Google Play Store
App Store

Şehir kimlikleri, sanıldığı gibi fiziksel-mekânsal-kültürel olarak ‘kentli’ olma hallerinden çok diller ve kültürler üzerinden ilgili literatüre konu olmuştur. Hemen bütün modern devletler şehir nüfusunun dil-inanç kimliklerini tespit-tasnif etmeye odaklanmış; homojen toplum politikalarını bu kategoriler üzerinden kurmuştur. Bu nedenle şehir-kimlik ilişkisini anlamak, öncelikle bunları kapsayan demografiye bakmayı gerektirir. Bu, ayrıca devletlerin kimlik politikalarını anlamak açısından da oldukça önemlidir.

Hatay’ın şehir kimliği bu açıdan ilgi çekici olgularla yüklüdür. Şehir demografisini oluşturan kimlikler Hatay’ın, çeşitli devletler arasında pazarlık konusu olmasında daima merkezi rol oynamıştı. Yüzyıl önceki adıyla İskenderun Sancağı, 1921 Ankara Antlaşması’yla Fransız yönetimine bırakılırken ya da 1936-1937 yıllarında Milletler Cemiyeti’yle anlaşma gereği Suriye’ye bağlı özerk bir cumhuriyet olurken temel kriter Hatay’ın kimlik nüfuslarıydı; hangi kimlik grubundan ne kadar nüfusun bulunduğuydu.

Dolayısıyla bütün o süreçte kimlik kategorilerinin tespiti en önemli çalışmalardan birisiydi. 1936 sayımına göre şehirde Arapça konuşan nüfus 99 bin 163, Türkçe konuşan nüfus 85 bin 274 kişi olarak tespit edilmişti. Aynı sayıma göre 28 bin 857 Ermeni, 4 bin 831 Kürt ve 954 Çerkes vardı. Araplar yekpare değildi; Hıristiyan Araplar, 14 bin 105. Müslüman Sünni Araplar 22 bin 461, Alevi Araplar ise 62 bin 123 nüfusa sahipti.

∗∗∗

Sancakta Türk nüfus çoğunluk olmadığı için Arap Alevilerini kazanmak Türkiye için oldukça önemliydi. Zira resmi belgelere de yansıdığı gibi Hatay demografisinin en büyük gruplarından birisi Arap Alevileriydi. Cumhuriyet elitleri o yıllarda Arap Alevilerini “Eti Türkleri” olarak nitelemeyi tercih etmiş ve Osmanlı Devleti’nin, ‘Eti Türkleri’ni ihmal etmesini, facialardan biri olarak görmüşlerdi. Bunun yanı sıra farklı kanallardan yaptıkları yoğun propaganda ile aslında Arap Alevilerin Arap olmadıklarını, 40 asırdır buraya yerleşip zamanla dillerini unutup Araplaşan Eti Türkleri olduğunu iddia etmişlerdi. İlginçtir, Dersim kırımı sürerken bazı Alevi Ocak pirleri, Arap Alevilerin Türkiye’nin yanında-lehinde yer almasını sağlamak için, devlet tarafından Hatay’da görevlendirilmişlerdi. Bu çabalarla bazı Arap Aleviler, Türk olarak kayıt ettirilmiş ve nüfus (seçmen) sayımı açısından arzu edilen sonuçlar elde edilmişti. Nitekim Milletler Cemiyeti’nin verilerine göre Türk kesimden 22, Alevi kesimden 9, Ermenilerden 5, Araplardan 2, Ortodoks cemaatinden 2 kişi mebus olma hakkı kazanmıştı.

3 Mayıs 1938’de Milletler Cemiyeti gözetiminde yapılan seçimin yanı sıra, Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1938’de Mersin-Adana’ya yaptığı gezi ve nihayet 3 Temmuz 1938’de Türk-Fransız Antlaşması ile süreç tamamlanmış ve Türk Ordusu Hatay’a girmişti. Haziran 1938-1939 döneminde İskenderun Sancağı, Hatay adıyla önce bağımsız bir devlet olmuş ve devamında Türkiye’ye ilhak ederek, ülkenin vilayetlerinden birisi haline gelmişti.

∗∗∗

Bu aşamadan Arap Alevilerin, sistem tarafından güçlü bir kabulü beklenirdi belki ama elbette öyle olmamıştı. Bütün o gerilimli süreçte özel ilgi gösterilen ‘Eti Türkleri’, Hatay’ın resmen Türkiye’ye katılmasıyla yeniden ‘Arap Aleviler’ olarak kayıtlarda yerlerini almışlardı. Üstelik ‘halledilmesi gereken bir sorun’ olarak. Mesela 3 Şubat 1943 tarihinde Samandağ Nahiye Müdürü Behçet Perim tarafından, Hatay Valiliği’ne gönderilen raporda Arap Alevilerin “Hatay’ın ilhakından dört yıl geçmesine rağmen, asimile olmadıkları gibi, günün birinde Türkiye’nin Suriye ile girebileceği bir savaşta, Suriye’nin yanında yer alacaklarından kuşku duyulduğu” yazılmıştı. Raporda “Alevilerin yerleşik olduğu mıntıkaların manen de ilhak edebilmesi için, Bulgaristan, Romanya ve Sırbistan’dan gelmiş evsiz ve topraksız halis Türk muhacirlerinin yerleştirilmesi” özellikle önerilmişti.

Özetle ‘Eti Türkleri’ gitmiş, yerine yeniden Arap Aleviler gelmişti. Artık onları da yerlerinden çıkarmanın zamanıydı. Bu uygulama çoğu ulus devletin bir tür alışkanlığı gibiydi. Ne yazık ki alışkanlıkların terkedilmesi hiç kolay değil ama üstesinden gelebilmek için yok sayılmamaları şarttır.