Google Play Store
App Store

Bu filmde de bir son var ama bu sonda birden çok yeni başlangıç gözüküyor. Hikâyenin bundan sonra nasıl ilerleyeceğini seyirciye bir kez daha merak ettiriyor.

Coğrafyasını aşan trajedi
Fotoğraf: IMDb

Son günlerde sizlerden gelen maillerde, İran sinemasından tavsiyeler vermem çok istendi. Madem öyle dedim ben de en sevdiğim filmlerden olan, Asgar Ferhadi’nin senaryosunu yazıp yönettiği 2016 yılı yapımı “Satıcı” (: فروشنده - Füruşende, The Salesman) filminden bahsetmek istedim. Asghar Farhadi’nin filmleri sınıf, cinsiyet, mülk ve hukuk kavramlarını içinde barındıran sosyolojik belgeler gibidir. İnsan tabiatı ise mercek altında tutulur. Yönetmen olaylardan ziyade olayların sonuçlarının bireyler üzerindeki etkileriyle daha çok ilgilenir. Yaşanan trajedilerin kendilerinden ziyade bu trajediler sonrasında kadın ve erkeklerin, aile ilişkilerinin, karı kocaların ilişkilerinin nasıl sarsıldığını, bireylerin derinden yara alışlarını kendi coğrafyasını aşarak inceler.

İYİ OLMALARINA RAĞMEN?

“Satıcı” filmi neon ışıklarıyla dekore edilmiş bir yatak odası sahnesiyle açılarak şaşırtıyor. Kısa süre içinde bunun bir tiyatro dekoru olduğunu ve aslında İran’da olduğumuzu fark ediyoruz. Ardından evli tiyatro oyuncuları olan Emad (Shahab Hosseini) ve Rana (Taraneh Alidoosti)’nın yaşadıkları apartmanın yıkılma tehlikesi anında apartmanı terk etmek zorunda kalışlarını gösteren sarsıcı bir sahneyle film gerçekliğe dönüyor. Bu kafa karıştırıcı metaforik açılışın ardından çift bir arkadaşlarının evine kiraya çıkıyorlar. Bu evin önceki kiracısı olan Ahu isimli kadın eşyalarını evden almamıştır. Ahu kilit bir isim olmasına rağmen filmde kendisini hiçbir şekilde görmüyoruz. Onu bazı dedikodulardan, kameranın evde bıraktığı eşyalar üzerinde gezinmesinin verdiği ipuçlarından onun “toplumun ahlak anlayışına uymayan” bir kadın olduğunu düşünüyoruz. Kadınların bakış açısını çok iyi yakalayan yönetmen yaşanan trajedi sonrası bu sefer erkek karakteri Emad’ı daha ciddi mercek altına alıyor ve onunla sağlam bir bağ kurmamızı sağlıyor. Yönetmenin filmlerindeki erkekler başlangıçta sıradan ve normal erkeklerdir ancak yaşadıkları bir olay sonrasında bu karakterlerde ani bir değişim olur. Büyük ikilem içine düşen bu erkekler, ne yapacaklarına bir türlü karar veremezler. Özde iyi insan olmalarına rağmen normalde verecekleri sağlıklı tepkiyi büyük ahlakçılık, törecilik sebebi ile bir türlü veremezler. İranlı erkekler oldukları gerçeğini de göz önünde tutarak bu ikilemlerini, aşırı muhafazakâr coğrafyaya bağlamak kaçınılmaz. Fakat Farhadi erkeklerin bu tepkilerini sadece coğrafi denklemde görmemize izin vermez ve ince hamlelerle tüm bu olanların dünyanın herhangi yerindeki bir erkeğin de verebileceği davranışlar olarak konumlandırır.

‘HANEKE İNSANI’

“Satıcı”nın mahremiyet ve utanmayla ilgili hikâyesi bu iki temayı bir ahenk içinde ele alsa da özellikle finaline doğru bana sıkıntı yaşatıyor. İstemli veya istemsiz, dogmatik veya sonradan edinilen içgüdülerle de olsa Emad eşi Rana’ya zülüm ediyor. Ve trajedinin asıl süjesi olan Rana, trajediden en direk yoldan etkilenen kadın olmasına rağmen Emad’a çevrilen mercek dolayısı ile ‘kurban olma’ durumunu kocasıyla paylaşmak zorunda kalıyor. Finalinde daha da derin bir alana geçen film tüm trajediye sebep olanı yani hukuken ve vicdanen yüzde yüz suçlu olan kişi ile fazla empati kurmamıza vesile oluyor. Bu ‘Haneke insanı’na yaklaşım türünü her ne kadar çok sevsem de ortada kadına karşı işlenen bir suç olunca bocaladım. Kendime, kendimi suçluya acıma halinde bulduğum için kızdım. Yönetmen dolaylı olarak seyircide bu etki-tepkiyi de kurguladı mı bilemem ama her ne olduysa bunun bir usta eli ile olduğu aşikâr.

