‘Çok basit bir mesele’

Bilindiği üzere Mart 2021’de TBMM Genel Kurulunda kadına yönelik erkek şiddetinin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırma komisyonu kurulmasına karar verilmişti.

Komisyonun dokuzuncu toplantısı 09 Haziran 2021 tarihinde yapıldı.

Komisyon başkanının ülkemizde kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele mevzuat açısından çok önemli gelişmeler kaydetmiş vaziyette ve şiddetle etkin mücadelede gerekli mekanizmaların hızla oluşturulduğu görülmekte diyerek açtığı dokuzuncu toplantıya Anayasa Mahkemesi Genel Sekreteri, Anayasa Mahkemesi Raportörü, Anayasa Mahkemesi Kanunlar Kararlar Müdürü, Yargıtay Başkan Vekili, Y. Ceza Kurulu Başkanı, , Hâkimler ve Savcılar Kurulu, Ankara Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanı, Aile Mahkemesi Hâkimleri ve Cumhuriyet Başsavcısından oluşan yargı mensuplarının katılmış olduğunu okuduk.

Toplantı tutanaklarında dikkat çeken hususlardan birinin 6284 sayılı yasanın ruhuna aykırı uygulamaların hayata geçirilmesi taleplerinin olduğunu fark etmemek mümkün değil. Acil durum yasası olarak düşünülen, erkek şiddeti ile mücadelede alınacak tedbirleri düzenleyen 6284 sayılı yasanın yürürlüğe girme tarihinin üzerinden dokuz sene geçmesine rağmen hala içselleştirilmediği çok açık. Ankara Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanı sayın Yılmaz Çiftçi’nin bu konudaki tebliği pek çok kadının can güvenliğinin risk altına girmesine sebep olacak türden. Zira sayın Çiftçi şiddet bildirimlerindebilgi ve belge aranması gerektiğini, rapor, risk değerlendirme formu gibi birtakım araştırmalar tamamlandıktan sonra karar verilmesinin yerinde olduğunu düşündüğünü ifade etmiştir.

Oysa tedbir kararlarının acil ve ani olması gerekir çünkü gecikmesi telafisi imkânsızsonuçlar doğurabilir. Adı üstünde tedbir!Ve tedbir araştırılarak verilen bir karar değildir. "Araştırayım, hatta bir rapor isteyeyim, sonra bakarız" derken erkek şiddeti hız mı kesecek? Kanunda delil veya belge aranmaz hükmü bulunmaktadır. Kaldı ki zaten şiddet failinin aleyhine verilen karara itiraz hakkı var, itiraz mekanizması da işletilmekte. Esasen bu açıklama ``Kadının beyanı esas değildir.” denmekte. Ama gelingörünki bir kadınıöldürmüşya da cinsel şiddete maruz bırakmış olduğu için ağır ceza mahkemesinde yargılanan erkek sanıksadece kendi beyanıyla haksız tahrik ve takdir indirimi alabiliyor.Peki neden obeyankararda esas alınıyor? Bu çelişkiyi ortaya koymak neden mi bu kadar önemli? Çünkü işte o beyanla verilen cezaadeta kuşa dönüyor da ondan. Etkin ve etkili cezalandırma olmayınca da berbat bir kısırdöngünün içine girmiş oluyoruz. Mücadele ediliyorMUŞ gibi yapılan erkek şiddeti ile baş başa kalıyoruz.

Adı üstünde tedbir demişken, 6284 s. yasa, gecikmesinde sakınca bulunan halleri de düzenlemektedir. Yani derhal işlem yapılmadığı takdirde, şiddete maruz kalanın can güvenliğinintehlikeye girmesi durumlarındaya da şiddet görenin talebi üzerine mülki amirden ya da hâkimden karar almak için yeterince vakit bulunamaması halinde alınacak tedbirleri düzenleyen bir kanundan bahsediyoruz. Yeri gelmişken altını çizmeden de geçmeyeyim, zaten mülki amirler kanunun yürürlüğe girmesinden kısa bir zaman sonra kendilerine gelen tedbir taleplerini aile mahkemeleri hakimlerine sevk ederek kanuna aykırıbir duruş aldılar ama bu işlemlerine kimse ses etmedi. Sanırım bu durum hiç gündem de olamadı. Keşke toplantı tutanaklarından 6284 sayılı yasanın içinin boşaltılması yönünde önerileri değil de bu sorunlarıngündem edildiğini okuyabilseydik. Mesela geçtiğimiz dokuz senedegeçici koruma sağlanmasına yönelik kaç karar verildi?Şiddet uygulayan, aynı zamanda ailenin geçimini sağlayan kişi ise hâkim, talep edilmese dahi, tedbir nafakasına hükmedebilir tedbiri kaç kez kararlara geçti? Ve kaç kadın çantasında koruma kararı ile öldürüldü?

