Batı’nın hâkimiyetinden şikâyetçi olmak sağlıklı bir tepki, ABD’nin küresel siyasetteki alanının daralması iyi bir gelişme olabilir. Ama çok kutupluluğa giden bir dünyanın otomatik olarak daha adil olacağının garantisi yok.

Çok kutuplu dünya düzeni çözüm değil
Fotoğraf: Depo Photos

Putin ve Şi tam da Uluslararası Ceza Mahkemesinin Putin hakkında yakalama kararı çıkardığı sırada Moskova’da bir araya geldiler. Her iki lider, Ukrayna Savaşı’nın gölgesinde Batı’ya simgesel bir meydan okumada bulunurken, yayınladıkları bildiride çok kutupluluk taleplerini yinelediler. Ukrayna Savaşı birçok gelişmeyle birlikte Çin-Rusya ilişkilerini de dönüştürdü. Konunun bu yönüne aşağıda değineceğim ama burada öncelikle ve kapsamlı olarak küresel sistemin çok kutuplu olması yolunda gerek Çin ve Rusya gibi ülkeler, gerekse Türkiye’de belli kesimler arasında giderek ağırlığını hissettiren yaklaşıma eleştirel bir bakış sunmaya çalışacağım. İlk bakışta makul ve mantıklı görünen uluslararası sistemin çok kutuplu bir nitelik kazanması konusundaki taleplerin aslında kendi içinde oldukça sorunlu bir arayış olduğunu tartışacağım.

REALİSTLER VE KUTUPLAR

Uluslararası sistemi tek kutup, iki kutup, çok kutup gibi kavramlar aracılığıyla kavramaya çalışan bir yaklaşım realizmin alanına girer. O da kendisini devlet merkezli bir güç ve çıkar arayışı ile tanımlar. Dünyaya eşitlikçi, ezilen sınıfların penceresinden bakan, adil bir düzen arayışında olan yaklaşımların kategorik olarak kutup kavramıyla bir işinin olmaması beklenir. Realist bakış açısı altyapısal unsurları göz ardı ederek devletin çıkarını, onun güçlü olmasını önerir ve uluslararası sistemi devletler arasında yaşanan bir güç mücadelesi olarak görür. Bu yönüyle kutupluluk fikri daha çok Brzezinski, Kissinger gibi realist bakış açısına sahip yazar/pratisyenlerin alanına girer. Burada ideolojik farklılıklar bile önemli değildir, aslolan güçtür, devleti ne güçlü kılarsa o çıkarınadır. Bütün uluslararası sistem büyük güçlerin köşe kapmaca oyununa indirgenir. Bir dünya görüşü, bir teori olarak realizm muhafazakâr ve sağcıdır. Bu düşünce hattından devam etmek isteyenler bu kavramlara istedikleri kadar başvurabilirler. Ama kutupluluk dendiğinde büyük güçler arasındaki ilişkilere yoğunlaşmak gerekir, bu da beraberinde jeopolitik çekişmeyi, nüfuz bölgeleri oluşturmayı, coğrafi alanlar üzerindeki mücadeleyi vs getirir. Burada insan öğesi, toplumsal sınıflar, eşitsizlik, küresel adalet, temsil, çevre, demokrasi, insan hakları vs yoktur. Kısaca belirtmek gerekirse, uluslararası sistemin kaç kutuplu olacağı konusu sol analiz ve siyasetin odağı değildir.

