Google Play Store
App Store

Forum sayfamızda bu hafta Seyhan Erdoğdu siyasetin gündemindeki yeni hamleleri, ekonomik krizin toplumsal geri dönüşünü ve Ortadoğu’daki son gelişmeleri değerlendirirken, Ayşegül Kars Kaynar ise tüm bu gelişmelere paralel olarak liberal demokrasinin çöküşünün portresini çiziyor.

Çöküşün eşiğinde iktidar planı ve halkın seçeneği

Yusuf Tuna Koç

Ülkemiz de bölgemiz de yeni bir dönüşüm sürecinin eşiğinde. Saray rejimi, 2024 yerel seçimleri ardından yaşadığı gerilemeyi ve kemer sıkma politikalarının yarattığı krizleri içeride yeni kurgularla, dışarıda ise “gelmekte olana” tam uyumla aşarak ömrünü uzatmayı hedefliyor. 2023 Mayıs seçimlerinin hemen ardından yükselen toplumsal mücadele, AKP’nin 10 ay içerisinde ikinci parti durumuna gerilemesi, içeride muhalefete dağıtılan kartlarla aşılmaya çalışılıyor.

Normalleşme, yumuşama diye başlayan süreç, şimdi bir tarafında kayyum bir tarafınca Öcalan olan bir çözüme evrildi. Öte yandan Ortadoğu’da ABD’nin Suriye, Lübnan, Filistin ve İran’ı hedef alan yeni Ortadoğu paradigmasının yarattığı yeni taşeronluk imkânları iktidar için alışıldık bir senaryo.

Ancak tüm bu planlar devreye sokulurken, ülkede 22 yıllık çöküşün bilançosu hem toplumsal hem de ekonomik bir iflas olarak kendisini farklı biçimlerde ifade ediyor. Doğrudan halk düşmanı bir nitelik kazanan neoliberal politikalar, her gün farklı bir biçimde vücut bulan demokrasi ve hukuk krizi, toplumda yeni gerilimler biriktirmeye devam ediyor.

BirGün Pazar Forum sayfamızda bu hafta Seyhan Erdoğdu siyasetin gündemindeki yeni hamleleri, ekonomik krizin toplumsal geri dönüşünü ve Ortadoğu’daki son gelişmeleri değerlendirirken, Ayşegül Kars Kaynar ise tüm bu gelişmelere paralel olarak liberal demokrasinin çöküşünün açık bir portresini çiziyor.

CHP ile normalleşme ve Erdoğan’ın adaylığı, DEM ile anayasa ve çözüm süreci… İktidarla parlamento partileri arasında böyle bir uzlaşma durumu yalnızca siyasi değil ekonomik olarak da saldırı altındaki halk için ne anlama geliyor? 

Seyhan Erdoğdu: Sondan başlayalım. Mayıs 2023 genel seçimlerinin ardından Erdoğan yönetimi, neoliberalizmin Washington Uzlaşması dönemindeki politikalarına taş çıkartan bir “kemer sıkma politikası” uygulamaya başladı.

Şimşek politikaları adıyla anılan bu politikalar, tipik bir IMF istikrar paketinin bütün unsurlarını içerirken, çalışma ilişkilerinin esnekleşmesi, sosyal güvenlik haklarının daraltılması ve özelleştirmelere devam edilmesi bağlamında da neoliberal yapısal uyum programlarının özelliklerini taşımaktadır. Örneğin bu programın uygulanması ile, asgari ücretlerdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim yılı olan 2023’teki yaklaşık yüzde 35 oranındaki artış, 2024 yılında yaklaşık yüzde 5,3’lük bir reel azalmaya dönmüştür. Üstelik bu yüzde 5,3’lük azalma, Ekim 2024’teki enflasyon tahminleriyle ve TÜİK’in artık güvenirliğini yitirmiş resmî enflasyon verileriyle hesaplanan bir azalmadır. Kayıtlı çalışanların yarıya yakınının asgari ücret aldığı Türkiye’de, Şimşek programının ilk sonucu geniş işçi kitlelerinin yoksullaşması olmuş, dolaylı vergilerdeki artış bu yoksullaşmayı derinleştirmiştir.

