Google Play Store
App Store

Çiftçiyi ve kooperatif örgütlenmeyi destekleme, girdi ve ulaştırma maliyetlerini düşürücü politikalara yönelme ama kentsel yapılaşma için yağmalanmış büyükşehir çeperlerindeki arazilerden medet ummaya kalk! Bu bile AKP’nin tarıma ve çiftçiye hiçbir hayrının olmayacağının kanıtıdır.

Çiftçide bilinçlenme işaretleri mi?

Çok kez örnek verdiğim bir diyalog var, daha önce bir yerlerde yazmış da olabilirim, ama tekrarlamakta yarar var.

BİR ANIMSATMA

2007 Genel Seçimleri kampanyasını CHP adına İzmir’de sürdürürken yolum gene Tire’nin Gökçen beldesine (şimdi mahalle) düşmüştü. Kalabalık bir kahvehanede tarım merkezli konuşmamı sürdürürken bir çiftçi söz aldı ve “Sayın vekilim, dedi, siz 2002 seçimleri öncesinde de buraya gelmiştiniz ve gene bu kahvede konuşma yapmıştınız. Bize, uygulanan tarım politikaları değiştirilmezse 4-5 yıl sonra Küçük Menderes havzasında pamuk ekilmeyeceğini söylemiştiniz. Gerçekten de bu havzada pamuk bitti. Bunu nasıl bildiniz?”

Şöyle yanıtlamıştım: “Bu bir falcılık değildi. 2000 yılında başlatılan IMF ve DB tarım politikaları, tarımsal destekleri iyice daraltmayı öngörüyordu. Aynı yıl çıkarılan “Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun” da Birliklerin (ve özellikle güçlü pamuk birliklerinin) destekleme alımlarındaki rolünü büyük ölçüde bitirmeyi amaçlıyordu. Yani herşey Niyet mektubunda ve Kanunda yazılıydı. Pamuk gibi yoğun girdi kullanılan bir üründe desteklemenin sınırlandırılması sonucunda –alternatif ürünlere yönelme olanaklarının bulunduğu Küçük Menderes gibi havzalarda– ilk terk edilecek ürün pamuk olacaktı. Ben size bunları aktardım. Ama bana inanmadınız. Şimdi iş işten geçti ama hâlâ kurtarılabilecek çok şey var…” Ama kurtarılan bir şey olamadı; tarımsal üreticiler, IMF politikalarını büyük gayretkeşlikle uygulayan, üstelik uluslararası tarım tekellerinin Pakdemirli gibi mutemet yöneticilerini bakan yapan AKP’ye inanmaya devam ettiler. Dolayısıyla 2007’den bu yana tarımdaki çöküş katlanarak sürdü.

Küçük Menderes havzası, Torbalı, Menderes, Ödemiş, Tire, Bayındır, Selçuk, Kiraz, Beydağ gibi tarımsal faaliyetleri yoğun olan ilçeleri kapsamaktadır. Ege’de pamuk sadece bu havzada bitmiş değildir; İzmir’in kuzeyinde Bakırçay havzasında da Menemen ovası dışında (orası da yapılaşma baskısı altında) pamuk üretimi kalmamıştır, özellikle de bu bölgenin uzun lifli ünlü Bergama pamuğu artık yok gibidir. Manisa’da da pamuk üretimi bitmiştir.

Ege Bölgesinde artık sadece Büyük Menderes havzasında özellikle Söke’de anlamlı ölçeklerde pamuk üretimi sürdürülmektedir. Ama Türkiye’nin en iyi pamuğunun yetiştirildiği Ege bölgesinin Türkiye’nin pamuk üretimindeki payı iyice azalmıştır. Gerçi GAP bölgesinin ve Hatay’ın pamuğa daha çok yönelmesiyle bir telafi düzeneği çalışmıştır ama Türkiye’nin toplam pamuk üretimi ile tüketimi arasındaki olumsuz fark da iyice büyümüştür. Özetle, 2020-2023 döneminin ortalamasına bakıldığında Türkiye yılda 800 bin ton civarında bir üretime karşılık 1 milyon 100 bin tonluk bir ithalat yapmaktadır. Türkiye’nin bu büyük pamuk açığının azaltılması için ne gibi bir pamuk politikası olduğunu bilen var mı? (1994’te Uluslararası Pamuk Konseyi’nin Recife toplantısına Tariş adına katıldığımda gördüğüm şuydu: Türkiye’den Tarım Bakanlığının tek temsilcisine karşılık ABD’yi 15 kişiyi aşan bir heyet temsil ediyordu!). Türkiye’de hâlâ her stratejik ürün için uzun vadeli politikalar belirleyen bir idari teşkilatlanma yok! Uzun vadeyi bırakın, kısa vadeyi bile gören yok: Örneğin, 2024 yılında pamukta prim miktarı yüzde sıfır, kronik arz açığı olan buğdayda yüzde 12 arttı! Enflasyonla işte böyle tarımı/çiftçiyi bitirmek pahasına mücadele ediliyor!

