Kızılcık Şerbeti dizisini bekleyen izleyiciler, ‘İslamofobi’ belgeseliyle karşılaştı. Sansürden daha tehlikeli olan ise umudu ezmek... Seçimler bu yüzden önemli; umut ezildiğinde bağımlılıklar artarak toplum hayatına müdahale eder

Daraltılan hakikat

Kızılcık Şerbeti adlı TV dizisine yönelik sansür ve ceza, seçimler yaklaşırken gündemi ekonomik kriz ya da depremden uzaklaştırmak amacını mı taşıyor, yoksa gelecekte başımıza gelecekler konusunda bir uyarı anlamına mı geliyor? Yıllardır şunu biliyoruz ki, kimlik üzerinden girilen bütün tartışmalar bugüne kadar hep iktidara yaradı. Kendi seçmen kitlesini muhafaza etmek için bu tür polemikleri seçim gününe kadar artıracakları kesin. Ama yine de bu sansür ve cezanın anlamı üzerine düşünmekte fayda var. Çünkü bu iktidar devam edecek olursa, yasak ve sansürlerle hakikatin daraltılarak alternatif bir gerçekliğin içine hapsedilmeye çalışılacağımızı öngörebiliriz.

14 Nisan akşamında dizinin yayın saatini bekleyen izleyiciler ‘İslamofobi’ belgeseliyle karşılaştılar. Televizyon yayıncılığı tarihinde az rastlanacak bir olaydı.

Sansür mekanizmasını çalıştıran şey, bir kadının uğradığı şiddet ve bu şiddetle yüzleşilmesiydi. Dizinin bütün bölümlerini izlememiştim, ama birbirinin benzeri mafya ve zengin aile dizilerinin yanında ‘Ömer’ ve ‘Kızılcık Şerbeti’nin bir meselesi olduğu belliydi ve değişen toplumsal dinamikleri içeriden bir bakışla ele alması ilgi çekiciydi. Ama muhafazakârları kötü gösterdiği gerekçesiyle bir kesim izleyicinin şikâyetleri hızla sansür mekanizmalarını çalıştırdı ve dizi engellendi. Bu engellemenin apar topar yapılması, ister istemez kuşku uyandırıyor; bir kesimin sansürden rahatsız olacağını bildiklerine göre, bu rahatsızlık isteniyor da olabilir.

YİTİRİLEN REFERANS NOKTALARI

Öncelikle bir şey sansürleniyorsa orada korkulan, rahatsız olunan bir gerçek olduğu anlamına gelmez mi? İçeride yaşanacak bir çözülmeyi önlemek için mi sansüre başvuruldu? Birileri kendi hikâyelerini, travmalarını dizi, film ya da romanda gördüğünde, izlediği ya da okuduğu eserden güç alıp eleştirel bir karşı çıkış içinde olabilir diye düşünülüyor belki de. Bir mafya dizisinde tecavüz vs sorun olmazken muhafazakâr bir ailede yaşanan bir dramda ikiyüzlü ahlak standartları işleniyorsa tepkinin ve sansürün gecikmemesi, yaraya tuz basıldığı anlamına mı geliyor? Aslında bu dizi, muhafazakâr yaşantıyı kötülemiyor, sadece üstü kapatılan, görmezden gelinen sorunların tartışılmasını sağlıyor bir parça. Günümüzde gittikçe karmaşık bir hal alan aile ve evlilik üzerine bir tartışmayı gözler önüne seriyor. Çünkü var olan kalıplar artık yetersiz ve insanlar nasıl yaşayıp nasıl hissedecekleri konusunda referans noktalarını büyük oranda yitirmiş durumda.

Sansürün verdiği en büyük zarar, düşünmeyi engellemesidir. Gerçekten samimi olarak bir düşünceye inanan birisinin sansürle elde edebileceği bir şey yok, hatta tam tersine inandığı neyse ona zarar verir sorunların üstünü örterek, çünkü çözüm üretecek düşünceden uzak tutar kendisini. Bu ister bir dindar olsun, ister siyasi bir ideolojiye inanan kişi, fark etmez, sansürle içinde yaşadığı hakikat daralır.

SANSÜR İŞE YARAR MI?

Muhafazakârlığın bu yüzyıldaki yükselişiyle ilgili düşünürken, aklıma ilk olarak Paul Ricoeur gelir. Onun ‘Eleştiri ve İnanç’ adlı söyleşi kitabında yaptığı tespite göre muhafazakârlık, değişim baskısı karşısında dağılmaktan korkanların başvurduğu bir seçenek. Örneğin yurtdışına göç etmek durumunda kalanlardan bazıları, dine ya da milliyetçiliğe daha bir yapışma ihtiyacı duyarlar, çünkü değişimin kendilerini sürükleyeceği yerden korkarlar. Benzer bir kaygıyı, iktidarın değişme ihtimali körüklüyor bugün; değişen dünyada kendilerine bir yer bulamayacaklarına dair korku, bazı kişilerin siyasi tercihlerine yön veriyor, uzun vadede kendilerine zarar verecek olsa da.  

Sosyal medya kullanımı öyle bir noktaya geldi ki, sansürlenen her şey daha bir ilgi çekici hale gelebiliyor diye insanın kendini avutması da mümkün. Ama tarihten örneklere baktığımızda sansür otoriter yapıların işine yarayan bir aygıt. Baskıcı devlet aygıtları her zaman filli direnişi ezmek ve hakikati daraltmak için sansüre başvurabilir; sansürden daha tehlikeli olansa umudu ezmek, her eleştirel yaklaşımı suçlayarak mahkûm etmek... Yaklaşan seçimler bu yüzden önem taşıyor: Umut ezildiğinde antidepresanlar, uyuşturucu ve bütün bağımlılıklar artarak toplum hayatına müdahale eder. Önümüzdeki yazılarda kolektif heyecandan mahrum kalmanın nasıl kişisel heyecanları ve arzuları çıkmaza sürüklediği üzerinde durmak istiyorum. Hakikat ve özgürlük, en etkili ilaç…

***

Sinema TV Sendikası: Bu yanlışı düzeltin!

Sinema TV Sendikası, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) "Kızılcık Şerbeti" dizisine yönelik para ve 5 hafta program durdurma cezasına tepki gösterdi. Dizinin 14 Nisan’da Show TV’de yayımlanacak yeni bölümü yerine RTÜK‘ün cezası nedeniyle "İslamofobi belgeseli" ekranda yer aldı. Sinema TV Sendikası, yaptığı açıklamayla RTÜK üyelerini kararı gözden geçirmeye çağrıdı. Sendikadan yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı: "Show TV de yayınlanan Kızılcık Şerbeti dizi filmine, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından verilen yayın durdurma yasağı ve para cezası kaygı vericidir. Kadına yönelik şiddete karşı olmak, objektif bir bakış açısıyla şiddetin motivasyon kaynağına da karşı durmayı gerektirir. Dizinin içeriğini sansürden geçirmek ve yerine islamofobi belgeselini yayınlamak, RTÜK ün ‘kamusal gericiliğini’ yansıtmakta olup kabul edilemez niteliktedir. İfade özgürlüğü, otorite ve sansürle engellenemeyecek kadar evrensel bir haktır. Sansürü meşrulaştıran cezaların devamında film ekibinin olası iş kaybından RTÜK de sorumlu olacaktır. RTÜK üyelerini aldıkları subjektif kararı tekrar gözden geçirmeye ve bu yanlışı ivedilikle düzeltmeye davet ediyoruz."