Google Play Store
App Store

Türkiye’nin siyasal krizini “6 erkek” aktörün bireysel tarihleri üzerinden okumaya çalışabilir miyiz? İkisi haksız ve hukuksuz olarak tutsak tutulan bu 6 erkek, Cumhuriyet’’in geçen yüzyılının yetiştirdiği çocuklar. Üçerli iki grup oluşturuyorlar. İlk üçünün yaşı yetmişin üstünde ve politik güç onların elinde. Diğer üçü ise ellili yaşlarının başındalar ve “yaşlılara” karşı iktidar mücadelesi yapıyorlar.

Önce yaşlılardan başlayalım.

En büyükleri olan Devlet Bahçeli, güneyli Türkmen bir toprak ağasının çocuğu. Kolejlerde okumuş. İlk gençlik yıllarından başlayarak Türkçü, milliyetçi bir politik çizgi tutturmuş. Ankara’da akademisyen olmuş. Akademiye girdiğinden bu yana “devlet”le daha özel bir ilişkisi olduğu kendi çevresinde bile hep dillendirilmiş. Zaten paramiliter bir kontgerilla örgütü olarak kurulduğu kabul edilen Ülkü Ocakları’nın ilk kurucu ve yöneticilerinden. Çekirdekten antikomünist.

Abdullah Öcalan, Bahçeli’den bir yaş küçük. Urfa’da yoksul bir ailede doğmuş, lisede subay olmak istemiş ama sınavları kazanamamış, önce meslek lisesine gidip memur olmuş, ardından kısa bir süre İstanbul’da Hukuk Fakültesi dönemi var. Ardından Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne geçmiş. Dev Genç ve sosyalizmle tanışana kadar muhafazakar-dindar, Maltepe Camii müdavimi bir Kürt.

Üçlünün en küçüğü RT Erdoğan. Karadenizden İstanbul’a göç eden bir balıkçının oğlu. Cumhuriyet’in milli eğitimi ile pek de ilgisi olmamış ailesinin. Çocukluktan dindar, İmam Hatip okumuş, Babasından gördüğü şiddetle övünen, gençliğindeki rol modellerinden biri G. Hikmetyar olan, küçük yaşlardan başlayarak al-sat komisyonculuğunda ustalaşmış.

Üç yaşlının iki ortak özellikleri daha var. Üçü de 1965 sonrası Milli Türk Talebe Birliği’nin (MTTB) tedrisatından geçmişler. Necip Fazıl dinlemişler. 1965 sonrası MTTB, ABD’nin Komünizmle Mücadele stratejisinin Türkiye’deki en önemli STK’larından biri..  İkisi  Soğuk Savaş döneminin ABD kaynaklı antikomünizm ihracından doya doya etkilenmişler. Biri antikomünist milliyetçilik, diğeri antikomünist dinciliğe yönelmiş. Öcalan ise, Devrimci Gençlik ve Fikir Kulüpleri Federasyonu ile tanışarak “sosyalizme evrilmiş”, ama din yüreğinin bir yanında hep kalmış. Üçü de bireysel ve siyasal alanda “şiddeti” bir yöntem olarak benimsemiş ve uygulamaktan da çekinmeyen insanlar.

Üçü de Cumhuriyet’in devrimci özü olan “bağımsızlık, laiklik ve demokrasi” saç ayağından uzaklar. Cumhuriyet mi onlara erişemedi, onlar mı Cumhuriyeti benimseyemediler bilinmez. Magazine düşmek pahasına şu soru bile sorulabilir. Eğer Öcalan, askeri lise sınavını kazansaydı ondan da bir Eşref Bitlis olur muydu?

Öcalan yazdığı metinlerde en çok “reel sosyalizme” kapıldığı özeleştirisini yapıyor. Bu da ilginç bir duruma neden oluyor. Bahçeli ve Erdoğan, ABD kaynaklı antikomünizm ihracının etkisi altında politikleşirlerken, başlangıçta aynı çizgide olan Öcalan’ın Sovyet tipi reel sosyalizme yöneldiğini anlıyoruz.

Diğer üçü ise sırasıyla E. İmamoğlu 1971, S. Demirtaş 1973 ve Ö. Özel 1974 doğumlular. Yine bir Karadenizli, bir Kürt ve bu kez bir Selanik göçmeni ailenin Egeli çocuğu. Üçü de 12 Eylül 1980 Darbesi’nde kelimenin düz anlamıyla “çocuklarmış”. Üçü de iyi eğitimli, daha kentli, kültürlü ve dünyayı bilerek, görerek büyümüşler. Üçü de inançlara saygılı ama laiklik ilkesine sıkıca bağlılar. Bilimden, gelişmeden, modern olandan yanalar, sanattan anlıyor, eğlenmeyi biliyorlar. Üçünün de eşleriyle kurdukları ilişki eşitlik temelli.

İlk üçlü, sonraki üçlüye iktidarı bırakmak istemiyor. O kadar kararlılar ki, gençlerden ikisini tutsak ettiler, diğerini de içeri atmanın yolunu bulmaya çalışıyorlar.

Biliyorum, biliyorum ekonomi-politik, tarihsel koşullar, dünya, kapitalizm, emperyalizm bütün bu değişkenleri yok saydığımı düşünebilirsiniz. Ama bu 6 erkeği de o değişkenlerin inşa ettiğini unutmayın.

Şimdi bir an düşünün! İlk üçü mü aralarında pazarlık edip, tartışarak içinde bulunduğumuz politik krizi aşabilirler, son üçü mü? İlk üçü olasılıkla bir odaya kapanıp, birbirlerini kollayarak ve açık arayarak, birbirlerinin kuyusunu kazmaya çalışarak ve kuyularının kazıldığından kuşkulanarak “müzakere ederler”, değil mi? Son üçü ise bir pazar kahvaltı masasında eşleriyle birlikte sohbet ederek sorunları çözmeye çalışmazlar mı?

Peki Cumhuriyet? Devrimci özünü taşıyabilecek hiç kimseyi yetiştiremedi mi? Yetiştirmez mi, tabii ki yetiştirdi. Ama asıl çocuklarını, devrimcilerini 1960’lardan bu yana astı, kurşunladı, suikastlerde kıydı, işkencelerde ruhlarını yaraladı, hapislerde bedenlerini çürüttü.

Genç üçlü biraz da bu yüzden “henüz” başaramıyorlar. Başarmak istiyorlarsa Cumhuriyetin devrimci özüne yönelmeleri gerektiğini fark ederler, umarım…