Çıkış demokratik cumhuriyet
Esen KARAKÜÇÜK
AKP’nin Osmanlı gibi olma özentisi boşuna değil elbet. Osmanlı’da devasa egemen bir bürokratik sınıf ve egemenlerin gelir düzeyi ile kıyaslanamayacak kadar korkunç eşitsizlik koşullarında yaşayan halk vardı. Bu yüzden kendini Osmanlı ile özdeşleştirenlerin toplumsal taleplere duyarsızlıkları bizi şaşırtmasa gerek. Cumhuriyet kurulmadan önce, ülke emperyalist ülkeler tarafından paramparça edilerek paylaşılmış ve işgal edilmişti. Kurtuluş Savaşı sürecinde bildiğimiz üzere, kanla terle geri alındı. Bugün ise, yerli ya da yabancı sermayeye açılıp peşkeş çekilen kamusal kaynaklar nedeniyle yine işgal altında. Bu kez düşman postalı yok, ama vatandaş olarak yüzemediğimiz denizlerimiz, soluyamadığımız yeşil alanlarımız, giremediğimiz özel alan ilan edilmiş bölgelerimiz var.
Sonuç algı meselesi… Aç tavuk misali kendini buğday ambarında zannetmek isteye sözümüz yok. 2002’den bu yana iktidarda bulunan AKP Osmanlı rüyasını, emperyalist döneme uygun yaşıyor. Osmanlı’nın sürdüremediği sömürgeleştirmeyi başardı denebilir. Sermaye için zenginlik, halk için derin yoksulluk anlamına gelen kamusal olanların özelleştirilmesini, iktidar yangından mal kaçırır gibi koşar adım gerçekleştirmeye devam ediyor. Toplumun önüne bir yem atıp oyalarken…
Sermayenin iktidarı AKP’nin kendi sınıfına hizmetlerinin sınırı yok. Toplumu yapılan işlere ikna etmek de bu görevler arasında. AKP’nin “başarılarına” birkaç örnek verelim; Bir yandan “itibar” deyip saltanat içindeki yaşamları “doğal hak” olarak tebaaya aktarıp normalleştirirken, diğer yandan aileyi kutsallaştırıyor. (Aile içinde ne yaşanırsa yaşansın önemli değil, aile) Toplumu kutuplaştırıyor. (terörist, fetöcü, alevi, sünni, kürt, türk vs) Kadını köleleştiriyor. Hak, hukuk, adalet de tek adam rejimi tarafından belirleniyor. Alaa işler… Bunlar yetmiyor; Tarikat ve cemaatlerin okulları istila etmesinin önünü açıyor, devletin akademik okulları birer birer din eğitimi veren okullara dönüştürülüyor, kamu bütçesinde dini okullar için kesenin ağzı sonuna kadar açılırken akademik okulların payına da adeta, gazı azalmış yangın tübünden “tısss” sesi düşüyor... Yangın yerindeki çocukların kaderi, fıtratı farklı farklı… Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir… Kimi tamamen veli katkısı ile (devlet veya özel okul fark etmez, hepsi paralı) okuyorlar. Kimi aç sefil bir şekilde ihtiyaçları karşılanmayan kalabalık sınıflara hasta sağ gidip geliyor. Kimileri çözümü okulu terk etmekte buluyor. Okul terkleri kitlesel boyutlara ulaşmış durumda ve sayısı belli değil. Bazen çocuk işçi olarak iş kazalarıyla (MESEM okulu veya okulsuz çocuk fark etmez, hepsi çocuk işçisi) iş cinayetlerine, aslında sermayeye kurban ediliyor. Kız çocuğu olanların ise kaderi, fıtratı çok meçhul, allahın işi… Okuyamama, taciz edilme, evlendirilme, öldürülme tehlikeleri (köyde kentte fark etmez, sistem hepsine önce susmayı, biatı öğretiyor) söz konusu olabilir.
