Google Play Store
App Store

Türkiye’de birileri ne zaman “Yeni bir anayasa yapmaktan” söz etmeye başlasa, hep aynı söyleme başvurulur:

“Bu Anayasa bir darbe anayasası ve içi vesayetçi unsurlarla dolu…”

Ve bu cümleden hemen şunu anlamamız istenir:

“12 Eylül 1980 faşist darbesini yapan askerler hazırladığı için, askeri vesayet döneminin ürünüdür. O yüzden de bu Anayasa’nın yerine sivil bir anayasa yapılması zamanı gelmiş ve hatta geçmektedir…”

Aslında hayatın gerçeğine baktığınızda, AKP’nin iktidara getirildiği 2002 senesinden itibaren topluma açıktan ya da sübliminal biçimde belletmeye çalıştığı bu yalanın deşifresini yapmanın zamanı gelmiş ve geçmektedir.

∗∗∗

Bugün elimize bulunan “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası”, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında “yaptırılan” Anayasa’nın çok uzağında ve onu yapanların adeta “tanıyamayacağı kadar daha da vesayetçi” bir metin haline dönüşmüştür. Geçen 23 sene içinde yapılan değişikliklere, bu değişikliklerin halkoyuna sunuluş ve onaylatılış biçimine ve bu değişikliklerin özüne bakarsanız, adeta “darbecilere rahmet okutacak” bir üründen söz edebiliriz.

AKP iktidarının 12 Eylül 2010’da yaptığı ve yargıyı her kademede büyük ölçüde siyasi iktidarın denetimine sokan değişikliğin kim ve kimler tarafından kullanıldığını, daha açık hatırlatmak gerekirse, AKP-FETÖ kumpaslarının icra edilmesi ve sonrasındaki her türlü kumpas davasını kolaylaştırıcı bir sistemin getirilmesi, Kenan Evren ve Şürekâsı’nın bile hayallerinin ötesinde bir tasarım değil de nedir?

Aralarda yapılan düzinelerle değişiklikle 1982 Anayasa’sının ya da AKP’nin adlandırmaya çok sayıldığı “askeri vesayet anayasası”nın çok ötesinde bir metne evrildiğini yadsıyabilir miyiz?

Bunu daha da ileri taşıyacak şekilde 16 Nisan 2017’de yapılan hileli referandumla, rejimin tamamen ve Cumhuriyet tarihindeki en radikal biçimde değiştirilmesiyle, yani başkanlık sisteminin hile ve hud’a ile dayatılmasıyla, kuvvetler ayrılığının tamamen ortadan kaldırılmasıyla, aslında “gerçek bir vesayetçi anayasa” yapılmamış mıdır?

∗∗∗

Saray’daki bir avuç azınlığın ve onların etrafında örgütlenmiş bir oligarşinin çıkarlarından başka bir şeye hizmet etmeyen, yürütmeyi temsil eden tek bir kişiye (Şahsım) bağlı bir parlamento çoğunluğu, doğrudan onun tayin ettiği bir yargı, bin bir türlü ayıplı ve kirli yöntemle yine onun emrine sokulmuş bir “dördüncü kuvvet”in yani güdümlü medyanın varlığı ortada iken, tutup da başkalarının yaptığı anayasalara nasıl olup da “vesayetçi ve askeri” diyebilir bu AKP?

2017 hileli referandumunun sonuçlarını kendisine bağlı Yüksek Seçim Kurulu’na onaylatarak topluma zorla kabul ettirmenin adı düpedüz utanmazca bir “rejim değişikliği darbesi” değil de nedir? Darbeler sadece tankla topla tüfekle mi yapılır? Mesela, yine bu sözünü ettiğimiz “yeni tasarım” kullanılarak Anayasa Mahkemesi kararlarının (Madde 183’e rağmen) alenen tanınmayarak ayaklar altına alınması nasıl izah edilebilir. 83’üncü maddenin açıkça ihlali anlamına gelecek şekilde Can Atalay’ın milletvekili olduğu halde hapiste tutulmasını eğer “süzme darbeci bir zihniyete” sahip değilseniz, nasıl savunabilirsiniz?

Sanki bütün bu saydıklarımız olmamış, yaşanmamış gibi bugün kalkıp da “Sivil anayasa yapacağız. Gelin siz de bize katılın” gibi samimiyetsiz bir çağrıya, aynı anayasanın kim bilir kaç maddesinin ve tabii bizzat AKP-MHP koalisyonunun kim bilir kaç uygulamasının mağduru Kürt Siyasi Hareketi. Nasıl “tav” olabilir? İnsanın aklı almıyor.

Faşistlerle, kafatasçılarla, özgürlük düşmanlarıyla, bu topraklarda yaşayan farklı halklara, dinlere ve mezheplere, kendilerinden olmayan herkese her şeye ölümüne karşı zihniyette nasıl olup da “barış yapılabileceğine” inanır bu arkadaşlar?

Gerçekten akıl almıyor.

∗∗∗

2015’te olup bitenler bu dediklerimizin, bu uyarılarımızın doğruluğunu, bu memlekete hem de çok ağır bedeller ödeyerek göstermedi mi? Üstelik de bir tek satırlık özeleştiri yapmadan ve nasıl olup da üç beş hafta içinde siyaset değiştirdiklerini izah etmeden “Barış Havarisi” kesilenleri hiç sorgulamadan yine kol kola nasıl girmeye kalkıştıklarını, bizden önce kendi kitlesine nasıl anlatabiliyor ya da anlatmayı düşünüyor Kürt siyasetçiler?

Hepsini bir yana bırakın, attıkları her adımda, her sabah kalktıklarında yaptıkları her icraatta özgürlükleri boğazlamaya yeminli bir zihniyeti temsil ettiklerini artık saklamaya bile gerek duymayanlar, muhalif siyasetçinin resmine, gençlerin 2 dakikalık sloganına, sendikacının meşru hak arayışına, emeklinin ve emekçinin zaruri hak talebine zerre kadar tahammülü olmadığını 24 saat boyunca eylemleriyle kanıtlayanlar nasıl “Özgürlükçü anayasa” yapabilirler? Buna aklınız yatıyor mu?

Saray Rejimi’ni temsil eden oligarşinin tek derdinin, artık tükenmekte olan vadesini yani dikta süresini uzatmak olduğunu, bunun için de Kürt halkının taleplerini sahtekârca istismar etmenin yollarını aradığını nasıl göremiyorlar?

Bir iki şekilsel taviz karşılığında bu oyuna alet olmanın vebalini nasıl hesaplayamıyorlar?

1960’ı, 1971’i, 1980’i filan eleştiriyor görünüp, 2010 ve 2017’de darbenin tillahını gerçekleştirenlerin, 19 Mart’ta yakın Türkiye tarihinin en utanmazca darbesini sahneye koyanların, başkalarına “darbeci ve vesayetçi” ve onların yaptığı anayasalara “darbe anayasası” demeye ne kadar yüzleri olduğu hiç sorgulanmayacak mı?