Cumhuriyetin ‘metal yorgunluk’ öyküleri: İnönü’nün ‘yıllık izni’
87 yıl önce bugün, yeni rejimin ikinci adamı başbakan İsmet İnönü, ‘yıllık izne’ ayrılmış, yani görevini bırakmıştı. Görünür gerekçesi de şimdi yaygın olarak bilinen ‘metal yorgunluk ve istirahat ihtiyacı’ydı. Peki, görevden ayrılmanın sahici nedenleri neydi?
Yakın dönemde bazı AKP’li Belediye Başkanlarının görevlerini bırakmak zorunda kaldıkları ‘metal yorgunluk’ vakasına benzer biçimde, Cumhuriyetin de deneyimleri vardı. Onlardan biri 87 yıl önce, bugün gerçekleşmişti. Yeni rejimin ikinci adamı ve başbakan İsmet İnönü, ‘yıllık izne’ ayrılmış, yani görevini bırakmıştı. Gerekçeler de benzerdi: ‘yorgunluk ve istirahat ihtiyacı’! 20 Eylül 1937 tarihli Anadolu Ajansı tebliğine göre “Başvekil Malatya Mebusu İsmet İnönü’ne talep ve ricası üzerine, reisicumhur Atatürk tarafından bir buçuk ay mezuniyet verilmişti.” Yerine atanan Celal Bayar’a gönderilen Atatürk imzalı tebliğde de: “Başvekil İsmet İnönü şiddetli süren teessür neticesi olarak mutlak istirahat şeklinde mezuniyete ihtiyaç hissetmekte olduğundan bahisle, tedavisini bitirebilmek üzere bir buçuk ay müddetle mezuniyet istediği” yazılmıştı. Karara bir de resmi bir açıklama eklenmişti: “Tebeddül, hiçbir fikir ihtilafından doğmamıştır. Atatürk ile İnönü arasındaki arkadaşlık ve sevgi her vakit ki kadar derin ve samimidir.”
Karar türlü tartışmalara yol açmıştı. TAN Gazetesi başyazarı A. Emin Yalman “mezuniyetin tarzı alışılmış şekillere uygun olmadığı için, değişikliğin, ecnebi propagandasına geniş bir faaliyet alanı verdiğini, işin içinde işler var gibi gösterip meseleyi büyüttüğünü, her köşeden akla hayale gelmez rivayetler fışkırdığını” yazmıştı. Çünkü İnönü, görevinden ayrılmayı gerektirecek şekilde hasta olmadığı gibi, devam eden bir tedavisi de yoktu. Yıllar sonra oğlu Erdal İnönü anılarında, resmi açıklama ile gerçek durumun aynı olmadığını “tabii biraz zaman geçince durum anlaşıldı” diye ifade etmişti.
Atatürk, cumhurbaşkanı olduktan ölümüne kadar, dokuz kez hükümet kurma görevi vermiş ve bunların yedisinde İsmet İnönü’yü tercih etmişti. Ama Atatürk ve çevresindeki kişilerle İnönü arasında zaman zaman gerilimler olduğu biliniyordu. Bu gerilim Atatürk’ün çevresindeki kişilerle İnönü arasında çok daha net şekilde izlenebiliyordu. İsmet İnönü de bu durumu, “36 senesi ve 37 başı, olayların gittikçe birikerek yorgunluk ve gerginliğin artmış olması devridir. Türlü meselelerden Atatürk’le aramızda münakaşa çıkmıştır’ diye ifade etmişti.
