Google Play Store
App Store

Modernleşme sürecinde siyasal literatürün en fazla başvurulan iki kavramı Cumhuriyet ve medeniyet olmuştu. Cumhuriyet, geleneksel siyasal rejimlerin alternatifi olarak, modernleştirici araçlarla inşa edilmişti. Çünkü arzu edilen radikal dönüşümler ancak Cumhuriyet rejimiyle mümkün olabilirdi. Tanım, içerik ve uygulama yönünden farklılıklarına karşın, ulus devletlerin siyasal rejim tercihi bu nedenle genellikle Cumhuriyet lehine idi. Türkiye’de Cumhuriyetin ilanı-inşası da bu eğilimin bir örneğiydi.

Modern siyasal rejimlerin diğer önemli kavramı ‘medeniyet’ idi. Batı ülkelerinde ortak düşünce ve geçmişe işaret eden ‘civilization’ (uygarlık) ile temelde aynı anlama sahipti. Civilization kök anlamını ‘yurttaş’ demek olan ‘civitas’dan almıştı. ‘Yurttaş’, antik Yunan sitelerinde erkek ve zengin bir şehirli grubun statüsüydü. Sözcüğün doğudaki karşılığı olan ‘medeniyet’ de anlamını Arapça şehir demek olan ‘Medine’den almıştı. Yani uygar ya da medeni olan aslında şehirliydi. ‘Kırsal’ ve ‘köylü’lerin küçümsenmesine yol açan siyasal düşünce de buradan beslenmişti. Bu, ‘modern’ zihniyet, henüz inşa edilmekte olan sosyalist düşünceyi de etkilemişti. O kadar ki köylüler, marksist teorinin ilk döneminde değil, birer köylü ülkesi olan Rusya ve Çin devrimleri sürecinde, işçi sınıfının ittifak edebileceği bir güç olarak kabul görmüştü.

Modern siyasal rejimlerin inşasında hep birlikte anılan ‘Cumhuriyet’ ve ‘medeniyet’, kapitalist devletlerin, gittikleri her yeri daha ileriye taşıdığını iddia eden söylemlerin resmi dili olmuştu. Bu özelliğiyle büyük ölçüde modern devletlerin baskıcı siyasal pratiklerinin bir örtüsü gibiydi. Görünüşe göre modern rejimler, gittikleri yerlere ‘medeniyet’ ya da ‘uygarlık’ götürüyor ve ortaçağın geleneksel düzenlerini çözüyorlardı. Zaten ‘geri kalmış’ ve/veya ilkel bu düzenlerin yerine ‘bilime’ ve ‘akla’ dayalı yeni siyasal ve toplumsal düzenler kuruyorlardı.

Geleneksel hayatın yerine inşa edilen bu ‘medeni’ ya da ‘uygar’ toplum iddiası referansını aydınlanmadan almıştı. Aydınlanmanın anahtar kelimesi de ‘akıl’ idi. Aklın kuruluşu, tıpkı modernin kuruluşu gibi geleneksel alanın alternatifiydi ve hatta ona karşı kurulmuştu. 18 yüzyıl Fransız aydınlarının yazılarından başlayarak bu eğilim Avrupa’daki ‘aydınlanmacılar’ için bir düşünsel toplanma imkanı sağlamıştı. Onlardan biri olan Alman filozofu Kant, 18. yüzyılda ‘aklı’ aydınlanmanın merkezine taşıyan makaleler yazmıştı. Dini hayatın itibar kaybetmesi de bu sürecin neticesiydi. Bir türlü tam olarak gelemeyen ‘laiklik’ de buradan çıkmıştı zaten.

Ne var ki sadece 20. yüzyıl boyunca modern devlet politikalarının ürünleri/neticeleri içinde herhalde en dikkat çekeni ölçüsüz kitlesel kıyımlardı. O kadar ki bir yüzyıl içinde 197 milyon insan, ulus devletler eliyle gerçekleştirilen katliamlarda ve savaşlarda hayatını kaybetmişti. Dünyanın tanıklık ettiği iki büyük dünya savaşı bu dönemin ürünüydü. Ayrıca milyonlarca insan köylerini ve şehirlerini terketmek zorunda bırakılmıştı. Bütün tarih içinde bu büyüklükte bir kıyım ve yerinden edilme, başka hiç bir dönemde olmamıştı. Kulağa hoş gelen bütün diğer kavramlar gibi Cumhuriyet ve ‘medeniyetin’ öteki yüzünde böyle de bir deneyim vardı.

Bugün insanlık, Cumhuriyet ve medeniyetin en azından iki yüzyıllık deneyiminin bilgisine sahiptir. Dolayısıyla modern bir rejim olarak cumhuriyetin, Fransız aydınlanmasından gelen bu tarihsel geçmişini sorgulamak bir insani ödevdir. Bunu yapmak adeta belleklerimize yerleşen ve kulaklarımıza hoş gelen ‘devrim’, ‘ilerleme’, ‘kalkınma’, ‘medeni toplum yaratma’, ‘çağdaş uygarlık düzeyini yakalama’ gibi söylemlerin sonuçlarını yeniden analiz etmek için büyük bir önem taşıyor. Bir spor takımı taraftarı ya da karşıtı olmaya benzer köşeli tutum ve söylemlerden daha fazla bir şey demektir bu. Dolayısıyla ‘muhafazakar’ ve ‘seküler’ olmaktan öte bir yaklaşımı gerektiriyor. Aslında böyle bir eleştirel okumaya tüm canlılar için yeni bir siyasal-sosyal düzen ve imkan sunabilmek için de büyük ihtiyaç bulunuyor. Özetle ‘Cumhuriyet’ ve ‘medeniyet’ söyleminin her bir deneyimine, genel yüceltici ya da aşağılayıcı söyleme kurban etmeden kendi bağlamı içinde yeniden bakmanın zamanıdır.