Çok kutuplu bir dünyaya gidip gitmediğimiz yolundaki tartışmalarda en sık görülen yaklaşım, bazen şaşırtıcı bir şekilde Rusya ve Çin gibi ülkelerin de çok kutuplu dünya talebinde bulunmalarıdır. Bu çağrının adresinin ABD ve Batı sistemi olduğu açık. Neresinden baksanız son derece yanlış ve anlamsız bir talep. Bu iki güç, çok uzun bir süredir yayınladıkları bildirilerde dünyanın tek kutuplu haline itiraz edip çok kutuplu olması gerektiğini savunuyorlar. ABD’den “tek kutupluluğu bırak çok kutuplu bir düzen kuralım” talebinde bulunuyorlar. Böyle bir durumda ABD’nin ya bu çağrıyı duymazdan, görmezden gelmesi ya da kabul edip, bu iki gücü çağırıp bir pazarlık yapması gerekiyordu. ABD tabii ki ilk seçenekten devam etti. Uluslararası sistemin yapısı, eğer güce dayalı bir analiz yaparsak, uluslararası güç dağılımıyla belirlenir. Ya büyük bir savaş gibi altüst oluş ya da bazı ülkelerin güç ve kapasitesinin yükselmesi gibi dönüşümler yeni bir sistemin doğuşuna yol açar. Küresel sistem evrilerek yeni güçler ortaya çıkar, bunlar kendilerini zaten gerektiğinde bir kutup başı olarak dayatırlar ve kabul ettirirler. Yoksa, herhangi bir ülke ya da ülke grubunun ricacı bir konumdan “bu sistemi çok kutuplu yapalım” diye çağrıda bulunması ne dünya tarihinde görülmüştür ne de küresel siyasetin mantığına da uymaktadır. Kutup başı olmak yukarıdan dağıtılan, bahşedilen bir statü değildir. Böyle yaparak Çin ve Rusya, aslında ABD’nin küresel üstünlüğünü kabul etmiş oluyorlar, ondan kendilerine yer açmasını istiyorlar. Türkiye’den sık yapılan yorumlarda da Atlantik cephesinin düşüşte hatta çöküşte olduğu ve “Asya”nın ise yükselişte olduğu söyleniyor. Eğer öyleyse, “Bu çağrıyı sürekli yinelemek niye?” diye sormak gerekiyor. Eğer şu an zaten çok kutuplu bir uluslararası sistem içindeysek, o zaman neden hâlâ en yüksek konumdan, Putin-Şi zirve bildirisiyle bu çağrı tekrarlanıyor.

ÇOK KUTUPLU DÜNYA İYİ Mİ OLACAK?

ABD hegemonyası ve Batı üstünlüğü altında dünya adil, barışçıl ve eşitlikçi bir yer olmadı. ABD gücünün göreli olarak azalması, kısmen geriye çekilmesi, çevre ülkelere daha az müdahale etmesi tabii ki olumlu gelişmeler olurdu. Batı’nın hâkimiyetinden şikâyetçi olmak sağlıklı bir tepki, ABD’nin küresel siyasetteki alanının daralması iyi bir gelişme olabilir. Ama ABD hegemonyasının gerilediği ve çok kutupluluğa giden bir dünyanın otomatik olarak, kendiliğinden daha eşitlikçi ve adil olacağının garantisi yok. Kestirmeden ifade etmek gerekirse Rusya ve Çin kategorik olarak emperyalizmle değil ABD hegemonyasına karşılar. Bu noktada çok kutupluluk talebi küresel emperyalist düzenden daha fazla pay, küresel artıdeğerden daha fazla rant istemenin steril hale getirilmiş adıdır. ABD sistemi 30 yıldır Rusya ile bazı sınırlı pazarlıklar yapıyor, belli alanları Rusya’nın nüfuz alanı olarak tanıyordu. Örneğin, bazı Orta Asya cumhuriyetleri, Belarus gibi ülkelerin Rusya’ya yakın ve/veya bağımlı olmaları ya da Suriye’de üstü kapalı ABD-Rusya uzlaşısı gibi. Buralardan eşitlik, adil, barışçıl, demokratik düzenler çıkmadı. Bunun küresel düzeyde gerçekleşmesi, 19. yüzyılın çok kutuplu sistemi içinde, 1884-85 Berlin Kongresi’nde Afrika’nın masa başında paylaşılması gibi bir emperyalist uzlaşıya varılmasının faydası ne olacak? ABD, çok kutuplu düzeni kabul etse ve AB, Rusya ve Çin’e Afrika’da nüfuz alanı paylaşımı önerse, bu ülkelerin tavrı ne olacak? Buradan adil, barışçıl ve eşitlikçi bir dünya düzeni çıkarabilecek miyiz?

ESKİ DÜZEN YENİ AKTÖRLER

Çok kutuplu sistem zaman içinde yerleşirse beraberinde kaçınılmaz olarak nüfuz siyaseti gelecektir. ABD şu anda dünyanın çok kutuplu olduğunu kabul etmiyor ama ABD’li yazarlar çok merkezliliğe gidiş olduğundan bahsediyorlar. Bu durumda belli bölgelerde nüfuz alanları, tampon bölgeler, karşılıklı olarak birbirinin alanlarına dokunmama, içişlerine saygıyla birlikte bir kutup başının alanına saygı göstermeleri gerekecek. Küresel bir hâkimiyetin yerini başka bir hâkimiyet alacak.

