“Çocukluğun Yüzyılları”
“Barış koyun çocukların adını” demişti Refik Durbaş. Barış koydular, Barış kadar güzel Deniz, Ulaş, İnan, Özgür, Taylan koydular; Ceylan, Uğur, Berkin, Eren, Narin, Şirin, Aras Bulut, Masal Işık, Aslan Miraç, Funda Peri, Nefes dediler, adları güzel kendileri güzel ve masumlukları her şeyden güzel çocuklara.
Fransız tarihçi Philippe Aries’nin ünlü kitabı, Centuries of Childhood (1960), altbaşlığı Aile Yaşamının Toplumsal Tarihi. Çocukluğun Yüzyılları’nı anlatan, özellikle Ortaçağda nerdeyse çocukluğun ölümünün ilan edildiğini vurgulayan, sonraları epey eleştiriye uğrayan, tartışmalı bir kitap oldu ama, hem toplumsal bir varlık hem de birey olan, böylece varlık sorunu kadar özgürlük sorunu da yaşayan çocukluk hakkında konuşmanın da yolunu açtı. Bu kitaptan sonra tarihsel bir özne olarak da “ciddiyet”le durulmaya başlandı çocukluk üzerinde.
Philippe Aries Türkçede Özel Yaşamın Tarihi ve Batı’da Ölümün Tarihi kitaplarıyla tanınıyor. Ortaçağ, aile ve çocukluk tarihçisi olmak gibi bir şöhreti var. Aries’nin kitabı Batı’da eskidi ama, bizde sıkı sıkı okunmayı hak ediyor.
Laik cumhuriyeti temelden yıkmak isteyenler ve onların “milliyetçi” destekçileri, İslami bir yönetime geçme, şeriat devleti kurma amacıyla sayısını ve yoğunluğunu artırdıkları din dersleri, Diyanetin şişirilen kadroları ve devasa bütçesi, okullar, kurslar, tarikatlar, cemaatler, tekkeler ve artık devlet yönetiminde, adliyede, emniyette, orduda, eğitimde söz sahibi kimi dinsel yapılarla gerici kuşatmayı büyük oranda tamamladılar. Anayasayı değiştirirlerse yasal olarak da İslam Cumhuriyetini oraya yazacaklar. Yerli ve milli, maneviyat, değerler eğitimi... Hepsi de aynı yere çıkıyor, laik cumhuriyete son vermek, rövanşı almak ve İslami düzene geçmek.
Tanpınar “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor” diye yazmış 1953-1962 arası tuttuğu günlüklerinde. Keşke yine öyle olsaymış diye düşünüyorum şimdi! Zira ne evlatları Türkiye ile meşgul eskisi gibi ne de Türkiye evlatları ile meşgul eskisi gibi! İkisi de birbirlerinden vazgeçmiş durumda ne yazık ki! Bunun sınıfsal, toplumsal, düşünsel, duygusal, ahlaki ve elbette ekonomik, öyle çok nedeni var ki!
Sınıfsal, çünkü laik cumhuriyeti yıkacak kadrolar yetiştirmek, beslemek için kullanıyorlar kaynakları, sosyal eşitlik, gelir dengesi ortadan kalkıyor, dinsel bir anlayış olan sadaka kültürü yerleşiyor: Hayrına!
Ahlaki, çünkü insanın kendine yeterli olması, her bakımdan ayaklarının üstünde durması için gerekli olan iş bulma, çalışma, para kazanma hakkı elinden alınıyor, işsizlik devasa boyutlara ulaşıyor, din iman da karın doyurmayacağı için, yasadışı yollarla geçimini sağlamak kaçınılmaz oluyor.
Ekonomik, çünkü kimse çocuğunu istediği gibi yetiştirip, istediği okula yollayamıyor, sistem, çocukları imam hatiplere yönlendirmek üzere oluşturuluyor, yoksulların çocukları eskiden cemaat yurtları ve okullarına gidiyordu, şimdi imam hatiplere! Türkiye Yüzyılı dedikleri kendi yüzyıllarının amacı doğrultusunda müfredatı değiştirip her dersin içine dinsel metinler ekliyorlar. En hakiki mürşit neydi sahi, din mi bilim mi?
Türkiye de Cumhuriyetin ilk yüzyılının son çeyreğinde ve ikinci yüzyılının başında kendi ortaçağını, karanlığını yaşayacakmış meğer! Ortadoğu dedikleri kan, gözyaşı, savaştan oluşan balçık çukuruna debelene debelene sıkışan ve şimdi oranın ağası olmaya çabalayan bir ülke. Çocukları günahla, haramla, yasakla tehdit eden; özellikle kız çocuklarının özgür yaşamlarını ve geleceklerini baskılayan; kız ve oğlan çocukları birbirinden ayıran; insanlık onuruna aykırı uygulamaları değerler, ahlak diye nerdeyse yasalaştıran şeriat özlemcilerinin sayıları çok olmasa da seslerinin çok çıktığı bir ülke.
Zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapan, orta sınıfı da ortadan kaldırdığı için itiraz kültürünü de yok eden bir sistem, padişahtan, sultandan, kraldan daha kral bir tek adam yönetimi, her şeyi Allah’ın lütfu olarak değerlendiren fırsatçı bir tutum ve yandaşları.
Aziz Nesin’in Şimdiki Çocuklar Harika sevgisinden şimdiki çocuklar perişan, yoksul, kimsesiz kederine geldik. Göçmen çocukların da eklenmesiyle ülkenin en kalabalık nüfusunu çocuklar oluşturacak nerdeyse, ama onlara yarının değil “bugünün büyükleri” işlemi yapan bir anlayış yüzünden çocuk oldukları kabul edilmiyor bir türlü! Onları çocuk bireyler olarak görmüyorlar, her şeye “ümmet” gözüyle baktıkları için de kendilerine benzer biçimde yetiştiriyorlar!
Türkiye çocuklarını anlamayı, sevmeyi uzun zamandır bıraktı, onlara merhamet şefkat de göstermiyor, devlet diliyle çocuk sevilir mi, ne yazık ki devletin kadınları da o dili erkekler kadar acımasız, vahşi biçimde kullanıyor! Çocuklar gerici ve ırkçı anlayışın her bakımdan kurbanı oluyor!
“Barış koyun çocukların adını” demişti Refik Durbaş. Barış koydular, Barış kadar güzel Deniz, Ulaş, İnan, Özgür, Taylan koydular; Ceylan, Uğur, Berkin, Eren, Narin, Şirin, Aras Bulut, Masal Işık, Aslan Miraç, Funda Peri, Nefes dediler, adları güzel kendileri güzel ve masumlukları her şeyden güzel çocuklara.
Çocukluğun karanlık yüzyılında işleri çok zor, çocuklar kendilerini büyüklerden, düzenden, toplumdan, devletten, şiddetten ve onun dilinden nasıl koruyacaklar? Hele “aile”yi koruyacağız derken, çocukların ölümüne, yanmasına göz yumanlardan?