İNÖNÜ’NÜN ‘YILLIK İZNE’ AYRILMASI
Atatürk, 19 Eylül 1937’de trenle Ankara’dan İstanbul’a gelirken Başbakan İnönü ile özel olarak görüşmüş ve görevini bırakmasını istemişti. Görünür gerekçesi de şimdi yaygın olarak bilinen ‘metal yorgunluk’ gibiydi. Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün İnönü ile görüşmesini, kendisine birebir söylediğini aktarmıştı:
“İnönü ile yalnız kalınca; Ee, şimdi ne yapacağız diye söze başladım; iki eliyle yüzünü kapadı, heyecanlanmıştı. Teskine çalıştım; ‘sakin ol da meseleyi sükunetle konuşup halledelim’ dedim ve şöyle devam ettim: ‘Görüyorum ki sen çok yorgun ve hatta hastasın, uzun zaman istirahate ihtiyacın var; bu itibarla mesai arkadaşlığımıza bir müddet ara vermemiz muvafık olacaktır... Şimdi karar verelim, yerine kimi tavsiye edersin?’ diye sordum. Bu sualime, ‘sen kime emreder ve zahir olursan o muvafak olur’ cevabını verdi. Tekrar sordum, Celal Bey muvafık mıdır? Bunu da aynı şekilde cevaplandırdı. Fakat arkasından ‘Anayasaya göre yeni hükümetin bir hafta zarfında Büyük Millet Meclisinde programını okuyup, itimat istemesi lazım geldiğini, halbuki meclisin daha yeni dağıldığını, ikinci bir olağanüstü toplantının içeride ve dışarıda türlü tefsirlere yol açabileceğini, binanaleyh bu mühim noktanın da göz önüne alınması gerektiğini’ ileri sürdü. Ben de öyle biliyordum... ‘O halde sen, meclis açılıncaya kadar resmi bir mezuniyet alırsın, Celal bey şimdilik vekalet eder, meclis açıldıktan sonra da icabı yapılır’ dedim. Bunda mutabık kaldık... Ayağa kalktı, yorgun ve uykusuz olduğundan bahsederek sofrada bulunamayacağını söyledi. Ve müsaade alıp ayrıldı. İşte şimdilik vaziyet budur. Yalnız kafam bir noktaya takıldı; acaba anayasadaki hüküm bizim bildiğimiz gibi midir, ne dersin?”
Bu yolculuğu Şevket Süreyya Aydemir de yazmıştı. 19 Eylül 1937’de Atatürk, Ankara’dan özel trenle İstanbul’a hareket etmişti. Bir gün sonra II. Türk Tarih Kongresi Dolmabahçe’de yapılacaktı. Hareketten bir süre sonra Atatürk, yanındakilere, “Bizi paşayla yalnız bırakınız” demiş, hususi trenin arka salonunda başbakanla baş başa kalmışlardı. Diğer yol arkadaşları sofrada beklemekteydiler. Bir müddet geçince önce İnönü görünmüş, fakat yemek salonundan geçerek kendi kompartımanına gitmiş, sofraya oturmamıştı. Az sonra Atatürk gelmiş, sofraya oturmuş ve bir iki arkadaşına bakarak “oldu, bitti” demişti. Olup biten, İnönü’nün başbakanlık görevinden ayrılmasıydı. Tren ertesi sabah Haydarpaşa’ya vardığında, İnönü’ye yaklaşarak “paşam sarayda odanızı hazırlattım” diyen Afet İnan’a, Atatürk, “paşa evinde istirahat edecektir” diye cevap vermişti.
Belli ki İnönü, böyle bir konuşmayı beklememişti. Bundan dolayı şaşkınlık yaşamış, morali bozulmuştu. Dahası Atatürk aslında bu değişikliğe ve yerine Celal Bayar’ı getirmeye önceden kararı vermişti. İnönü anılarında bu yolculuğa ve hadiseye yer vermişti: “Trene girer girmez Atatürk beni yalnız yanına aldı. Akşam vukuu bulan çekişmelere, hadiselere, tartışmalara kısaca işaret ederek, şimdiye kadar beraber çalıştığımız zamanda pek çok defa kavga etmişizdir dedi. Ama bu kadar açıktan, bu kadar serti olmamıştı. Bu sebeple sizin çalışmanıza biraz aralık vermek doğru olacaktır dedi. Ben, onun bu sözünün çok isabetli olacağını söyleyerek atılgan bir tavırla, samimi bir tavırla karşıladım. Çok müteşekkir olurum dedim. Hakikatten yorgun ve çalışamaz bir hale gelmişimdir. Bana izin verirseniz çok müteşekkir kalacağım dedim. Onun üzerine derhal benim yerime getirmek istediği zatın ismini söyledi. Celal Beyi getireceğim dedi. Pek münasip olacağını, isabetli olacağını söyledim. Gerçek şudur ki samimi kanaatimi söylüyordum. O günkü mevzubahis olan beraber çalışma devrinde en iyi seçmenin bu olacağını samimi olarak söyledim.”
