Google Play Store
App Store

Çığlık Atan Kadın’ın kalıntıları dikkat çekici: Ağzı, çığlık atıyormuş gibi kilitlenmişti ve son anlarına dair korkunç bir kare sunuyordu. İlk teorilerin iddialarına rağmen yeni bulgular daha trajik bir nedene işaret ediyor.

Çığlık atan kadın mumyası
Fotoğraf: Metropolitan Müzesi

Bugün size arkeoloji dünyasında "Çığlık Atan Kadın" olarak bilinen bir mumyanın yeni keşfedilen öyküsünü anlatacağım. İlk olarak 1935 yılında New York Metropolitan Müzesi önderliğindeki bir keşif ekibi tarafından Deir Elbahari’deki nekropolde ortaya çıkarılan bir kadının kalıntıları, özellikle de çektiği ıstırabın bir tasviri olduğu düşünülen, iç parçalayan yüz ifadesi nedeniyle neredeyse 1 asırdır derin bir gizem olarak kalmıştı. Kahire Üniversitesi’nden bir ekip tarafından yürütülen son araştırmalarsa, kadının ölümünü çevreleyen koşullara ışık tutarak, unutması zor ifadesinin ardındaki gizemi çözmeyi amaçlıyor.

TRAJİK BULGULAR

Bilimsel olarak “CIT8” olarak adlandırılan mumya, Antik Mısır’ın 18. Hanedanlığı döneminde kadın firavun Hatşepsut’un hükümdarlığı sırasında önde gelen bir mimar olan Senmut’un mezarının altında gömülü olarak bulundu.

Tarihsel anlamda çok zengin olan bu alanda, Senmut’un annesi Hat-Nufer’in yanı sıra adı açıklanmayan birkaç akrabasının mezar odası da bulunuyordu. Çığlık Atan Kadın’ın kalıntılarıysa dikkat çekiciydi: Ağzı, çığlık atıyormuş gibi kilitlenmişti ve son anlarına dair korkunç bir kare sunuyordu. İlk teoriler, kadının korkunç görüntüsünün kötü mumyalama uygulamalarından, özellikle de öldükten sonra ağzının kapatılmamasından kaynaklandığını düşündürürken, yeni bulgular daha trajik bir nedene işaret ediyor.

Araştırmacılar, bilgisayarlı tomografi (BT) taramaları da dahil olmak üzere gelişmiş görüntüleme teknolojilerini kullanarak kalıntıların ayrıntılı bir sanal diseksiyonunu gerçekleştirdiler ve kadının yaklaşık 48 yaşına kadar yaşadığını ve yaklaşık 1,54 metre boyunda olduğunu ortaya çıkardılar. Vücudunda artrit belirtileri vardı ve şaşırtıcı bir şekilde, tüm iç organları sağlamdı. Bu şaşırtıcı, çünkü mumyalama işlemi sırasında, çürümeyi önlemek için genellikle organların çoğu çıkarılıyordu.

Kahire’deki Kasr Al Ainy Hastanesi’nde radyolog olan ve Frontiers in Medicine dergisinde yayımlanan çalışmanın başyazarı Dr. Sahar Saleem, yaptıkları çalışma sonucunda mumyanın pahalı ve ithal mumyalama malzemeleriyle mumyalandığını gösterdiklerini vurguluyor. Bu durum ve aynı zamanda mumyanın iyi korunmuş görünümü, iç organlarının çıkarılmamasının kötü mumyalama anlamına geldiği yönündeki geleneksel inanışla çelişiyor. Bulunan mumyalama maddeleri arasında tütsü ve ardıç reçinesi de yer alıyor. Üzerine bir de bu pahalı malzemelerin cömertçe kullanıldığı göz önüne alındığında, bu kişinin gömme işlemine ekstra bir önem verildiği anlaşılıyor.

GÖSTERİŞLİ GÖMME UYGULAMALARI

Bu bakımdan yeni analiz, gösterişli gömme uygulamalarının ortasında, beyin, kalp, akciğerler ve bağırsaklar da dahil olmak üzere iç organlarının çıkarılmadığı fikrini doğruluyor. Bundan önce, geleneksel olarak Yeni Krallık dönemindeki mumyalayıcıların bu organları çıkarıp kanopik kavanozlara koydukları, aklın ve hafızanın kaynağı olduğuna inanılan kalbinse bedenin içinde bıraktığı biliniyordu.