MİLLER VE FERHADİ

Filmin açılış sahnesinde gördüğümüz dekor, Arthur Miller’ın “Death of a Salesman” (Bir Satıcının Ölümü) tiyatro oyununa ait. Miller’ın 1949 yılında yazdığı Amerikan tiyatrosunun en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilen bu eser, kapitalist Amerikan toplumunda bireyin yaşadığı sıkıntıları, hayal kırıklıklarını ve başarısızlıklarını ele alan modern trajedinin en güçlü örneklerinden biri. Yönetmenin, filmin paraleli gibi duran bu oyunu neden kullandığı yorumlara açık. Ancak oyunu okuduysanız Emad ve Rana’nın yaşadıkları ile oyunda canlandırdıkları karakterler arasında tematik bir ilişki kurmamız pek mümkün değil. Belki daha başka türlü bir ilişki kurabiliriz. Bunu, tiyatro oyununun sansürleneceğiyle ilgili izlediğimiz tartışma sahnesinden yola çıkarak kurabiliriz. Bu sahne özelinde İran’da olduğumuz gerçeği bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor. Özellikle tiyatro oyun karakteri Willy’nin bir kadınla otel odasına gittiği sahnede kadın oyuncunun bunu türbanlı bir şekilde canlandırması vurgusu film açısından büyük anlam taşıyor. Filmlerinde İran’daki sanat platformunun yaşadığı zorluklara, baskılara değinmeyen, bu tehlikeli sisteme taşlama da dahi bulunmayan yönetmenin, bunu filmin içine yerleştirdiği Batılı bir tiyatro oyunu ile yaptığını düşünebiliriz.

KİMLİK TEMALARI

Rana rolünde izlediğimiz oyuncu Taraneh Alidoosti ile Farhadi bu filmde dördüncü kez beraber çalışıyorlar (Beautiful City, About Elly, Fireworks Wednesday). Alidoosti’nin canlandırdığı karakteri tamamen anlayan çok zeki bir oyuncu olduğu kesin. Özellikle bu filmde yaşadığı sarsıcı olay sonrası sessizliğe bürünen pasif bir karakteri son derece başarılı canlandırıyor. En çok konuşması gerekirken en az konuşan karakter olan Rana sessizliğiyle bizlere büyük okuma alanları sağlıyor. Yönetmen ve dolayısıyla kamera son derece organik bir şekilde hikâyedeki sessiz gerilimi besliyor. Filmde tiyatro oyunculuğu dışında aynı zamanda öğretmenlik yapan Emad, sahnelerden birinde öğrencilerine sınıfta siyah beyaz bir film izletiyor; “1969 yapımı olan, The Cow” (Gaav) isimli bir İran filmi. Uluslararası alanda ancak 1971 yılında dikkat çeken bu film, İran sinemasının dünyaya açılmasında kritik bir rol oynadı, İran’da sansüre karşı verilen mücadelelerin bir simgesi haline geldi ve İran Yeni Dalga sinemasının yükselmesinde büyük rol oynadı. “Satıcı” filminde bu klasiğe yapılan göndermeler, İran Yeni Dalga sinemasının doğrudan bir üyesi olmasa da Farhadi’nin İran sinemasına ve onun tarihine olan saygısını gösteriyor. Ayrıca, filmdeki metamorfoz ve kimlik temaları, Farhadi’nin karakterlerinin yaşadığı kimlik krizleriyle de paralellik kuruyor… Farhadi’nin yaratım sürecinde spesifik bir durumdan bir anda yola çıkarak genişleyen hikâyeye doğru ilerlediğini ve finallerini birden çok anlamlı yani muğlak nihayetlendirdiğini söyleyebiliriz. Bu filmde de bir son var ama bu sonda birden çok yeni başlangıç gözüküyor. Hikâyenin bundan sonra nasıl ilerleyeceğini seyirciye bir kez daha merak ettiriyor.