Google Play Store
App Store

Çarşamba sabahı, İstanbul’da 100 küsur adrese yapılan baskınlarla başta İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu olmak üzere insanların gözaltına alınması, bu işlem yapılırken İstanbul’da seyahat özgürlüğü başta olmak üzere pek çok özgürlüğün kısıtlanması, ülke çapında haberleşme özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar, yine rejimin “resmi görüşünün” yandaş medya aracılığıyla topluma pompalanmaya çalışılması, sadece tek bir sözcükle tanımlanabilir:

Darbe

Bunun dışında yapılmaya çalışılan tanımlamalar, örneğin CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in kullandığı, “darbe girişimi, adeta darbe, sanki darbe dönemi koşullarını anımsatan” gibi ifadeler, sadece bir “anlatım eksikliği” ya da “sözcük seçiminde hata” olarak değerlendirilemez.  Aynı zamanda ve hatta daha da vahim bir şekilde “durum teşhisi – tahlili” hatasıdır. Geçmişten (V.I. Lenin’den) ödünç ama hiç eskimeyen bir tanımla, “Somut durumun somut tahlili” iyi yapılamadığı takdirde, siyasetçilerin üstelik ana muhalefet lideri konumundaki bir siyasetçinin de “duruma uygun doğru tepki geliştirebilmesi” de güç ve sonuçta yanlışlarla dolu olabilir.

Bir kere… Anayasa ve yasalardaki pek çok temel özgürlüğün askıya alındığı ve sıkıyönetim/olağanüstü hal koşullarını anımsatan önlemlerle adeta “burnumuzu dışarı uzatamadığımız” bir durumun adını iyi koyabilmeliyiz. Seçimle, üstelik de bir değil tam 3 kez iktidarı, yani devletin tüm olanaklarını kullanarak kendisine karşı mücadele eden rejimin başını mağlup etmeyi başarmış bir yöneticiyi böyle “yargı – polis” marifetiyle şafak baskınıyla koltuğundan etmek dünyanın her yerinde “Darbenin Daniskası”dır.

Yaptıkları söylenen soruşturmanın unsurları ve dosyaların ayrıntıları tam olarak bilinmese de, Ekrem İmamoğlu’nun, 2019 yılından bu yana zaman zaman açıklamaya ve dikkat çekmeye çalıştığı yolsuzluk ve akçeli usulsüzlüklerin soruşturulmasını engelleyip tam tersine “Ama sen yaptın” diye ortaya çıkabilmek de ayrı bir pişkinlik ve “Yavuz Hırsızlık”tır. .

Soruşturmanın ikinci ayağını oluşturan “terörle işbirliği” unsuru da tam bir komedi olarak görünmektedir. Ortada “Kent Uzlaşısı” adı altında seçim ittifakı yapıldığı söylenen bir siyasi parti (DEM Parti) vardır. Bu parti, adeta “terör örgütü” gibi sunulmakta ve “Bunlarla işbirliği yaptınız. Demek ki siz de terör suçuna bulaştınız” diyebilmenin hafifliği bir yana, bu suçlamayı getiren rejim bırakınız meşru bir siyasi örgüt olan DEM Parti’yi, terör örgütünün bizzat kendisi ile işbirliği içinde somut bir temas halindedir. Bu durumda “Eskiden bunlar teröristti. O zaman işlenmiş bir suçu ortaya çıkardık. Şimdi terörist değiller. Biz temas kurarız” gibi akıllara ziyan bir açıklama, hukuka da mantığa da insan aklına da aykırıdır.

İmamoğlu’nun 30 sene önce aldığı diplomanın iptal edilmesini, bu kapsamda bir profesörün bile diplomasının da “gümbürtüye” gitmesi ise zaten fıkra konusu olamayacak kadar “soğuk bir espriden” ibarettir.

Ama işin ciddi yanına dönersek… İBB – İmamoğlu operasyonu sadece bir takım tartışmalı operasyonların (finansal, mali, terör vs.) araştırılması ve sorumluların cezalandırılması olarak görülmemelidir. Bu operasyon asıl 2019 yılından beri sandık yoluyla erişemedikleri İBB makamının gaspı girişimidir. Açıkça söylemek gerekirse, ardından bir “kayyım ataması” (terör bağlantılı görevden uzaklaştırılacak bir belediye başkanına bunu yapabiliyorlar) yapmanın hazırlığıdır. Bu da İBB elindeki muazzam finansal kaynakların yeniden AKP (Erdoğan) kontrolüne geçmesi, muhtemel bir erken ya da zamanında seçim durumunda AKP siyasetinin finansmanı açısından önemli bir (yine – yeniden) avantaj olacaktır. Olası bir kayyımın İBB kadrolarını yeniden AKP tabanıyla, yandaşlarıyla doldurmasını ve bunun sağlayacağı siyasi avantajı saymıyorum bile. İmamoğlu (hakkını teslim edelim) bunun tersini yapmadığı için 6 yıldır özellikle CHP tabanında nasıl eleştirilmekte, bunu da herkes biliyor.

Dönelim, CHP Genel Başkanı’na…

Zaten 31 Mart 2024 akşamından itibaren halkın rejime gösterdiği “kırmızı” kartın rengini tarihi bir “renk körlüğü” örneği olarak “sarı” olarak gören ve Recep Bey Rejimi’ni sıkıştığı ve düştüğü köşeden, elini tutarak kaldıran (malûm normalleşme ve yumuşama inisiyatifi) Özgür Bey, sonradan bu hatasını görüp “Kırmızı Kart Kampanyası” başlatıp birkaç hafta sonra vazgeçerek, “somut durumun tahlili” ile ilgili yeni yeni hatalar yapmıştır. MHP AKP DEM üçgeninde pişirilen şu anlamsız “süreç” (isim tamlamasını bir türlü yapamıyorum) konusunda da “ne içindeyim ne de büsbütün dışında kalmak istiyorum” tarzı tavrı da yine kayda değer bir “tahlil hatası” değil midir?

Ama, hakkını yemeyelim…

Özgür Bey’in 2 gündür “Kitleleri meydanlara davet edebilmesi ve özellikle İstanbul’da olağanüstü hal/sıkıyönetim koşullarına rağmen Saraçhane’ye on binleri yığması”, Pazar günü (23 Mart) de “çıkın sokağa” diyebilmesi, durumun vahametini anlayabildiğini göstermesi açısından sevindiricidir. Umut vericidir.

Çünkü darbeler (ki, daniskası ile karşı karşıyayız) ancak halkın güçlü tepkileri ile, kitlesel ve cesur “meydan tepkisi” ile alt edilebilir. Zaten Rejim’in, bir yandan da “eski defterleri açıp” kitleyi “Gezi dosyasını canlandırıyorum. Bir daha benzerine kalkışanı yakarım” şeklinde tehdit sopasını sallamasının ardında da, bundan duyduğu korku yatmaktadır.