Cumhuriyet
Cumhuriyetimizin ne kadar demokratik olduğu kurulduğundan beri tartışmalı oldu. Öyle ki, kendisini “kurucu parti” olarak tanımlayan CHP bile son yıllarda sıklıkla onu “demokrasiyle taçlandırmak”tan söz ediyor.
Bugün o eleştirilen Cumhuriyetten de geriye pek bir şey kalmadı!
Yoksul halinde “yapan” bir cumhuriyet vardı, zenginlik havaları atarak “satan” bir rejime evrildi. 12 Eylül sonrası önü açılan satış ve özelleştirmeler, AKP iktidarı altında öyle hızlandı ki, neredeyse satacak bir şey kalmadı.
Ne Sümerbank, ne şeker fabrikaları, çimento fabrikaları, sigara fabrikaları, ne hidroelektrik santralları, ne madenler, ne de limanlar kaldı, yoksul cumhuriyetin yaptığı. Liste o kadar uzun ki, köşe yetmez satılanları saymaya.
Yoksul halinde zeki ve çalışkan öğrencilerini parasız yatılı okullarda okutan ve yurtdışına gönderen cumhuriyet, dünya liderliğiyle övündüğü günlerde en başarılı öğrencilerini yurtdışına kaçırır oldu. Yurtdışında eğitim alıp gelen doktorların, mühendislerin yerini burada eğitim alıp kurtuluşu yurtdışında arayanlar aldı.
En gerçek yol gösterici ilimdir diyen cumhuriyetten, eğitimi cemaatlere ve Diyanet’e devretmiş laikliği çoktan terk etmiş bir rejime gelindi.
Kâh AB hedefine ilerliyoruz, vesayetten kurtuluyoruz denilerek, kâh 12 Eylül’le hesaplaşarak demokrasi getirileceği söylenerek, peşlerine takılanların da desteği ile, otokratik bir tek adam rejimine gelindi.
Demokratik bir cumhuriyetin ayırt edici özellikleri; halkın karar alma süreçlerine katılım düzeyi, özgürlükler, kuvvetler ayrımı ve iktidarın nasıl dağıtılıp kullanıldığıdır. Belli aralıklarla oy kullanmak, temsilciler seçmek, aday olabilmek olmazsa olmazlarıdır ama yetmez.
O seçimlerin de özgür ve adil olması gerekir. Vatandaşların özgürce düşüncelerini ifade edebilmeleri, siyasi süreçlere katılabilmeleri gerekir. İktidarların kararlarını sorgulayabilme, ona itiraz edebilme ve liderleri hesap vermeye zorlama gücü olmalıdır.
Demokratik bir cumhuriyette hukuk öyle bir şeydir ki, bireyleri cezalandırmaktan çok haklarını ve özgürlüklerini korumak için vardır. Hukukun üstünlüğü, yalnızca sıradan vatandaşların değil iktidarın en tepesindekilerin bile yasalara bağlı kılmasından gelir.
İktidarlar yasama, yürütme ve yargı gibi birbirinden bağımsız güçlere bölünürler ve hepsinin dışındaki 4. güç medya tarafından denetlenirler ki, hiçbir güç denetimsiz öne çıkıp halkın tepesine binmesin.
Otoriter rejimlerde ise, güç bir tek liderin ya da küçük bir grubun elindedir. Öyle vatandaşların katılımını falan dert etmeden hayatın her alanını kontrole yönelirler. Anayasal ya da yasal denetim ancak kağıt üzerinde “sözde” vardır. Seçimler hep “şaibeli”dir. Yasalara da boş verip kararnamelerle yönetmek öne çıkar. İfade, basın, toplanma, protesto özgürlüğü de sadece “sözde”dir. Keyfi olarak ve sıklıkla sınırlanır ve cezalandırılır.
Herhangi bir siyaset bilimine giriş kitabını açın; demokratik bir cumhuriyetin vatandaş katılımı, hesap verebilirlik ve özgürlüklerin korunması; otoriter rejimlerin ise, gücün merkezileşmesi, özgürlükleri kısıtlaması ve vatandaşların yönetime etkisinin sınırlanması olduğunu yazar.
İster kitaptan okuyarak ister bizzat yaşayarak, önce nasıl bir rejimle yönetildiğinize karar verin!
Bir kez buna karar verdiyseniz, sıra nasıl bir rejimde yaşamak istediğinize karar vermeye gelir: Her bir yurttaşın kendisini ait hissederek benimsediği, eşit ve özgür hissettiği, dili ve kültürüyle kendini geliştirebildiği, karnı tok sırtı pek güven içinde yaşayabildiği bir demokratik cumhuriyet!
Yaşasın cumhuriyet, ama onun için mücadele gerek!