Cinayet, vicdan ve toplumsal yansımalar

Irmak ADA
Türkiye’de kadın cinayetleri, istatistiklere indirgenemeyecek kadar trajik ve karmaşık bir toplumsal gerçeklik olarak varlığını sürdürüyor. Kocaları yahut birlikte oldukları erkek tarafından öldürülen kadınlarla ilgili istatistikler her gün yenilenmek zorunda kalıyor. Bu rakamlar da her sayı gibi yalnızca bir veri kümesi değil; arkasında sessizliği, korkuyu ve travmayı taşıyan yüzlerce yaşam barındırıyor. Bu acı tablo, İnci Aral’ın “Verda’nın Ölümü” adlı romanının anlatısal eksenini anlamak açısından kritik bir çerçeve sunuyor.
Aral, uzun bir aradan sonra yayımlanan bu romanında, bir adamın karısını öldürdüğü sahne ile başlıyor hikâyesini anlatmaya. Ardından da bu cinayetin failinin yaşadığı psikolojik çöküşü derinlemesine inceliyor. Sağlam bir eğitimi, kültürel bir temeli olan ve siyaset sahnesinde kritik rollerde bulunan başkarakter Ata, karısını öldürdükten sonra, hem suçluluk hem de içsel boşlukla mücadele ediyor. Bir yandan da bir türlü cezalandırılmayışına anlam vermeye çalışıyor. Zira ülkemizdeki cezasızlık, artık suçu işleyenlerin bile garibine gidecek bir boyuta gelmiş durumda.
Aral, karakterin zihnini ve vicdanını incelikli bir dille ortaya koyarken, okuyucuyu da bir yandan Ata’nın eylemlerinin psikolojik motivasyonlarını, diğer yandan toplumsal normların bireyler üzerindeki etkilerini değerlendirmeye davet ediyor. Ata, roman boyunca geçmişe yaptığı yolculuklarla işlerin nasıl bu noktaya geldiğini, böyle bir eylemi nasıl gerçekleştirdiğini anlamaya çalışıyor. Bu satırlar boyunca cinayetin sadece fiziksel bir eylem değil, bir kimlik krizinin ve toplumsal baskının ürünü olduğunu anlıyoruz.
Romanın dili, Aral’ın karakter çözümlemelerindeki ustalığını bir kez daha gösteriyor. Ata’nın iç monologları, pişmanlık ve öfke arasında gidip gelen karmaşık duygularla örülüyor. Bir yandan karısının ölümünün ağırlığını taşırken, diğer yandan toplumun erkeklere biçtiği “güçlü ve kontrol sahibi olma” rollerinin altında eziliyor. Aral, Ata’nın zihnini aktarırken, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, aile içi güç dengesizliklerini ve bireyin bu sistem içinde kendini bulma çabalarını da görünür kılıyor. Karakterin suçunu anlamlandırma çabası, aynı zamanda toplumsal eleştiri niteliği taşıyor: Ata, suçunu sadece bireysel bir eylem olarak değil, toplumsal baskılar ve erkeklik normlarının dayattığı bir zorunluluk olarak deneyimliyor.
Everest Yayınları tarafından okurla buluşturulan “Verda’nın Ölümü”, psikolojik çözümleme ve toplumsal eleştiriyi ustaca harmanlayan bir metin olarak dikkat çekiyor. Aral, kadın-erkek ilişkilerinin, toplumsal normların ve bireysel suçluluğun iç içe geçtiği bir cinayetin portresini sunuyor okurlarına.
Toplumda öfke uyandıran, yarası durmadan kanamaya devam eden bir konuyu katilin perspektifinden ele alarak cesur bir girişimde bulunuyor İnci Aral. Ancak katile sempati duyulmasını sağlamak gibi bir amacı olmadığı hemen anlaşılıyor ve Aral, karakterinin anlatısını bu hassas sınırda ustalıkla sürdürüyor.
İnci Aral, “Verda’nın Ölümü”yle okuru vicdan, suç ve toplumsal normlar arasında ince bir çizgi üzerinde yürütüyor; Ata’nın evliliklerine dair anıları üzerinden toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin zaman içinde kadında ne gibi etkiler doğurduğunu ve bireyin buna karşı duruşunu sorgulatıyor. Uzun bir aradan sonra, Aral’ın kaleminden bir eser okumanın hazzı da bütün bunlara eşlik ediyor.