Üstelik “turpun büyüğü heybededir”. Asgari ücretler, diğer emek gelirleri açısından bir büyüme noktasıdır. Asgari ücretlerdeki düşüş, toplu sözleşmelerle bağıtlanan işçi ücretlerini de aşağı çekerken memur maaşları ve emekli aylıkları da aynı şekilde aşağı çekilir. Hatta asgari ücretin ölçüt olarak kullanıldığı sosyal yardımlar da aşağı çekilir. 2025 asgari ücret artışını beklenen enflasyon oranında ve yılda bir kez yapma hayalini kuran siyaset ve sermaye bloku, 2025 yılında tüm emek gelirlerinin daha da eritilmesi planını yapmaktadır. Başta elektrik ve gaz olmak üzere yönetilen/yönlendirilen fiyatlardaki artışların,sermayenin tekelci fiyatlandırmasına eklenmesi ile 2025 yılında gerçekleşen enflasyonun beklenen enflasyonun üstüne çıkacağı ortadadır. 2025 yılı aynı zamanda durgunluk yılı olacaktır. Dünya Bankası verilerine göre 2024’te büyümenin yüzde 3,2’ye yavaşlaması ve 2025’te ancak yüzde 2,6 olması beklenmektedir. Bu da geniş tanımlı işsizlikte artışa yol açacaktır. Özetle 2025 geniş emekçi yığınları için yoksullaşma anlamına gelmektedir.

ERDOĞAN İÇİN SONUN BAŞLANGICI

Hatırlayalım. IMF’nin baskısıyla Haziran 1998’de imzalanan Yakın İzleme Anlaşması ve Aralık 1999’da imzalanan 17. Stand-by anlaşması, gelirler politikasına ilişkin hükümleriyle, asgari ücret kararlarında IMF’yi doğrudan aktör haline getirmişti. O zaman da görünürdeki amaç, Şimşek programında olduğu gibi reel faizlerde ve enflasyonda düşüş sağlamak ve ekonomik büyümeyi hızlandırmaktı. Bunun için de diğer hamlelerin yanı sıra, asgari ücretler açısından özellikle önem taşıyan “enflasyon hedefi ile uyumlu gelirler politikası” uygulanmaya konmuş ve bu yaklaşım 2001 Güçlü Ekonomiye geçiş programında da sürdürülmüştü. Böylece 2000-2003 döneminde 1969 yılından beri sürdürülen asgari ücretlerin geçim koşullarına göre belirlenmesi, bu bağlamda gerçekleşen enflasyonun temel alınması yaklaşımı terk edilmiş beklenen enflasyona endekslemeye geçilmişti. Geniş emekçi kesimlerinin yoksulluğa itildiği bir dönemin ardından iktidara gelen AKP hükümeti, 2004 yılından itibaren emek gelirlerinin beklenen enflasyona uygulanması politikalarına son vermişti. Şimdi Şimşek programı ile beklenen enflasyona endeksleme dönemi geri geliyor. Bu geri dönüş Erdoğan hegemonyası için, bir bakıma sonun başlangıcıdır.

