın güvenirliğini de sorguladığını, fotoğrafı “ zamanın vefalı bir tanığı” olarak görmediğini belirtir. Harbord’a göre Marker sinemasında fotograflar “zaman bilincinin hilebazları”dırlar , zamana hile yaparlar.