‘Çin mucizesi’: Sosyalizmin bir ürünü?
Açılışı ile yankılar yaratan, sporcuların, takımların yeteneklerini, dev şirketlerin ise sponsorluk ve ürünlerin sergilediği, yoksul ve zengin ülkeler ayrımının iyice gözle görülür hale geldiği bir yaz olimpiyatları daha sona erdi.
Dünya ulusları arasında iki bin sekiz yüz yıllık bir tarihi olan bu kadim yarışmaların lideri, ekonomide Amerika’yı geçen ve altın ve gümüşleri en fazla toplayan Çin oldu.
Çin bir süredir ABD-NATO ve AB ile karşı kutbu oluşturan dünyanın da lideri. Öyle ki, bu kutuplar arasında, vergi düzenlemeleri, ambargolar, boykotlarla süren amansız “ekonomik savaş”ın -Rusya-Ukrayna Savaşı sonrası- gitgide bir “dünya savaşı”na dönüşebileceği konuşuluyor.
Nasıl konuşulmasın: Ukrayna daha dün Rusya’daki Zaporijya Nükleer Güç Santrali’ni vurdu. Dünya soluğunu tutmuş, bir yandan havaya radyasyon yayılıp yayılmadığını soruyor, bir yandan da, “İkinci Çernobil”i hatırlıyor ve Rusya/Ukrayna’dan gelebilecek “yeni felaket haberleri”nden korkuyor.
Günümüzde Çin’in meziyetleri pek benzersizdir: “Dünyanın en büyük ihracatçısı”, “ikinci en büyük ithalatçı”, “en çok yabancı sermaye çeken iki ülkeden biri”, “en büyük döviz rezervlerine sahip ülke.” Bitmedi: “En büyük araba üreticisi ve pazarı”, “en büyük televizyon üreticisi ve pazarı”, “en büyük demir-çelik üreticisi ve pazarı”, “en çok internet kullanıcısı ülke”, “en büyük elektronik ticaret hacmine sahip ülkesi.”
Çin başta üretim ve pazar büyüklüğünde genellikle dünya birincisi, istisnai hallerde ikincidir.
∗∗∗
Çin’in artık bir kaynak sorunu yok -tüm büyük güçler gibi- o ürettiğini satma sorunu yaşıyor, pazar bulma ve yayılma onun başlıca sorunu. Böyle olunca pazarların paylaşımı uğruna rekabet ve bu rekabetin askeri biçimlerde bir paylaşıma dönüşmesi riski var –Buna dünya savaşı diyorlar-. Çünkü egemen güç olan ABD epeydir –en azından dünya pazarlarında- “Çin ateşi” altında. Çin bunu biliyor, adımlarını öyle atıyor. Kuzey Çin Denizi’nde ve başka alanlarda sıkça –ve değişen partnerlerle- icra edilen “tatbikatlar”ın sebebi de işte bu ekonomik güç -ve “dünyanın yeniden paylaşılması”- eğilimi. (Fatih Oktay, Çin, İş Bankası Yayınları, s. 5, 2017, İstanbul).
1979’da çiftçilerden müteşekkil bir ulus, zamanla, “sanayi işçileri ulusu”na ve bu son iki on yılda, “mühendisler ulusu”na dönüştü. Muazzam bir disiplin, “emek örgütlenmesi”, “devletçi ekonominin mirası bir makro ekonomi” derken, ortaya çıkan tablo hakiki bir mucizeydi: “Kişi başına GSYH’si tam 30 kat arttı”, “yılda dünyaya 1 trilyon dolar borç veren ülke”, “bir ortalama işçi ailesine 9 bin dolara elektrikli bir araç verme imkânı”, “50 işçinin çalıştığı bir fabrikada günde 2400 tane 5G baz istasyonu üretimi.” Bitmedi. “Askeri sınai kompleks”te de benzersiz bir üretim yoğunlaşması var: “Canının istediği kadar” gemi vuran füze yapıyor, bir ABD destroyeri 100 füze önleyici taşıyabilirken, Çin’in anakaradan fırlatabileceği füzelerin ise bir sınırı yok (David P. Goldman, Asia Times, 22.7.2024).
∗∗∗
1980’li yıllarda Türkiye ekonomisi ile karşılaştırılabilir büyüklükte olan Çin ekonomisi, nasıl oldu da bir yirmi-otuz yıl sonra dünya ekonomisinin birinci gücü haline geldi? Muazzam insan potansiyeli, üretici güçlerin olağanüstü yoğunlaşması ve –düşük ve ağır koşullarda olsa da- emeğin seferberliğiyle açıklanabilecek bir “mucize” bu, ve hiç kuşkusuz “devlet kapitalizmi” biçiminde de olsa bu, “sosyalizmin hanesi”ne yazılabilir.
Rusya’nın yanı sıra, Mao’nun geri bir köylü ülkesinde başardığı tarıma dayalı sosyalist devrim, 21. yüzyıl başında -sosyalist ilkelerden epeyce taviz verse de-, yaklaşık yarım yüzyıllık bu deneyim, ekonomide, sanayide, icatlarda ve son olarak olimpiyatlarda hâlâ büyük bir başarıyı temsil ediyor.
Sosyalizm yenildiği yerde dahi güçlüdür, günceldir. İnsanlık eninde sonunda kamucu ekonomi yolunu tutacak, bir kişinin milyarlarca insandan daha fazla servete sahip olduğu bu eşitsiz düzeni aşmayı başaracaktır.