İşçi sınıfı, ücretlerindeki gerilemeye, sosyal haklarındaki daralmaya ne zamana kadar dayanabilecek? 2024 yılı sendikal haklardaki bütün kısıtlamalara, grev hakkının fiilen ortadan kaldırılmasına, işçi eylemleri üzerindeki tüm baskı ve şiddete rağmen, geniş emekçi kitlelerin itirazlarını yükselttikleri bir yıl oldu. Gelir dağılımındaki eşitsizliğin artması, emek gelirlerinin payındaki gerileme ve demokratik, laik, hukuk devleti kural, kurum ve mekanizmalarının tahrip edilmesinin yarattığı ilk kitlesel tepki, kendisini 2024 yerel seçimlerinde Erdoğan’ın ve AKP’nin uğradığı hezimet olarak gösterdi. 2024 sonbaharında işçi-sendika eylemleri ve direnişleri arttı. Yalnızca işten atılmalara, sendikalaşmanın engellenmesine, iş kazalarına vb. gelişmelere karşı ya da ücretlerin artırılması için yürütülen işçi direnişleri ve grevler değil, sendikalar tarafından başlatılan ve Şimşek programının bütününü hedef alan merkezî eylemler de yapılmaya başlandı. DİSK’in “Geçinemiyoruz” sloganıyla vergide, gelirde ve ülkede adalet talebi etrafında örgütlediği eylemler; Türk-iş ve Hak-İş’in “Geçinemiyoruz” eylemlerine başlaması; üç işçi konfederasyonunun geçim krizine karşı ortak politik tavır almaları, 30 Kasımda KESK’in ‘’Geçinemiyoruz, Yoksulluğa Karşı Mücadelede Birleşiyoruz” sloganıyla gerçekleştireceği ve DİSK, TMMOB ve Türk Tabipler Birliği’nin de destek verdiği miting, işçi sınıfının 2025’te daha da artacak olan sorunlarına karşı yükselecek mücadelesine işaret ediyor.

“DEVLET AKLI” DEĞİL EMPERYALİZMİN AKLI

Siyasetteki son gelişmeleri, iktidarın bir yandan Kürt açılımı, bir yandan kayyum ile gelişen son hamlelerini nasıl yorumluyorsunuz? Muhalefetin bu hamlelere karşı tavrıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? 

İşte iktidar blokunun hegemonyasını sürdüremez olduğu böyle bir ortamda, Bahçeli tarafından ortaya atılan “umut hakkı” vaadi ve PKK’nın silah bırakması ve lağvedilmesi için Öcalan’ı Meclis’te konuşma yapmaya çağırması, aniden siyasal gündeme yerleşmiş bulunuyor. DEM Parti milletvekili Ömer Öcalan’a 43 ay sonra Abdullah Öcalan’la ilk kez görüş izni verilmesi, Abdullah Öcalan’ın "Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim" yanıtı, DEM Parti Sözcüsünün "Sayın Öcalan’ın Kürt meselesinin demokratik yollarla çözümünde oynayacağı rol, alacağı inisiyatif, üstleneceği sorumluluk hayati bir önem taşıyor" diye sürece katılması ve bütün bunlar devam ederken PKK’nın doğrudan üstlenmek istemediği TUSAŞ terör saldırısı, ardından kayyum atamaları iktidarın ne yapmak istediği konusunda farklı yorumlara yol açtı. Olan biteni anlamak ve yorumlamakta zorlanan iktidar yanlısı basına göre bu “açılımın” arkasında “devlet aklı” var. Burada kastedilenin “Devlet Bahçeli’nin aklı” olamayacağı açık! Kamuoyuna empoze edilmek istenen algıya göre “Devlet”, Suriye ve ardından İran’ın parçalanması ve ABD/İsrail yanlısı bir Kürt devleti kurulmasına karşı “içerde” PKK’nın silah bırakmasına dayalı bir uzlaşma zemini yaratmaya çalışıyor.

Bence de son gelişmelerin arkasında bir “devlet aklı” var. Ama bu akıl, iktidar çevrelerinin yansıtmaya çalıştığı gibi, devletle özdeşleşen Başkanlık sisteminin aklı değil. Diğer pek çok gelişme gibi bölgeye ilişkin son gelişmeleri de emperyalist aklın Ortadoğu planlarına bağlamak doğru olacaktır. Emperyalist aklın Ortadoğu planları da esas olarak ABD’nin ve “askerî-sınai-teknoloji kompleksinin” küresel çıkarları içinde biçimlenmektedir.

