Cumhuriyet nereye, nasıl ve ne için olmalı
Kemal IRMAK*
18. ve 19. yy, dünyada birçok toplumsal değişimlerin yaşandığı önemli bir tarihsel dönemece işaret eder. Özellikle Avrupa’da bir yandan gelişen sanayileşme ve buna bağlı olarak işçi sınıfının ortaya çıkışı, yeni ekonomik modeller, toplumsal formlarda farklılaşma elbette ki yeni yönetim şekillerinin ortaya çıkmasının sebebini oluşturmuştur. 1700’lerin sonu İşçi sınıfının ortaya çıkışıyla feodaliteyi tasfiyeye yönelirken, burjuva sınıfının da sahneye çıktığı bir dönemdir aynı zamanda. Bunlar, Fransız İhtilalini ortaya çıkaran sebeplerdir. 1789 Fransız İhtilali, ortaya çıkardığı fikri zenginlik, Krallık, Padişahlık gibi tek adam veya sülale yönetimlerine dayanan yönetimlere karşı, eleştirel fikirlerin çoğaldığı ve yeni yönetim şekillerinin tartışıldığı, yeni yönetim arayışlarına girildiği çok önemli bir tarihi devrimdir. Halkın kendi yöneticilerini seçmesi anlamını taşıyan “Cumhuriyet” yönetimi de bu tarihten sonra şekillenmiştir. Ancak halkın kendi yöneticilerini seçmiş olması daha demokratik bir yönetim olmasına rağmen, tam anlamıyla bir demokrasi yönetimi olduğu anlamına gelmediği kısa sürede anlaşılmıştır. İnsan hak ve özgürlüklerinin yasalar ve farklı normlarla güvence altına almadan bunların mümkün olmadığı görülmüş olup Cumhuriyeti geliştirmenin yol ve yöntemlerini insanlık armaya devam etmiş ve hala da devam etmektedir.
Avrupa’nın hemen yanı başında olmamıza rağmen, matbaanın 300 yıl sonra ülkemize geldiğini düşünürsek, Avrupa’daki değişen ve gelişen yeni fikirlerin ülkemize gelmesi de elbette zaman almış, ancak 130 yıl sonra bizde “Cumhuriyet” yönetimi ile tanışmış olduk. Nasıl ki Fransa’da Cumhuriyet burjuva sınıfının ekonomik, sosyal çıkarlarını korumaya, geliştirmeye ve büyütmeye hizmet etmişse, bizde de büyük ölçüde aynı amaca hizmet etmiştir. Mustafa Kemal’in ilham kaynağı büyük ölçüde Fransa olmuştur zaten.
Bu nedenle Cumhuriyetin kuruluşunun temelinde bir burjuva devleti kurma yaklaşımı vardır. Kuruluşuna öncülük eden kadrolar açısından bakıldığında bu çok daha iyi anlaşılacaktır. Sınıfsal olarak burjuva siyasetinin bileşenlerini görürüz. Cumhuriyetin kuruluşunda daha çok askeri kadroların olması, bir yanının da militer bir yapısının olduğun çok net ortaya koyar. Uzunca yıllar Cumhuriyetin bekçisi ve güvencesinin “Ordu” olduğu yaklaşımı da buradan gelir. Her ne kadar Atatürk, Gençliğe Hitabesinde “Ey Türk Gençliği; Birinci Vazifen Türk istiklalini, Türkiye Cumhuriyetini ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir” diyerek, Cumhuriyeti koruyacak ve geliştirecek olarak gençliği işaret etmiş olsa da, tarih bu şekilde tezahür etmemiştir.
Özellikle Demokrat Parti (DP) ve Adalet Parti (AP) dönemlerinde Amerikan Emperyalizmi ile yakınlaşmalar, Marshall Planı, Marshall Yardımları adı altında Genç Cumhuriyeti bir sömürgeye dönüştürme planlarına karşı Türkiye’deki Gençlik Hareketleri Cumhuriyete sahip çıkmak, onu geliştirmek demokratik ve sosyalist bir Cumhuriyete dönüştürmek için mücadele etmişlerdir, ancak 1971 ve 1980 de askeri darbelerle bastırılmışlardır.
Modernleşme pratiğiyle hayata geçen Laiklik ve Aydınlanmacı fikirlere ve çeşitli yasalar ve deneyimlerle kadınlara ve çeşitli toplumsal öznelere sağlamış olduğu özgürlükler, seçme seçilme hakkı, kadına tanınan toplumsal rollerdeki ilerici atılımlara rağmen, “Devrimci- Demokratik, Emeğin ve Emekçilerin Cumhuriyeti” olamamıştır.
