Google Play Store
App Store

Erken Cumhuriyet yazınının en ilgi çekici ifadelerinden birisi “Dağ Türkleri” idi. Hemen her şeyin Türklük etrafında tanımlandığı; buna göre kabul ya da reddedildiği zamanlarda üretilmiş tuhaf bir ifadeydi. ‘Tuhaf’ diyorum, çünkü bir yandan nüfus sayımlarında ‘Anadiliniz nedir?’ diye sorulup tüm kimlikler kaydediliyor, diğer yandan Türk olmak dışında herhangi bir etnik kimliğin varlığını kabul etmek yerine, yok sayılması tercih ediliyordu. İşte ‘Dağ Türkleri’ ifadesi aslında Kürtler’in diğer adıydı. Sanki Kürtlerden bahsedilmezse yok olacaklarmış gibi.

Yine de kimi zaman diğer kimliklerden ve tabii Kürtlerden bahsedildiği olmuştu. Ama bu da daha çok aşağılamak veya dışlamak anlamında bir kullanımdı. Mesela Kütahya milletvekili Naşit H. Uluğ aynen şöyle yazmıştı: “Toprağa ot gibi bağlı adama Kürt derler. Kürt toprakla alınıp satılır, toprağa sahip olanların malıdır. Türk’ün başı yukarıdadır. Esirlik damgasını alnına vurdurtmaz. Bir Türk’ün köyüne çökebilmek için, onu önce Kürtleştirmek şarttır.”

Bu tuhaf durum bazen çok daha zorlama teorilerin inşa edilmesine yol açmıştı. Mesela Kürt coğrafyasındaki nüfusun büyük çoğunlukla aslında Türk olduğu ama asırlar boyunca ağalar ve şeyhler eliyle Kürtleştirildiğini iddia eden bir yazın üretilmişti. Dolayısıyla bunların yeniden Türkleşmesini sağlamak gibi bir de ‘milli’ görev belirlenmişti. Cumhuriyet rejiminin bu politikasının toplumsal maliyeti, bugün dahi hesaplanamayacak kadar ağırdır.

∗∗∗

1937’de Dersim’de görev yapan Albay Nazmi Sevgen, bu yaklaşıma uygun olarak kendince Dersimlilerin menşeini tarif etmiş ve onların Türk olduğunu ‘tespit’ etmişti. Açık biçimde  “Kuvvetle ve selahiyetle iddia edebiliriz ki Tunceli diyarı hakiki Türk nesline uzun seneler meva olmuş ve olmakta bulunmuştur” demişti. Ona göre “anayurttan Türkmen olarak gelen Dersimliler, bu çetin yerlerde yığıldıkları otokontlara karışmış ve Zazalığa bulaşmışlardı.”

Dönemin öğretmenleri de resmi söylemle aynı dilden konuşuyorlardı. Mesela Ö. Kemal Ağar, “Tunceli halkının kendi aralarında dağ Türkçesi konuştuklarını” yazmıştı. Her nedense öteki dilin adı ‘Dağ Türkçesi’ olmuştu. Bir başka eğitimci Sıdıka Avar, müdür olduğu Elazığ Kız Enstitüsü’nde ‘çocukların Kürtçe bildikleri halde utançlarından bunu söylemediklerini’ yazmıştı. Okula teftişe gelen Bingöl Valisi’nin Dersimli kız çocuklarını görünce “Bunlar Kürt kızları mı?” diye sormuş, çocuklara ailelerini hatırlatarak tehditkâr konuşmuştu. Kendisi ise “Efendim, bunlar Tunceli’nin Türk kızlarıdır” diyerek kendince ‘milli’ bir görev yapmıştı.

Rejimin sosyolojik olgulara gözlerini kapatan tutumu bazen çok daha ilginç ifadelerle de dile getirilmişti. ‘Kürt Türkü’ ifadesi bu tuhaf düşüncenin bir örneğiydi. O yıllarda çıkan bazı kitaplarda, Kürtlere ait fotoğrafların altında “Mahalli kıyafetleriyle dağlı Türk savaşçıları”, “Kürt Türklerinden Bir Grup”, “Kürt Türkleri” gibi tanımlayıcı ifadeler yer almıştı.

∗∗∗

Erken Cumhuriyet yıllarında Kürtler ve Kürtçeyi yok saymak o kadar ölçüsüz hale gelmişti ki Birinci Umum Müfettiş Abidin Özmen, devlet dairesinde işi olan ve Türkçe bilmeyenlerin, tercüman bulup birlikte gelmelerini önermişti. Bu suretle Kürtler meramını Türkçe anlatmaya mecbur edilecekti. Keza memurlardan Kürtçe konuşanlar, birincisinde yazılı ihtar, tekrarında maaş kesme ile cezalandırılacak; konuşmaya devam ederlerse memuriyetten çıkarılacaklardı. Ayrıca her yıl yaklaşık 3 bin kişinin batı illerine sürgün edilmesi uygulamasına geçilecek, böylece 10-20 yıllık bir programla Kürtler yerlerinden çıkarılmış, kalanlar da Türk kültürüne yönelmiş olacaktı vb.

Bu politikanın diğer yüzündeki ‘Türklük’ de aynı ölçüsüz yaklaşımla literatüre girmişti. Mesela Ergenekon Dergisi 1938 Kasım ayında “Her şeyin üstünde Türk Irkı” sloganıyla çıkmıştı. Bir yıl sonra Bozkurt Dergisi de aynı ifadelerle çıkmıştı. Bu dönem dergilerinde “Türk kanın temizliği”, “asil Türk kanı”, gibi ifadeler sıklıkla yer almıştı. Bütün bu söylemler o kadar yıkıcı bir sürece yol açmıştı ki ‘Dağ Türkü’ olmayı kabul etmek bile kurtarıcı olmaya yetmemişti. Türkiye, ne yazık ki bu geçmişiyle yüzleşmek için bugüne kadar açık ve köklü bir adımı henüz atmadı.