BOP YENİDEN DEVREDE

2003 yılında Irak’ın işgalinden önce Irak Dışişleri Bakanı Tarık Ali’nin ABD’nin “rejim değişikliği” değil “bölge değişikliği” peşinde olduğunu yani Ortadoğu coğrafyasını yeniden dizayn etmek istediğini söylüyordu. Rejim değişikliği “bölge değişikliğinin” ayrılmaz parçası olmak zorundaydı. Son çeyrek yüzyıldır Ortadoğu’da “bölge değişikliği” ve onunla bağlantılı “rejim değişiklikleri” sürüyor. Büyük Ortadoğu Projesini hatırlamadan bugünkü Öcalan ve kayyum gelişmelerini yorumlayamayız. Bu gelişmelerin iç politika boyutu yok mu? Elbette var. Erdoğan’ın ne olursa olsun yeniden Başkan olma ve iktidar blokunun artık kabul görmeyen hegemonyasını devam ettirme, Anayasa’yı kendi planları doğrultusunda değiştirme, “İslam hukukuna da varız” diyen ve emperyalizmle işbirliğini siyasal İslamla bütünleştirmeye hazır Kürt milliyetçisi hareketleri siyasal İslamın yedeğine alma, hatta politik gündemi değiştirme ve ana muhalefeti, gerçek muhalefet gündeminden uzaklaştırma gibi amaçları, bu gelişmelerin iç politika boyutunu tamamlamaktadır.

Kayyum atamalarıyla bütünlenen Öcalan açılımının ayrıntılarını ve nereye evrileceğini bilemiyoruz. İslama ilişkin “ilmî konuların” kamuoyu önünde tartışılmasına bile karşı çıkan Erdoğan rejimi, Öcalan açılımının perde arkasını kamuoyu önünde tartışacak değil herhalde!

Ama şunu biliyoruz. Erdoğan, kendi ideolojik yönelimi dışında olan ve kurduğu sermaye ittifaklarını bozacak tüm uzlaşmalara kapalı. Türkiye’de ülkenin ve halkın çıkarlarından yana olan her siyasi hareket bunu her gün bir kez daha yaşıyor. Yaşaması yetmez tabii, anlaması ve analizlerini ona göre yapması gerekiyor.

Dünya “değişen zamanlardan” geçiyor. Ortadoğu bu değişen zamanların tam ortasında yer alan bir coğrafya. “Değişen zamanlar” zor zamanlardır. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada neoliberal politikalar sürdürülemez hale gelmiş bulunuyor. Kapitalizmin mevcut birikim rejiminin sınırlarına geldiği tartışılıyor. Böyle zamanlarda doğru değerlendirmeler yapan, geniş kitlelerin desteğini alacak siyasi partilerin ve liderlerin varlığı hayati önem taşır. Tarih belirlenmiş değildir. İnsanlık, tarihi çevrelendiği koşullar içinde kendisi yapar. Türkiye’de laik, demokratik hukuk devletinden yana olan siyasi partiler ve demokratik kitle örgütlerinin en geniş birlikteliği ne kadar sağlanırsa, emekten yana politikalar bu birlikteliğin eksenine ne kadar yerleştirilirse gelecekten o ölçüde ümitvar olabiliriz.

Araştırmacı, Dr. Ayşegül Kars Kaynar yazdı: Burjuva liberal demokrasinin sonuTürkiye’de burjuva liberal demokrasi bir daha geri gelmemek üzere çöktü. Tohumları 1876’da atılan parlamentarizm tecrübesi sonlandı. Cumhuriyet tarihinin bir dönemi kapandı. Burjuva liberal demokrasinin yıkıntıları arasından, 21. yüzyılın karanlığı sızıyor.
***
Gazeteci Richard Silverstein yazdı: Trump 2.0 Ortadoğu’ya daha kötü günler getirecekYeni hükümet döneminde eğer İsrail yeniden Hizbullah’a saldırırsa, Trump’ın Biden dönemindeki kadar bile efor sarf edeceği şüpheli. Bunun yerine yeni başkan İsrail’i Hizbullah’ı Lübnan ve İran’da vurması için cesaretlendirebilir.
***
Oğuz Oyan yazdı: Dışarıda ödünler, içeride sertlikler dönemiTürkiye’de 22 yıldır iktidara çöreklenen siyasal İslamcı hareketin temsilcileri halkın emperyalizm düşmanlığının farkındadır. O nedenle NATO’cu olmakla birlikte bunu pek açıkça ifade etmemeye çalışır.