Vücudunun durumunun yanı sıra araştırmacılar, mumyayla birlikte bulunan, üzerinde bokböceği kabartmaları bulunan gümüş ve altından yapılmış iki yüzük ve hurma liflerinden yapılmış bir peruk gibi süs eşyalarını da inceledi. İlginç bir şekilde peruk, eski Mısır kültüründe gençliği simgelediği için tercih edilen koyu renkleri elde etmek için çeşitli minerallerle işlemden geçirilmişti.

ANTİK TİCARET YOLLARI

Gömüde kullanılan malzemeler arasında bulunan ardıç ve buhurun yerel olarak temin edilmediği ve muhtemelen Doğu Afrika ve Doğu Akdeniz gibi bölgelerden ithal edildiği düşünülecek olursa, o dönem var olan antik ticaret yollarının bu mumyalama için kullanıldığı gerçeği görülebilir. Kadının saçlarının boyanmasında kına kullanılması bile dönemin karmaşıklığına ve kültürüne işaret ediyor.

Ölüm nedenine dair belirgin bir kanıt olmadığından, ne yazık ki önemli bir soru hâlâ cevapsız kalıyor: Kadının yüzündeki üzücü ifadenin nedeni ne? Mevcut hipotez, kadının yüzünün kadavra spazmını temsil ettiği yönünde: Mumyalanan kişilerin kasları, aşırı stres nedeniyle ölüm anında kasılıyor ve bu durum, ölümden sonra da ağzının kapanmasına engel oluyor. Böylece mumyalara korkunç bir izlenim kazandırıyor. Saleem ise, bu ifadenin kadının “acı ya da ıstıraptan çığlık atarak öldüğü” anlamına gelebileceğini vurguluyor. Yani ona göre, yüz ifadesinin nedeni kötü gömme tekniklerinden ziyade, kadının son anlarının muhtemel korkunçluğundan kaynaklanıyor.

Kadavra spazmı

Kadavra spazmı yaygın olarak anlaşılmış bir olgu değil ve bilim insanları arasında halen bir tartışma konusu olmaya devam ediyor. Öyle ki böylesi bir kasılmanın gerçekten anlatıldığı şekilde gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda bile tartışmalar bulunuyor. Tüm bu tartışmalara rağmen, bu olasılığın varlığı bile, mumyalanan kişilerin ölümünden önceki anlarına dair tüyler ürpertici bazı fikirler veriyor. Mumyanın yüzünde korunan yüz ifadesi, mumyalama uygulamaları ile bireylerin ölüm sırasında yaşamış olabilecekleri duygusal veya fiziksel travma arasındaki etkileşimi de vurguluyor.

Ancak bazı uzmanlar, bu yoruma şüpheyle yaklaşıyorlar. Kahire’deki Amerikan Üniversitesi’nde seçkin bir profesör olan Salima Ikram, kadavra spazmı teorisinin geçerliliğini sorgulayarak, deneyimli bir mumyalayıcının, özellikle de mumyalama işlemi sırasında mevcut olan zaman göz önüne alındığında, ölümden sonra muhtemelen yüz hatlarını yeniden düzenleyebileceğini savunuyor. Ikram, bu spazmın mumyalayıcının sonsuza kadar saklamaya çalışacağı bir şey olacağını sanmadığını belirtiyor. Dahası, mumyalama sırasında normal kurutma süreci tipik olarak yaklaşık 40 gün sürüyor ve mumyacının yüz ifadesinde istediği ayarlamaları yapması için yeterli zamanı sağlıyor.

Araştırmacılar, bulgularını Frontiers in Medicine dergisinde yayınladıkları makalede ayrıntılı olarak açıklıyorlar. Ekip, çalışmalarının sadece bu isimsiz kadının bireysel tarihini ortaya çıkarmaya değil, aynı zamanda ölüm ve definle ilgili antik uygulamalar ve toplumsal normlar hakkındaki anlayışımızı zenginleştirmeye de hizmet ettiğini vurguluyor. En nihayetinde çalışma, kadının durumunun ihmalden kaynaklandığı şeklindeki basit görüşe başarılı bir şekilde meydan okuyarak, bunu eski Mısır cenaze törenlerinin daha geniş bir bağlamı içinde çerçevelemeyi başarıyor. Çığlık Atan Kadın›ın talihsiz ifadesinin gerçek nedeni belki de hiçbir zaman kesin olarak çözülemeyecek olsa da, devam eden araştırmalar sadece arkeolojik teoriler için değil, aynı zamanda bugün bizi büyülemeye devam eden bir medeniyetin duygusal ve toplumsal nüanslarını anlamak için de yeni yollar sağlayabilir. Araştırmalar tam gaz devam ediyor.