Google Play Store
App Store

Şiirden öyküye, çocuk edebiyatından günlük yazılarına uzanan geniş bir yelpazede üretmeye devam eden Betül Tarıman’la yazma serüvenini, ilham kaynaklarını ve edebiyatın nasıl bir yolculuk olarak gördüğünü konuştuk.

Çok yönlü bir yazın yolculuğu
Betül Tarıman

Esra GELBAL

Şiirleriyle, çocuk hikâyeleriyle ve Rıza Bıyık, Sinekler Şehri adlı öykü kitaplarıyla tanıdığımız Betül Tarıman’ın yeni kitabı At Kadar Hırçın Geyik Kadar Yabani, SRC Kitap’tan yayımlandı. Kendisiyle yeni kitabı, yazın hayatı ve edebiyat üzerine sohbet ettik.

Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Rıza Bıyık’tan sonraki kitabınız Sinekler Şehri. Şimdi de At Kadar Hırçın Geyik Kadar Yabani, SRC Kitap tarafından okurları ile buluştu. Kitabınızı okuduğumuzda öykülerinizde dil bazen kırbaç gibi keskinleşiyor, bazen de bir hesaplaşmanın içinde yumuşuyor. Bu dil yolculuğunda siz mi dili yönlendiriyorsunuz, yoksa dil mi sizi?

Dünyanın ağrısını hissettiğimiz şu günlerde geriye dönüp baktığımızda insanın yeryüzündeki serüveninin hiç de kolay olmadığını görüyoruz. Değil insan yeryüzündeki tüm canlılar hep acı çekti. Ama daha çok da insan dünyaya zarar verdi. Vermeye de devam ediyor. Savaşlar, katliamlar, kadın cinayetleri, çocukların ve kadınların istismarı, ekolojik dengenin bozulması, biyoçeşitliliğin azalması ve daha pek çok şey yaşananlar arasında. Olup bitenler karşısında öfkelenmemek mümkün değil. Kimi zaman avazım çıktığı kadar bağırıyor kimi zamansa dilim adeta bir kırbaç gibi keskinleşiyor. İşte böyle zamanlarda parmaklarım klavyenin üzerinde adeta bir at gibi koşturuyor. Kendimle ve dünya ile hesaplaşıyor, zihnimden geçenler bir öykünün doğuşuna sebep oluyorlar. Bu bir bakıma beni rahatlatan bir şey. Sorunuza dönecek olursam öykülerimde kullandığım dil bazen beni bazen de ben dili yönlendiriyorum.

Arka kapak yazısında belirtildiği gibi, öykülerinizde aynada bakıp da göremediklerimizi anlatıyorsunuz. Yazarken en çok neyin peşine düşüyorsunuz? Görünmeyeni görünür kılmak mı, yoksa kendini bile fark edemeyen insanın iç dünyasını keşfetmek mi?

Sokaklar ama özellikle ara sokaklar bana hep çekici gelmiştir. Özellikle o sokaklarda bir de insanın binlerce yıllık serüveni yatıyorsa o sokaklar beni bir mıknatıs gibi kendine çekmiştir. Dolayısı ile kendi serüvenimin peşine düşmeme de neden olmuştur. Ayrıca ben kimim varlık nedenim ne, gibisinden sorular da hep kafamı kurcalamıştır. Görünmeyeni ki yazı masasının başına oturduğumda şunu da belirgin kılayım diye bir amacım yoktur ama kâğıdın ya da klavyenin üzerinde çılgınca koşturan parmaklarım farkında olmadan bunu gerçekleştirirler. Bir de bakmışım bir gölge gibi kendimin peşinde geziniyor ya da kendini bile fark edemeyen insanın iç dünyasını keşfe çıkmışım.

Hem şiir hem öykü hem de çocuk edebiyatı alanlarında ürün veriyorsunuz. Şiirin verdiği nefesi öyküye ve çocuk kitaplarına taşırken hiç sıkıştığınız oluyor mu? Bu yolculukta kendinizi en çok hangi anlatım biçimine yakın hissediyorsunuz?

İlk şiirimi 1992’de yayımlamıştım. Neredeyse 14 yıl boyunca bu böyle devam etti. Lakin aklımda hep çocuk edebiyatı vardı ve Cemal Süreya’nın deyişiyle şiirin uzun saçlı kız kardeşi olarak tanımladığı öykü. Ayrıca öykü şiirimi şiir de öykümü besledi. Şiirden sonraki durağım öykü oldu. Kullandığı dile hayran olduğum Sevim Burak, Bilge Karasu, Latife Tekin, Leyla Erbil, Vüs’at O. Bener neredeyse vazgeçilmezlerim oldular. Belki de uzun yıllardan beri şiir yazdığımdan yazdığım öykülere şiirsellik sindi. Bundan yüksünmedim. Çünkü Sevim Burak’ın her satırında şiir var. Çocuk edebiyatı farklı tabii. Orada yazılan estetik niteliğe sahip olmalı, duru akıcı, açık, düşündürürken eğlendiren ve elbette çocuğun algılama düzeyine, gelişimine katkı sağlamalı. Yazarken bunları gözetiyorum. Belki ilk başlarda özellikle çocuklar için şiir yazarken zorlandığım oluyordu fakat bu kısa sürdü.  Yazarken eğleniyorum bile.