Ülkede kadınlar çocuklarının gözü önünde gırtlakları kesilerek öldürülür hale gelmişken, vaziyet hiç iç açıcı değilken, 6284 sayılı yasanın etkin uygulanmaması gündeme alınmalıyken ne yazık ki o noktadan oldukça uzağız.

2016’dan beri gündemde tutulan aile arabulucuğunun da toplantıda ele alınan konulardan olduğunu görüyoruz. Aile arabuluculuğu müessesesinin yürütülmesinin şiddetin önlenmesinde etkili bir çözüm olabileceğini ve Türk Ceza Kanunundaki uzlaştırma hükümlerinin genişletilerek aile uzlaştırıcılığı müessesesininde düzenlenmesinin gerektiğini ifade eden sayın Çiftçi’nin bu konudaki görüşlerine de hiç katılmıyorum.

Çünkü; "Çok basit bir meselede bile boşanıyorlar." diye özetlenen durum maalesef gerçeği yansıtmıyor. Yapılan araştırmalar kadınların boşanma kararını oldukça zor verdiğini ve aile bireyleri tarafından boşanma olmaması için uzun ikna süreçlerine maruz kaldığını gösteriyor. Şiddete maruz kaldığını söylese bile kadını duymayan bir aile meclisi ile karşı karşıya kalabiliyor. Ve önerilen aile arabulucuğu kavramı aslında kadınların üzerinde oluşturulmaya çalışılan bir baskı sureci olacak, hem de resmi yolla bir baskı bu kez. Aynı zamanda aile arabuluculuğunun fiziksel şiddet dışındaki konularını içermesini istiyoruz diyerek de şiddetin diğer türlerini yani sözlü şiddet, ekonomik şiddet, cinsel şiddet, psikolojik şiddet arabuluculuk sebebi olarak göstererek bu şiddet biçimlerinin normalleştirilmesinin önünü açma riski de yüksek. Ayrıca Türk Ceza Kanun’da eşe karşı kasten yaralama suçları şikâyete ve uzlaşmaya tabi değil ve bu hükümler olduğu gibi kalmalı, çünkü pek cok kadının hayatını kurtarmakta

Şiddetin olduğu yerde zaten özgür irade ve rıza beyanından bahsedemeyiz. Tam da bu sebeple, İstanbul Sözleşmesi şiddet içeren başvurularda/boşanma davalarında arabuluculuk kavramının olmaması gerektiğinisavunmaktadır. Ancak ülkemizin ilk imzacısı olmakla övündüğü sözleşmeden 20 Mart 2021 tarihinde CBK kararı ile imza çekildi. İktidar partisi; kadınları, çocukları, lgbti+ları şiddetsizyaşam hakkının en önemli güvencelerinden biri olan İstanbul Sözleşmesi’nden imzayı çekmekle erkek şiddetine karşı yalnız bıraktı.

Toplantıda erkek şiddeti kast edilerek ``Çünkü bazen karı-koca arasında basit bir mesele oluyor`` diye ifade edildiğini okuduğumuz cümle bana geçtiğimiz mayıs ayında aynı komisyonun toplantısına katılan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’ın konuşmasından bazı bölümleri hatırlattı. Artan şiddeti “tolere edilebilir” gören, “survive duygusuyla” açıklayan bakan ile komisyonun dokuzuncu toplantısında da paralellik kurulması erkek şiddeti ile mücadelede daha çok yolumuz olduğunu gösteriyor. Ne yazık ki..