Denilebilir ki, “ürün politikaları” eksikliğine gelene kadar saymakla bitmeyecek yetersizlikler söz konusu! Doğru, ama olay bir yetersizlik veya yetkinsiz politikacılar/bürokratlar sorunu değil. Ülkenin gıda egemenliğini gıda emperyalizminin çıkarları doğrultusunda çökerten anlayışlar son çeyrek yüzyıldır işbaşında. AKP siyaseti bunun en kararlı uygulama memuru oldu; AB ve IMF/DB raporlarında tarım politikaları başlığında yıllarca övgü alması boşuna değildi. Bugünkü “maliyet-ele geçen fiyat” dengesinde çiftçilik kazançlı bir faaliyet alanı olmaktan çıkmıştır; desteksiz bırakılmış çiftçi kredi kurumlarının insafındadır; ülkenin tarım girdilerinde net ithalatçı konumu pekişirken tarımsal ürün dış ticaretinde de çeyrek yüzyıldır net ithalatçıdır. Bu, IMF/DB programının başarısıdır. Ama Ecevit hükümetinden başlayıp AKP hükümetlerinde devam eden ihanet politikaları olmasa başarılı olamazdı. Çiftçinin halen yüzde kaçı bu bağlantıları kurabiliyor?

TARIMDAKİ SÖZDE YENİLİKLER ÇÖZÜM MÜ?

AKP, çöken tarımsal üretim konusunda hem bir şeyler yapıyor gözükmek hem de yakın çevresine yeni rant alanları açabilmek için son zamanlarda iki “yenilik” getirmeye girişti. Birincisi, 2005 tarihli 5403 sayılı “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu”nun 8K Maddesi ile buna dayanılarak çıkarılan 22.08.2024 tarihli “İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmelik”, çiftçiye yeni tuzaklar kurulmakta. Toprağı ve çiftçilik faaliyetini terk etme sorununun köküne eğilmek yerine (çünkü bu, tüm desteklerin en azından beşe katlanmasını gerektiren “pahalı” bir çözümü olurdu!), iki yıl üst üste işlenmeyen arazilere devletin el koyup bir başkasına kiralaması “cinliği” acaba hangi parlak zekânın ürünüydü? Ekonomik nedenlerle işlenemeyen toprakları başkası nasıl işleyebilecekti? IMF/DB politikalarıyla 30 milyon dönüm toprak tarım dışına çıkmışken, bu politikaları tersine çevirmek yerine ucuz çözümler aramak tam da AKP mantığına uygundu. Ama bunu aşan niyetleri de olabilir; çünkü ilgili yasanın 8/K maddesinin birinci fıkrası kiralamayla yetinmiyor; işlenmeyen alanların “kamulaştırılması ve satım işlemlerine” olanak sağlıyor! Arazi yağmacısı bir iktidarın bu maddeyi tesadüfen yasaya iliştirdiği herhalde düşünülemez (Geniş bir değerlendirme için 27.08.2024 tarihli Sol Haber’deki yazıma bakılabilir).

AKP bir de 29.08.2024 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan “2025-2027 Yıllarında Yapılacak Bitkisel Üretime Yönelik Desteklemelere İlişkin Karar” ile destekleme yöntemlerini sil baştan değiştirmeye yöneliyor. Bu karmaşık sistemin ayrıntısına bu yazıda giremiyoruz. Ama böyle önemli bir düzenlemenin TBMM’nin bilgisi dışında yapılıyor olmasını ve muhalefetten ciddi bir tepki gelmemesini hayretle karşılıyoruz. Bu Karar kamuoyu gündemine “gübre ve mazot desteği kalkıyor” haberiyle geldi. Yeni destek sistemiyle üretim planlaması kapsamındaki bitkisel ürünler için bir temel destek sisteminin açıklanacağı ve girdi desteklerinin de belli oranlar dahilinde bunun içinde yer alacağı açıklamaları yapıldı. Peki ama girdi fiyatları yukarı doğru gidip dururken, “belli oranlar” nasıl tutturulabilecekti? Daha önemlisi, alan bazında desteklerin artıyor gözüktüğü ürünlerde dahi toplam destek miktarında gerçek bir artış olacak mıydı? GSYH’nin yasal binde 10’u yerine binde 2,2’si ayrılırken, değişen ne olacaktı?

YENİ OVP’NİN “ÇÖZÜMLERİ”

OVP’de (2025-2027), tarım konusuna fazla yer verilmiyor. Yer verilen sayfalarda ise (s. 38-39, 46, 93), yukarda belirttiğimiz yeni Yönetmelik ve Karar’a gönderme yapılmıyor! Gerçi “işlenmeyen tarım arazilerinin üretime kazandırılması” (s. 38) niyeti var ama bu genel tedbirler kapsamında hep yer alır! Programda “tarımsal teşvik ve desteklerin önceden açıklanması ve zamanında ödenmesi” (s. 46) gibi zaten olması gerekenler de eksik değil. Ama hakkını yemeyelim, Program tarımda ulaştırma maliyetlerine mucizevi bir çözüm bulmuş görünüyor: “Önemli tüketim merkezi olan kentlerin çeperlerinde tarımsal faaliyet desteklenecektir”! Bravo doğrusu! Çiftçiyi ve kooperatif örgütlenmeyi destekleme, girdi ve ulaştırma maliyetlerini düşürücü politikalara yönelme ama kentsel yapılaşma için yağmalanmış –belki henüz imara açılmamış– büyükşehir çeperlerindeki arazilerden medet ummaya kalk! Bu bile AKP’nin tarıma ve çiftçiye hiçbir hayrının olmayacağının kanıtıdır.