Ülkedeki tüm köylerin hemen hepsi okulsuz. Günde üç-beş kadının öldürüldüğü, sokak ortasında şiddet gördüğü olaylar da gün geçmiyor ki yaşanmasın. “Normalleşme” denilen toplumu “alıştırma” olsa gerek…” Vah vah” denip yeni habere kadar erteleniyor sanki tepkiler... Ülke doğasıyla, insanıyla, hayvanıyla emperyalist ve gerici saldırının istilası altında. Ama enseyi karartmayalım; Bu akıl almaz olaylar nedeniyle iktidar toplumsal desteğini yitirmiş durumda. İktidara güven kalmadı. İşçi, köylü eylemleri ve toplumsal muhalefetten gelen tepkiler çığ gibi büyüyor.
22 yıldır bir ABD projesi olan AKP iktidarının özelleştirme, piyasalaştırma ve dincileştirme uygulamaları ile karşı karşıyayız. Toplumda gelişen ciddi itirazlara ve isyanlara rağmen iktidar, Cumhuriyet kazanımlarını tek tek ortadan kaldırıyor. Piyasa ve şerri İslam kuralları her fırsatta tekrarlanarak toplumda kabulleniş ve rıza kültürü geliştirilmeye çalışılıyor. Bugün artık nereye baksak, siyasal İslamcı faşist bir rejim ile kuşatıldığımızı, piyasacı ve dinci uygulamaların çığırından çıktığını fark edebiliriz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu başlangıçta bağımsızlık ve laiklik eksenindeydi. Ticaret burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin desteğiyle, anti-emperyalist dinamiklerle kuruldu. Ulus devlet modeliyle ve biçimsel olarak halk egemenliğine dayandırıldı. Temel ideolojisini milliyetçilik oluşturdu. Bu gerici bir tercih olduğundan, toplumsal tepkilere sebep oldu. Ancak yine de toplumdaki sınıf farklılıklarının üzeri örtüldü. Kabul etmek gerekir ki Cumhuriyet, DEMOKRATİK bir cumhuriyet olamadı. Bağımsızlık ve laiklik ilkeleri de 1945’lerden sonra gerçekleşen politikalar nedeniyle uygulanamadığından zamanla anlamını yitiren kavramlar haline geldiler. ABD’e bağımlı politikalar, darbeler, 1982 Anayasa değişikliği gibi olaylar ve temel ilkelere sahip çıkılamayan kararlar nedeniyle, ülke zor süreçler yaşadı.
1923 Cumhuriyet rejimi tarihsel ve toplumsal olarak değerlendirildiğinde ileri bir aşamadır ve kazanımları bakımından oldukça önemlidir. Ancak hala, demokratik devrimini tamamlayamamış ve emperyalist bağımlılık ilişkilerinden kopamamıştır. Bugün çürümüş siyasal İslamcı rejim de yıkılma durumu ile karşı karşıyadır.
Zamanı çok hızlı özetleyip geçsek de hepimiz geçmişten bugüne tanığız, biliyoruz. 1982 Anayasası ile rejim değişmiş, ABD’nin Orta Doğu planları doğrultusunda geliştirilen projeler adım adım hayata geçirilmiştir. Yine biliyoruz ki Türk- İslam Sentezi de, askeri darbeler de emperyalizme bağımlılıktan kaynaklanıyordu. Rejime tepki olarak muhalefet hareketleri yükseldi, toplumda güçlü direnişler oldu. Darbelerde hedef sol muhalefet ve devrimcilerdi. Emperyalizme, eşitsizliklere, sömürüye, gericiliğe karşı mücadele veren devrimciler cezaevlerinde ağır baskılara, işkencelere maruz kaldılar. Türkiye tarihine, kendini halkının eşit, mutlu, özgür ve insanca yaşamasına adamış devrimcilerin mücadeleleri altın harflerle ve ince bir nakış gibi işlenmiştir.
Bugün 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı. Büyük kazanımları kutlamak umut ve heyecan veriyor elbette. Ama bu ülkede kamu kurumu SGK’yı soymak için bebekler bile öldürülebiliyorsa sosyalistler olarak büyük resmi görmek de bize düşer. Biliyoruz ki zalimler, kötüler elbet bir gün gidecek ve direnenler mutlaka kazanacak. Yeter ki devrimci bir ruh ile uzattığımız elin kime gittiğini bilelim.
Çıkış yolu halka kulak asmayan bu iktidarı, hep birlikte yıkabildiğimizde açılacak. Karanlığı ancak o zaman yırtabiliriz.