Deprem sonrası ilk ulaşmaya çalıştığımız yer Antakya ve Samandağ’dı. Daha sonra Adana, Diyarbakır, Adıyaman Gölbaşı, Elbistan ve Malatya’ya gidebildik. Bazılarında birkaç gün bazılarında birkaç saat bulunduk. Ama hemen hepsinde ortak yakınma ilk 48 saat- ilk 3 gün, özellikle arama kurtarma çalışmalarının ya hiç başlamadığı ya da etkin olarak başlamadığı yönündeydi. Biz Samandağ’a ulaştığımızda 48 saat geçmişti. Adeta distopik bir film platosu gibiydi. Zifiri karanlık, başıboş gezen hayvanlar, nerede ise sağlam binanın kalmadığı yolları enkazların kapattığı harabe bir kent gördük. Tüm Samandağ’da gördüğümüz iki ışıklı alan vardı. Birisi girişte vatandaşların aydınlatarak kurtarma yapmaya çalıştığı bir enkaz diğeri belediyenin önünde yorgunluktan bitap düşmüş belediye çalışanları ile İstanbul ve Uşak’tan gelmiş 5-6 gönüllünün ısınmaya çalıştığı alandı.


Girişte güvenlik için durduğu anlaşılan birkaç yerel jandarma görevlisi dışında ne AFAD vardı ne de arama kurtarma ekipleri vardı ne de çadır. Samandağ’a sadece 40 km uzaklıkta Serinyol’da yüzlerce iş makinesi yol kenarına park edilmiş vaziyette bekliyordu. Antakya Armutlu ve Harbiye civarı da farklı değildi. Deprem bölgesinde bunlar yaşanırken, tam da bu günler için örgütlenmiş yapılar, devasa bütçeli fiyakalı ünvanlı milyonluk makam arabalı yöneticiler “her yere ulaşıldığını” açıklıyorlardı.

Oysa sahada Sol Parti, TİP, TKP ve HALKEVLERİ gibi sosyalist parti ve hareketlerle gönüllüler, stantlar kurmuş arama ve kurtarma dahil yardımlara, dayanışma çağrılarına başlamıştı. İlerleyen günlerde daha da organize bir şekilde çalışıyorlardı.

Bu sadece bizim gözlemlerimizdi. Dolaştığımız her yerde benzer hikâyeler anlatıldı. Ordunun ve diğer kamu kuruluşlarının sahaya etkin olarak çıkması birçok yerde 3-4 günü buldu. Savunma Bakanlığı “gururla” 3500 asker sahada dedi. Deneyimli maden işçileri bile günler sonra intikal ettirilebildi. Bu gecikmeyi dilendirenlere altıncı, yedinci günün görüntüleri ve rakamları ile cevap veren siyasiler, troller ve bürokratlar anlaşılıyor ki suçluluğun telaşı içindeler. 1999 Depreminde -belki de haklı olarak- “devlet çöktü!, Katiller!, Halk Sahipsiz!” manşeti atan medya da bu telaşla bir yandan “Asrın felaketi” söylemiyle diğer yandan bireysel kurtarma vakalarını anlatarak şimdiki “çöküşü” perdelemeye çalışıyorlar. Yazıları ve sözleri şehvetli bir “devlet tapıncını” dile getiriyor.

Nasıl düşüneceklerini bile saraya ve etrafındaki sermayenin çıkarlarına teslim etmiş bu gazetecilere, bürokratlara şunu sormak gerek: nasıl bir skandal, nasıl bir kriz, nasıl bir fiyasko ilişkilendiğiniz iktidarı taptığınız “devleti”, insanüstü vasıflar atfettiğiniz kişileri eleştirtebilir? Hanımlar/Beyler sokaklarda çürümüş beden kokuları var, greyderlerle bedenler gömülüyor!

Deprem olmasaydı yeni bir katliam yasası meclisten geçecekti. 70 yıldır değişik adlarla ülkeyi yönetiyorsunuz. Bunu son 20 yılı mutlak iktidarınızda geçti. Velev ki propaganda ettiğiniz gibi hızlı ve etkin bir müdahale yapıldı! Hiç mi eleştirilecek bir şey yok? Her birisi önlenebilecek On binlerce ölüm bir şey ifade etmiyor mu? Çürümüş beden kokularını da mı almıyor burunlarınız?

Hiç eleştirmeden sadece bir kişiye daha yardım eli uzatmaya çalışan gönüllü kuruluşlara bu düşmanlık nedir? En kritik saatlerde sosyal medyayı kısıtlamak kasıtlı bir cinayet değil midir? Ne ara akılınıza geldi bir Cemevi derneğine kayyum atamak? Bunca katliam suçlusu içerisinde gözaltına almak için TKP’li gönüllüleri mi takip ettiniz? Yoksa eksik kaldığınız şeyleri yüzünüze vurdukları için mi bu çirkin ve hukuk dışı bölücülük?

Tüm yurttaşlarımız bir an için düşünsün: devlet adına konuşanlar her biri “junior Erdoğan” kesilmiş gibi davranmak yerine, nobran bir dil yerine şeffaf ve şefkatli bir dil kullansaydı, tüm gönüllülerle koordineli çalışsaydı, CHP’li belediyelerle organize olsalardı hem daha fazla can kurtarılır hem sorunlar süratle çözülmez miydi? Oysa Savunma Bakanlığı bile trol gibi ABB’nin ilaçlama görüntüsünü paylaşıp sonra siliyor. Oysa pek ala ABB’ye teşekkür edip doğru fotoğrafı da paylaşabilirdi. Yine Hatay Havaalanının tamirinde çalışan ABB araçlarının görüntüleri hala medyada duruyorken çıkıp “siz kimsiniz ki havaalanı tamir ediyorsunuz” diye efelenmek nedir? Doğal olarak bize de şu soruyu sorma hakkı veriyor: Asıl siz kimsiniz? Özgeçmişinizde “2012-2016 arası Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı görevini yürüttüğünüz yazılı. Bu süreçte ne yaptınız yıkımı engellemek için? “İmar Barışı” garabetine karşı çıktınız mı?

İktidarın elindeki tüm sopalara ve olanaklara rağmen bu kez propaganda ile gerçekleri perdelemesi zor görünüyor. Çünkü siyasi elitler arasında yürüyen bir propaganda savaşı değil bu. Gerçekleri iliklerine kadar hisseden halkımız var karşısında iktidarın. Yakınının, enkaz altında iken konuşarak, dokunarak can verdiğini izleyen, rant ekonomisinin tabuta çevirdiği evlerinin başında çaresizce bekleyen insanlarımız var karşılarında.

Kuşkusuz baş etmesi her ülke için zor olacak bir felaketle karşı karşıyayız. Ancak, enerjisinin önemli bir kısmını şu koşullarda bile muhalif bildiklerine karşı kullananlar bir iktidar söz konusu. Ülkenin potansiyelini sorunları dayanışma ile çözmek yerine, nefret dili/pratiği sergileyen ve sansür ile uğraşan bu iktidarı halkımız da -umarım-bir yere not ediyordur.