Kurgunun gevşediği, dilin kendini gösterdiği yerler var öykülerinizde. Yazarken neyi serbest bırakıyorsunuz, neyi sıkı sıkı tutuyorsunuz?

Bu, şiir olsun öykü olsun yazarken kalemimi olabildiğince serbest bırakıyorum. İçimde bir at doludizgin koşuyor. Özellikle duygularımı serbest bırakıyorum. Ve hatta dilimi de. Yazarken adeta kontrolden çıkıyorum. Her şey kendi olağanlığında olup bitiyor.

Karakterleriniz geçmişleriyle, hatıralarıyla, içlerindeki seslerle hesaplaşıyor. Edebiyatınızı bir hesaplaşma metni olarak görüyor musunuz?

Öykü kişilerim geçmişleriyle, hatıralarıyla, içlerindeki seslerle hesaplaşıyor. Düne gidip geliyorlar. Hesaplaşırlarken acı çekiyorlar. Bu benim için de böyle. Sonuçta o karakterleri ben yaratıyorum. Ve hatta bu karakterlerin benden bir parça olduğunu bile söyleyebilirim. Onlarla birlikte oturup kalkıyor, öfkeleniyor, seviniyor, kederleniyorum. Sorunuza gelecek olursam edebiyatımı hesaplaşma metni olarak gördüğümü söyleyebilirim. Yaratım sürecim, yarattıklarım, kullandığım dil dünden şimdiye nerede? Ben ne yapıyorum? Bundan sonra ne yapmalıyım? Sanırım kendime karşı acımasızım. Bu böyleyken böyle.

Bu kitap yazı yolculuğunuzda nerede duruyor? Bir adım mı, bir durak mı, yoksa yeni bir yol mu?

Bu kitapta yer alan öyküler neredeyse son üç yılın öyküleri. Her birinin bir hikâyesi ben de bıraktığı iz var. Yazma serüvenim devam ediyor. Nefes aldığım sürece yazacak ve okuyacağım. Doğrusu bu ya bundan sonra neler yazacağımı ben de merak ediyorum. Öte yandan öyküleri dışardan birinin değerlendirmesinin daha doğru olacağını düşünüyorum. Sanırım bu daha doğru olacak, yazı yolcuğumun neresinde durduğunu belirgin bir şekilde açıklayacaktır.

Kitabı kapatınca ne kalsın istiyorsunuz okuyucunun içinde? Hangi his, hangi cümle, hangi ses?

Yazarken hiç böyle düşünmemiştim. Bu dünyaya istemsiz bir şekilde gelmiş biri olarak benim de kırgınlıklarım, sevinçlerim, huzursuzluklarım, öfke nöbetlerim var. Kırılgan ve hassasım. Dünya hassas kalpler için bir cehennem sözü benim için de geçerli. Kırılıyorum ama bir taraftan da kırılmamayı öğreniyor, zırhımı kuşanıyor, yalnızlığın korunaklı odasında kendi halimde yaşayıp gidiyorum. Lakin insan yaşadığı sürece öğreniyor. Bu süreç ölüme kadar devam edecek. Öte yandan çevremde ve dünyada olup bitenlerin ruhumun derinliklerine sızdığı da bir gerçek. Kitabın içindekilerse bana sızanlardan kalanlar. Sanırım hüzündür, öfkedir bazen de sevinçtir kalemimin ucundan akan.

Beslendiğiniz kaynaklar desek bir de…

Sinemayı çok seviyor, elimden geldiğince takip ediyorum. Doğanınsa sağaltıcı bir gücü var. Yoksa insan bunca zulme nasıl dayanır? Doğanın içinde olmayı seviyorum ve elbette uzun yürüyüşler yapmayı, yürürken düşünmeyi… İnsan bu dünyanın başına gelmiş en büyük felaket olsa da insanın acısını yine insan alıyor. Zaman zaman sevdiğim dostlarımla birlikte olmayı seviyorum. Ayrıca farklı mekânlar, çalıştığım iş yeri beni besliyor. Her şeyin ötesinde insan kalmaya çalışıyorum.

Tezgâhta neler var?

Çocuk edebiyatından kopmayacağım. Yakın zamanda Dinozor Çocuk’tan çıkacak çocuk şiirleri var. Gültekin Emre ile dört yıl öncesinde birbirimize mektuplar yazmıştık. Onlar kitaplaşacak. Şiirse hayatımda varlığını hep sürdürecek. Günlük yazıyorum, yazmaya devam edeceğim. Ve elbette öykü de…