Bugün muhalefet bloku mevcut tek adam sistemine karşı güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş hedefini önüne koymuş durumda. Bu hedef kuşkusuz olumlu bir gelişme olmakla beraber Türkiye’nin sorunlarını çözme konusunda yetersiz kalacaktır.

Cumhuriyet nasıl islamcı faşizme dönüştü?

Cumhuriyet’in yüzüncü yılında tarihin en kritik seçimlerinden birisine artık sayılı günler kaldı. 21 yıldır ülkeyi yöneten siyasal İslamcı iktidardan ülkenin kurtarılması halkın öncelikle meselesi haline geldi. Öte yandan muhtemel bir iktidar değişikliği sonrasında Cumhuriyet’in yeniden kuruluşunun hangi temeller üzerine kurulacağı da bir başka önemli tartışma başlığı olarak öne çıkıyor. 

Bu konudaki tartışmaları ele alırken, Oğuzhan Müftüoğlu’nun Bursa TAKSAV (Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf) şubesinde gerçekleştirilen söyleşinin bir bölümünün özetini yayınlamayı uygun gördük. 

Cumhuriyet’in nasıl yeniden kurulacağına odaklanılmışken, Oğuzhan Müftüoğlu’nun Cumhuriyet’in nasıl dönüştüğünü ortaya koyduğu söyleşisi sorunu yeniden düşünme fırsatı sunuyor. 

Başkanlık Sistemi’ne geçişin ardından, BirGün’deki başka bir yazısında da gelinen noktayı “Cumhuriyet’in harakirisi” olarak tanımlayan Müftüoğlu’nun konuşmasının öne çıkanları şu şekilde oldu:

Böylesine önemli bir gelişme devletin bir beka sorunu denilen bir sis perdesi arkasında, bütün devlet kurumlarının, büyük sermayenin, muhalefet partilerinin, büyük medya patronlarının, bir de soldan gaflet ve ihanet çukuruna düşenlerin katkılarıyla ve bütün dünyada yükselen bir neoliberal gericilik dalgasından beslenerek, adeta Cumhuriyet’in bir harakirisi olarak gerçekleşti. Cumhuriyet’in nasıl yeniden kurulacağı sorusunun yanıtı, aslında nasıl kaybedildiğinin, nasıl teslim edildiğinin anlaşılmasından geçiyor. 

2010 referandumu ülkenin en kritik dönemeçlerinden biriydi. Türkiye solu bu referandumda ikiye bölündü. Bazılarının “yetmez ama evet” diyerek destekledikleri bu değişiklik AKP’nin “FETÖ”cülerle birlikte İslamcı faşizme yönelişteki en önemeli kırılma noktalardan biriydi. 
O yıllardan sonra sürekli kırıla kırıla bu günlere geldik. 

14 Mayıs’ta Cumhurbaşkanlığı referandumuna giriyoruz. O günlerden bu yana Türkiye’nin geri bir felakete sürüklendiğini anlatmaya çalıştık. Zaman zaman “bu sürece karşı birleşik bir devrimci sorumluluk hareketine ihtiyaç var” diyerek, Haziran Hareketi gibi girişimlerle bu sürece karşı bütün muhalefet güçlerinin birlikte hareket etmesini savunduk. 

Şimdi bir kere daha, ülkemiz yeniden çok önemli, tarihî bir kırılma noktasıyla karşı karşıya. 
Bu noktada önümüzdeki dönemin sorunlarını doğru kavrayabilmek için bu noktaya nasıl gelindiğinin de iyi anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Bugün yaşadıklarımız geçmişin anlaşılmasına yardımcı olduğu kadar, gelecek için de yol gösterici olacaktır. 

Türkiye devlet yapısı özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında bağımlılık ilişkisi içine sürüklendiği ABD’nin Soğuk Savaş politikaları doğrultusunda sömürgeleştirilerek yeniden yapılandırılmıştı. Bu devlet yapısı süreç içinde Amerika’nın o dönemki komünizme karşı oluşturulan Yeşil Kuşak Projesi doğrultusunda şekillendirildi. Bu doğrultuda bütün ilerici devrimci demokratik hareketler bir tehlike olarak görülerek, İslamcılık ve faşist hareketler gerici tarikatlar desteklendi. Ordusundan istihbarat birimlerine kadar bütün devlet yapısı askerî darbelerle, şimdi adi suç örgütlerine dönüşmüş paramiliter faşist yapılarla desteklenen (bizim “Sömürge Tipi Faşizm” diye tanımladığımız) bir nitelik kazandı. ABD’nin Ortadoğu planları kapsamında bir proje olarak gündeme getirilen AKP iktidarının, Erdoğan’ın kendisini BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) eş başkanı olarak takdim etmekte beis görmediği süreçlerden geçerek bir İslamcı faşist rejime dönüştü. Devletin “Kemalist” yapılarının, partilerinin ideolojik örüntüleri nedeniyle adeta barış içinde bir karşıdevrim yaşanabildi. Eski Cumhuriyet, İslamcı bir faşist rejime böyle dönüştürülebildi. 

Bugün muhalefet bloku mevcut tek adam sistemine karşı güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş hedefini önüne koymuş durumda. Bu hedef kuşkusuz olumlu bir gelişme olmakla beraber Türkiye’nin sorunlarını çözme konusunda yetersiz kalacaktır. 

Bu yüzden bugün ülkemizin ihtiyacı olan şey yalnızca AKP iktidarının, tek adam rejiminin ortadan kaldırılmasından ve yerine güçlendirilmiş bir parlamenter sistemin getirilmesinden ibaret bir şey değil; böyle bir İslamcı faşist rejime geçişe de zemin oluşturan devletin bütün ideolojik politik anti-demokratik baskı aygıtlarından, emperyalist boyunduruklardan arındırılarak, geçekten demokratikleştirecek bir devrimci dönüşüm sürecidir. 

Böyle bir devrimci dönüşüm de, ancak ve ancak bütün emekçilerin, işçilerin, gençlerin, kadınların, bütün ezilen halkların birleşerek, örgütlenerek, kendi haklarına ve geleceklerine sahip çıkarak verecekleri bir mücadele ile kazanılabilecektir.