İngiltere’de gazetecilik yaptığım yıllarda, Kuzey İrlanda sorununun "en alevli, en kanlı" günlerinin de, çözüm için en yoğun çabaların yaşandığı dönemin de, sonunda "Hayırlı Cuma Anlaşması (Good Friday Agreement - 10 Nisan 1998)’nın imzalandığı o tarihi günlerin de tanığı olmuştum. Kuzey İrlanda, İrlanda Cumhuriyeti ve Londra’yı temsil eden çok sayıda zıt görüşten, birbirine düşman siyasi parti ve grupla terör örgütlerinin, belki yüzlerce kez masaya oturup oturup dağıldığı, çözümlerin bulunup ertelendiği, tekrar bulunup tekrar ihlal edildiği, çatışmanın bir alevlenip bir söndüğü, "tamam şimdi oldu" denildikten sonra bir daha "silahların - bombaların patladığı" olağanüstü bir dönemdi. "Kriz siyaseti" denen şeyi takip etmek anlamında, benim için de büyük bir deneyimdi tabii.

Bu baş döndürücü dönemde, İngiliz ve İrlanda basınının kendi "iç folklorunda" kullandığı bir kavramı öğrenme fırsatım oldu. Her anlaşma ve el sıkışma töreninin ardından. gazeteciler bürolarına dönerken, "See you at the next crisis" (Bir dahaki krizde görüşürüz) diye vedalaşırlardı.

Ve, öyle de olurdu.

***

Siyaset, bir anlamda "kriz çözebilme sanatı" olduğu gibi, bir yandan da "kriz üretme" faaliyeti de sayılır.

Geçen hafta sonu Millet İttifakı’nın yaşadığı ve belki de ülke siyasetinin geleceğinde doğrudan önemli bir etki yapması muhtemel "iç kriz"i dakika dakika izlerken, hep o günleri yani 90’lı yılları anımsadım. Sonuçta, Pazartesi günü yapılan açıklama ve Cumhurbaşkanı adayı olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun isminin duyurulması ile krizin aşıldığı söylendi.

"Söylendi" diyorum, çünkü meselenin özüne bakış acımız itibarıyla, ortada "çözülmüş" bir şey olmadığı âşikar. Sadece seçim öncesinde "ittifakın dağılmasının önlenmesi" amaçlı bir "ara - geçici - yapay formül" bulundu ve masayı terkeden Meral Akşener geri dönmeye ikna edildi.

Kazanan, ne masadan kalkan İYİ Parti lideriydi, ne de (Ekrem - Mansur buraya eller havaya formülü ile) onu geri getirmeyi başaran Kemal Bey ve diğer liderlerdi.

Tek kazanan, bu iktidarın mutlaka değişmesi umudunun 21 yıldır ilk kez karşısına çıkmışken, avuçlarından kayıp gitmesi ihtimalinin kâbusu ile karşı karşıya kalan milyonlarca muhalif seçmen oldu.

***

Sonuçta, "Kılıçdaroğlu seçilebilecek aday değil, ille de Ekrem ya da Mansur Beyler’den biri olmalı" diyen Meral Hanım teslim oldu. Çünkü, milletin güçlü talebine ve Millet İttifakı’na "Kemal Bey koşullu" destek vereceğini ima eden HDP ve sol ittifakların duruşuna karşı durmak mümkün değildi. Aksi durum, yani İmamoğlu ya da Yavaş’tan birinin adaylığı, bu desteği belki de mümkün kılmayabilirdi. Hatta İYİ Parti, masanın dışında kaldığında tabanındaki önemli miktarda oyu yitireceği gerçeği ile yüzleşip, 3 gece de tavır değiştirmek zorunda kalıverdi.

Neticede, artık bu tarihi fırsat niteliğindeki seçim için, arkasına HDP ile sol ittifakların desteğini aldığı kesinleşen bir Cumhurbaşkanı adayımız var. Ülke çapında, hiçbir komplekse kapılmadan, aynı masada oturulmasa bile (ki, soldaki partilerin bile hepsi aynı masada değiller) sahada yapılacak işbirliği ve dayanışma ile bu seçimin, üstelik önemli bir farkla kazanılması ihtimali, her zamankinden daha yüksek görünüyor.

İktidar cenahının her türlü hile ve hud’aya, engellemeye, hatta kirli oyunlara ve dahi şiddete başvurarak, bu tarihi zaferi engellemeye çalışacağı gerçeği de ortada durmakta.

Seçim öncesinde hem seçmen kütükleri hem de milletvekili aday listeleri konusunda yaşanabilecek krizler , HDP’nin kapatılması istemli davada çıkabilecek demokrasi ayıbı niteliğinde bir karar, seçim günü sahada ve oy sayımında yaşanabilecek sıkıntılar, sonucun hazmedilmesi konusunda ortaya çıkabilecek gerginlikler biraraya geldiğinde, şu anda "Daha kriz mriz görmemişiz" diyebileceğimiz günlere hazırlıklı olmalıyız.

Ve asıl sıkıntılı dönem de, seçimi "Erdoğan’ı tahttan indirecek güçler"in önüne gelecek yeni krizlerle başlayacak gibi görünüyor.

***

Şu anda "Cumhuriyet tarihinin en...."ler listesi içinde ilk sırada olmaya aday devasa ekonomik buhranın, seçim gününün ertesi sabah katmerleneceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Geçiş sürecinin düğmesine basılmasıyla birlikte, ekonomik gerçeklikler anlamında çok büyük sancılarla dolu bir dönem de hepimizi bekliyor.

Ama, karamsar olmaya hakkımız da yok, lüksümüz de yok.

Şu an durup baktığımız kapkara manzarayı ve bu manzaranın oluşmasına neden olan 21 yıllık kabus gibi "AKP - Erdoğan Saltanatı Dönemi"nin bize yaşattıklarını düşündüğümüzde, 14 Mayıs’ta seçim olursa ve kazanırsak, ertesi sabah yaşayacağımız mutluluğu hayal ettiğimizde, "Bütün krizleri salın gelsin.. Hiçbiri bu dönemden daha kötü olamaz" dedirtiyor insana.

Bunca yıllık mücadelemizin, belki on binlerce cana malolan demokrasi ve özgürlük kavgamızın ve bu topraklarda kardeşçe yaşamaya olan derin ihtiyacımızın yüz suyu hürmetine, seçimin kazanılması için, "istibdatın sona erdirilmesi uğruna" çok çalışmak ve yeni krizlerin çözümü için gereken gücü toplamak gibi bir vazifemiz var.

Durup dinlenme lüksüne sahip değiliz.