Özetle İnönü gerçekte yorgunluk ya da istirahat gerekçesiyle bir izin talebinde bulunmamış, teklif Atatürk’ten gelmişti. Kendisi de Atatürk’ün tercih ve kararına uygun cevaplar vermiş ve bu kararla Atatürk’le kişisel ilişkisi kesilmişti. Ortak arkadaşları Kazım Özalp’in yazdığına göre İnönü, rahatsızlığı süresince, bir kez bile Atatürk’ü ziyaret edememiş ve nihayet 10 Kasım 1938’de Atatürk’ün ölümü gerçekleşmişti.
GÖREVDEN AYRILMANIN SAHİCİ NEDENLERİ
Bu karar üzerine o günden başlayarak çok şey yazılmıştır. Atatürk’ün ‘hür teşebbüs’ fikrine yatkınlığından, İnönü’nün ‘devletçiliğine’ ve daha bir dizi görüş ayrılıklarına kadar iddialar ileri sürülmüş ama meraklılarını tatmin eden makul bir gerekçe bulunamamıştır. Yıllar sonra Abdi İpekçi, Celal Bayar’la yaptığı ve 12 Kasım 1974 tarihli Milliyet Gazetesi’nde yayımlanan söyleşisinde İnönü ile Atatürk arasındaki ihtilafın gerçek nedeninin ne olduğunu sormuş ve Bayar, “Ben o meselede İnönü’yü haksız bulurum. O çok uzundur” şeklinde belirsiz bir cevap vermişti. İpekçi “Kısaca lütfetmez misiniz” diye sorunca yanıtı daha da manidardı: “Kısaca izahı mümkün değildir”! İpekçi, ikna olmadığı için “izin verirseniz bu konuları ileride daha geniş ve buyurduğunuz gibi belgelere dayanarak konuşalım” diyerek bitirmişti.
Yıllar sonra yine devletin en üst yöneticilerinin konuşmalarındaki bir ayrıntı, bu kararın sahici gerekçesini daha iyi anlamamıza imkan sağlıyordu. Cumhurbaşkanlığı döneminde Süleyman Demirel’in Çankaya köşkündeki konuşmalarını derleyip, aktaran gazeteci Cüneyt Arcayürek, Demirel’in ağzından şu sözleri aktarmıştı:
“Atatürk ve mareşal Çakmak oturmuş, konuşmuşlar. Tunceli’yi temizlemek lazım geldiğine karar vermişler. İnönü’nün temizlik yapmaya fazla istekli olmadığını bildiklerinden, Bayar’a sormuşlar; “yapar mısın?” Celal bey bize anlattıydı. “Yaparım” demiş. Girişmişler. İsmet paşada bir parça Kürt kanı vardı. Erdal bey de bir iki kez ‘bizde biraz Kürt kanı vardır’ dedi.”
Resmi belgelerde yer almamış olan bu ayrıntı, İnönü’nün izin öyküsüne dair bütün boşlukları doldurmaktaydı. Bahsekonu tren yolculuğu başlamadan hemen önce 18 Eylül 1937’de, İnönü, başbakan olarak mecliste yaptığı konuşmada “birkaç aydır Türk efkarı umumiyesini işgal eden Tunceli hadisesi artık maziye karıştı demişti. İnönü’ye göre bundan sonra yapılacak şey Dersim’de dönüşüm sürecini gerçekleştirmekti. O günlerde ülkede günlük gazeteler, devletin Dersim’deki ‘başarılarını’ anlatan haberlerle doluydu. Üstelik haftalarca ‘Dersim İsyanının elebaşı’ olduğu ileri sürülen Seyit Rıza, diğer bazı aşiret önderleri tutuklanmışlardı ve Elazığ Cezaevi’nde bulunuyorlardı.
Ne var ki başbakan olarak İnönü’nün ‘maziye karıştı’ dediği sorun, Celal Bayar tarafından sanki yeni başlamış gibi anlatılmıştı. Bayar hükümeti için “Dersim sorunu” o kadar önemliydi ki görev süresi içinde çok kez konuyla ilgili demeçler vermiş, ilk yurt gezisini de Atatürk’ün başkanlığında bir heyetle “Doğu İlleri”ne yapmıştı. O kadar ki İhsan Sabri Çağlayangil’in detaylı olarak yazdığı gibi, Atatürk’ün başkanlığındaki heyet Elazığ’a varmadan, yasal süreç zorlanarak, Dersimin kanaat önderleri idam edilmişlerdi.