Geçmişte 19. yüzyıl ve iki büyük savaş arası dönemde çok kutuplu sistem deneyimleri yaşandı. İlki daha uzun sürmekle birlikte her iki dönemin sonu da büyük dünya savaşlarıyla sona erdi. Çok kutuplu dünya düzeni kendi içinde bir amaç, insanlığın ulaşabileceği en adil bir düzen olabilir mi? Rusya ve Çin bu talebi nihai bir varılacak nokta olarak mı görüyorlar belli değil? Yoksa bu, şimdilik ABD hegemonyasını geriletecek bir ara aşama mıdır? Bir sonraki aşamada, Rusya ve Çin, ABD ve Hindistan farklı düzen arayışlarına girecekler midir? Bunun cevabı belli değildir? Dahası, Çin’in çok kutupluluk isteyip istemediği de net değildir. Rusya’nın talebi üzerine bu söylemi kullandığı izlenimini vermektedir. Çok kutupluluk, Çin kendisini Rusya, Hindistan, AB gibi güç merkezleriyle eşitlemesi anlamına gelmektedir ve yapılan açıklamalarda satır arasında Çin’in bunu tercih etmediği görülmektedir. Çin, çok kutuplu bir sistem yerine uzun vadede ABD’nin yerini hedeflemektedir. Bir kutup başı değil, hegemonik güç olmanın, küresel kapitalizmin tepesine oturmanın uzun vadeli hesabını yapmaktadır. O yüzden çok kutuplu düzeni bir basamak, bir geçiş süreci olarak görüyor. Tarihsel deneyimler, çok kutuplu sistemlerin bir süre sonra bloklaşmayla sonuçlandığını göstermektedir. Dünya sistemi günümüzde tam birçok kutupluluğa uğramadan giderek iki kutupluluğa doğru kaymaktadır. Bu süreç Ukrayna işgaliyle belirginleşmeye başlamıştır. AB ve Japonya ABD’ye, Rusya ise Çin’e doğru daha fazla kaymıştır. Hindistan ABD’ye yakın durmakla birlikte şimdilik denge politikası izlemektedir.

Çok kutupluluk arayışı kendi içinde bir amaç olamaz. Dünyanın şu anki adaletsiz düzeninin ilacı değildir. Dünya sisteminin altyapı olarak kapitalizm, bunun siyasal üstyapısı olarak güçlü devletlerin denge içinde bulunduğu, birbirinin ayağına basmadığı bir düzen insanlığın varacağı en üst nokta olmamalı. Bunu savunanlar buradan nereye varılacağına ya da varılması gerektiğine dair bir öneride bulunmuyorlar. Önce birçok kutuplu olsun, Çin ve Rusya güçlensin, Atlantik cephesi geriletilsin, gerisi kolay gibi bir anlayış var. Çin ve Rusya, tek kutupluluğa karşı çıkarken küreselleşmeye, neoliberalizme açıktan itiraz etmiyor.

Katı bir egemenlik vurgusu, içişlerine karışmama ilkesinin öne çıkarılması, milliyetçiliğin iç siyasette kullanılması, önerdikleri düzenin alt öğeleri. Bu ülkelerin adil bir dünya düzeninden kastettikleri ülkeler içindeki adalet, gelir dağılımının adil ve eşit olması değil. Devletçi yapılara daha fazla alan açılması, ABD’nin küresel gündemi belirlerken onlara da danışması (çok taraflılık), belli coğrafyalarda nüfuz kurmalarına ses çıkarmaması, bütün bunlar yaşanırken Batılı şirketlerle işbirliğinin devam etmesi gibi bir anlayışa sahipler. Yoksa içerik olarak bu kadar karmaşık bir dünya düzeninin içerik olarak nasıl olması gerektiğine dair ayrıntılı bir ilkeler bütünüyle dünya kamuoyunun karşısına çıkmış değiller.

Dünya solu bu iktisaden kapitalist, siyaseten devletçi, küresel olarak adaletsizliği başka bir boyutta yeniden üretmeye razı modelin peşine düşmemelidir. Bundan daha yaratıcı bir siyasete ihtiyaç vardır. Çok kutuplu dünya düzeni ne özgürleştirici bir talep, ne eşitlikçi bir siyasal tahayyül içerir. Eşitsizlikçi Batı üstünlüğü ile otoriter Asya modelleri arasında seçim yapmak zorunda değiliz.