Özellikle 12 Eylül, 1980 de Gerçekleşen Askeri darbe sonrası, Cumhuriyetin karakteri giderek daha ırkçı, İslamcı gerici bir hale dönüşmüştür. Tüm bunların tohumları darbe ile atılırken, sonra iktidara gelen Türk-İslamcı iktidarlar tarafından çok daha ileri bir boyuta taşınmıştır. AKP’nin 22 yıllık iktidarı süresince ortaya koyduğu gerici politikalar ve uygulamalar sonucunda cumhuriyet, sadece Anayasa’da yazılı olan geçmiş bir hatıraya dönüştürülmüştür. 12 Eylül sonrası oluşturulan siyasi-ideolojik temeller bünyesinde şekillenip, emperyalist finans sermayesinin temsilciliğini üstlenerek iktidara gelen AKP, adeta bir “karşı devrimci” rol üzerinden demokrasi adına ne varsa bertaraf etmek istemektedir. “Tek Adam Rejimi”nde yeni bedenine kavuşmuş Siyasal İslam ise bugün en büyük tehlikeyi oluşturmaktadır. Yıllardır bir rejim tahkimatı içinde olan AKP bunu en fazla eğitim alanı üzerinden gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Eğitim alanı, Siyasal İslam rejiminin saldırılarının merkezinde yer almaktadır. AKP ve bizzat Erdoğan tüm uğraşlarına rağmen muhafazakâr, tamahkâr ve sorgulamayan bir toplum yaratmayı başaramamıştır. Rıza ile yapamadığı bu kültürel hegemonik dönüşümü ise kamusal eğitime darbe vurarak gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Yıllardır okul öncesi eğitimden yükseköğretime kadar tüm düzeylerde özelleştirmeler ve piyasalaşmayı yaygınlaştırmaktadır. Diğer yandan, bilimsel pedagojik yaklaşımlar ayaklar altına alınarak ÇEDES ve Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli gibi müfredata yerleştirilen gerici unsurlarla boyunduruk altına alınmış bir neslin yetişmesi istenmektedir. ÖMK (öğretmenlik meslek kanunu) ile de bu nesli yetiştirecek öğretmen kadrolarını oluşturmak istemektedir. Eğitimcilik mesleğinin aydın ve ilerici değerlerini hiçe sayan bir anlayışla liyakatsiz, partizan kadrolaşma ile eğitimdeki niteliğe çok büyük zararlar verilmektedir. Laik, demokratik toplum yapısına eğitim üzerinden darbe vurularak oluşturdukları gerici rejimin devamlılığı amaçlanmaktadır.
NASIL BİR CUMHURİYET HEDEFLEMELİ VE NE YAPMALI?
Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmak, Siyasal İslam’ın, Nato’cu, Osmanlıcı, dinci, emekçi ve kadın düşmanı programı çerçevesinde ülkemizi topyekûn geriye götürüşünü engellemek için önümüzdeki en büyük görev tek adam rejiminden kurtulmaktır. Bunun için; Herkesin birbirine benzediği, aynı şekilde düşünüp aynı şekilde davrandığı ve farklı olanları yok etmek için diş bilediği adı cumhuriyet, kendisi İslamcı bir faşizm olan bu rejime karşı birlikte top yekun mücadele olmazsa olmaz.
Emeğin ve yaratıcılığın kendini yenilediği, üretimin sömürüsüz, paylaşımın da eşit olduğu, hukuk normlarını vicdandan ve deneyimden türeten, onarıcı, iyileştirici, adil ve hukukun üstünlüğünü tüm yurttaşların üstün yararı olarak gören din ve vicdan hürriyetinin kamusal güvenceye alındığı bir cumhuriyet, ancak bütün yurttaşların mutluluğunu sağlar.
Toplumsal eşitsizlikleri beseleyen, gücü ve parası olana hizmet eden, parası olanın eğitim ve sağlık alabildiği, özelleştirmeler sonucu içleri boşaltılmış kurumların kamulaştırılması mutlaka sağlanmalı, kamucu bir cumhuriyet tesis edilmelidir. Demokratik bir cumhuriyetin en önemli alanlarından biri herkes için laik, eşitlikçi, parasız, bilimsel, nitelikli ve kamusal bir eğitim anlayışını hayata geçirmek olmalıdır. Felsefeden, sanattan ve bunların eleştirel gücünden korkmayan, evrensel değerler üreten, farklılıkları zenginlik gören, kimsenin rengini diğerine hakim kılmayan…
Doğayı tanıyan, çevreci, kendisini doğadan ve başka bir canlıdan üstün görmeyen; tersine onun bir parçası olduğunu benimsemiş nesiller için demokratik eğitim anlayışını temel bir hak olarak güvence altına almış olan bir cumhuriyete ihtiyacımız vardır
Ülkede yaşayan herkesin kendini eşit ve mutlu hissettiği, kimsenin inancından ve etnik yapısından dolayı üstün yada öteki görmediği, eşit yurttaşlık haklarıyla var olduğu ve tanındığı bir cumhuriyet için birlikte, bütünlüklü mücadele edilmelidir. Bunun ilk şartı ise elbette, tek adam rejiminden kurtulmak için verilecek birleşik ve bütünlüklü bir mücadele ile olacaktır.
AKP’nin yarattığı bu gerici iklimden ve uyguladığı ekonomik politikalardan son derece rahatsız, aynı zamanda ülke geleceği için huzursuz kesimlerin farklı biçimlerde ortaya çıkan tepkilerini örgütleyecek bir odağın hala ortaya çıkmaması en önemli eksikliktir.
Devrimci bir cumhuriyetin olmasına inan kesimlerin en önemli görevi de bu iradeyi ortaya çıkarmak ve örgütlemektir. Cumhuriyetin surlarında açılan büyük darbeler bunu zorunlu bir görev olarak herkesin önüne koymaktadır.
* Eğitim Sen Genel Başkanı