Bayar, Başbakanlığını takip eden 29.06.1938‘de TBMM’de yaptığı konuşmada sözü Dersim meselesine getirmiş ve şunları söylemişti: “Bu senenin dahili işleri noktayı nazarından size ehemmiyetle bahsetmeğe değer bir mevzuu vardır, o da Dersim meselesidir. (….) Dersim için tatbik ettiğimiz program icabı olarak bu meseleyi sureti katiyede tasfiye etmek için alacağımız bir tedbir daha vardır. Yakında ordumuz Dersim havalisinde manevralar yapacaktır. Ordumuz Dersim için vazife alacak ve umumi bir tarama hareketi ile tedip kuvvetlerine destek olaraktan, bu meseleyi kökünden söküp atacaktır!” Bayar hükümetinin hedefi çok netti.
Bu politik karara uygun olarak 1938’de Dersim’de askeri müdahale için her şey hazırlanmıştı. O kadar ki Elazığ’da Turan Matbaası’nda köy baskınlarının, ev yakmaların nasıl yapılacağını vb. anlatan bir kılavuz kitap bile bastırılmıştı. Genelkurmay tarafından hazırlanan rapora göre yeni harekatın maliyeti de, 100 gün için 979.007 lira olarak belirlenmişti. 1938 yaz ayları boyunca gün gün, insanı dehşete düşüren kitlesel kıyımın belgeleri düzenli olarak tutulmuştu. 1938 yılı Kasım ayında bu kez Bayar, “Dersim sorununun tarihe karıştığını” söylemişti. Tam da Arcayürek’in, Demirel’in ağzından aktardığı bilgilerle örtüşmüş olarak.
SONUÇ
İnönü’nün yerine Bayar’ın göreve getirilmesinin nedeni, gerçekte ekonomi politikalarına dair aralarındaki farklı yaklaşımlar değildi. Aksine Bayar, bu konuda önceki hükümetle farklı bir yaklaşımı olmadığını da açıkça belirtmişti. Bayar’a göre “parti hükümetlerinin kendilerine mahsus bir programı yoktu, takip edecekleri program, Cumhuriyet Halk Partisinin realist ve dinamik programıydı. Ayrıca daha İnönü’nün kabinesinde İktisat Vekili olarak görevdeyken yaptığı bir konuşmada, o zamanki hükümetin, özel teşebbüs ve devletçiliği birleştiren temel ekonomik politikasını kararlı bir şekilde savunmuştu. Yaygın iddiaların aksine asıl büyük ‘millileştirme’ kararları da Bayar hükümeti zamanında verilmişti.
Atatürk’ün ölümüyle birlikte hızlıca gündeme gelen cumhurbaşkanlığı sorununun çözümünde de Bayar’ın tutumu İnönü’nün lehineydi. Milletvekillerini oylamada serbest bırakmış ve İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanı olmasının yolunu açmıştı. İnönü de cumhurbaşkanı olarak hükümet kurma görevini yeniden Bayar’a vermişti ki, o koşullar içinde anlaşılır bir durumdu. Ama kabinede olmasını istemediği kişilerden birisinin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya olması dikkat çekiciydi. İnönü, Şükrü Kaya’yı, ‘Doğu’da devleti güç durumda bırakan yasadışı icraatları’ nedeniyle istememişti. İnönü’ye göre Dersim’le ilgili raporları tek kitapta toplama talimatı da onundu, koyu milliyetçi ve şiddet kullanma yanlısıydı.
Dersim, yeni rejimin kuruluşunun her aşamasında devletin merkezi gündemindeydi. Bunu bir dizi belgeden, karar ve uygulamadan izlemek mümkündü. Başbakan İsmet İnönü’nün 1937 Eylül ayında bir tür ‘metal yorgunluk’ ve ‘mezuniyete ihtiyaç duyduğu’ gerekçesiyle önce geçici, sonra da kalıcı şekilde görevinden alınmasında da, rejimin köklü bir tasfiyeyi öngören Dersim politikası belirleyici olmuştu. Tek parti yönetimi geleneğine göre ‘rıza göstermiş’ olsa da, bu elbette kendi tercihi değildi. Belki bu nedenle Cumhurbaşkanı olduğu ilk andan itibaren aldığı kararların bir kısmında, 1937’de doruğuna çıkmış, bu biriken tepkinin izleri vardı. İnönü’nün Cumhurbaşkanlığındaki ilk kararlara bu çerçeveden bakmak ilgi çekici olacaktır.