Google Play Store
App Store

ABD'nin yeni Başkanı Joe Biden dış politika mesaisine 'Amerikan liderliği ve diplomasisini geri getirme' şiarıyla başladı. ABD'nin 'müstesna ülke' olma inancına dayalı bu anlayışın karşısındaki meydan okumanın niteliği ve geliştirilecek yanıtlar, hepimizin akıbetini yakından ilgilendiriyor.

Pandemi ve küresel iklim değişikliği eşliğinde, neoliberal modelin dünya çapında yarattığı kaosa deva olacak bir reçete sunan yok. AB gibi önemli bir uluslar-üstü projenin kaçınılmaz iç çelişkileri ve süreklileşmiş kriz hali, pandemi koşulları ve Brexit'le birlikte daha görünür oldu. ABD'nin Trump sonrası Biden ile yeni oluşturmaya çalıştığı ve 'Amerikan hegemonyasının düşüşünü' tersine çevirmeye odaklı dış politikası ise, şimdiden kaygı verici. ABD elitlerinin Çin ve Rusya ile 'çatışmacı retoriklerine', askeri çevrelerde giderek yüksek sesle anılan 'nükleer seçenekli' savaş senaryoları eşlik ederken, önümüzde tüyler ürpertici bir resim beliriyor. ABD Donanma Enstitüsü için Stratejik Komutanık Başkanı Amiral Charles Richard'ın Rusya ve Çin ile bir nükleer savaşın gerçek bir olasılık olduğunu dile getirmesini özel olarak not etmeli.

Bu koşullarda küresel gidişata dair dikkatlerden kaçırılan mesajlar, Batı bloğunun 'hasım' olarak andığı cepheden geldi. Pandemi koşullarında Dünya Ekonomik Forumu ocak ayı sonunda artık hemen her etkinlikte yapıldığı gibi büyük ölçüde sanal alemde gerçekleştirildi. Pandemi ve küresel ekonomiye etkileri; çevresel, sosyal ve teknolojik meydan okumaların yarattığı karmaşık sorunlar karşısında 'bağımlı bir dünya' bulunmasından hareketle vizyonların ortaya konulması hedeflendi. Öne çıkan gündem 'Büyük Reset' (sıfırlama) eşliğinde, '4'üncü sanayi devrimi, kapsayıcı kapitalizm' tartışmalarıydı.

Davos'un online katılım sağlayan iki gözde konuşmacısı vardı: Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping.

İki liderin de konuşmaları 'çok taraflılık, içişlerine karışmama, uluslararası hukuk temelinde eşit ilişki' vurguları itibarıyla örtüştü. Farklılaşan yanları eksik değildi. Çin lideri son yıllarda 'küreselleşmeyi sırtlayan' isim olarak bu tür platformlarda çokça dinlenmişti. Putin'in ise 12 yıl sonra böylesi bir uluslararası platformda yer alması ilgi çekiciydi.

MÜNİH 2007'DEN DAVOS 2021'E...

Rusya liderinin nüfuzlu 80-100 kadar elit önünde video konferans yoluyla yaptığı kamuya açık konuşma, meşhur 'Münih 2007' ile kıyaslanabilecek nitelikteydi. (Kimileri Stalin'in namlı 'Erkek ve kız kardeşler' konuşmasıyla da kıyaslıyor). 2007 Münih, Putin'in Rusya Federasyonu adına Batı'nın meydan okumasını kabul ettiğine işaret etmişti. Özü şuydu:

"Biz saldırmadık, saldırıya uğradık. Barış önerdik fakat düşman savaşı seçti. Teslim olmayacağız, savaşı kazanacağız. Çok geç olmadan, aklınıza başınıza toplayıp saldırganlığı durdurmanızı tavsiye ederiz."

Bu çıkışa Münih'te gülüp geçenler, 2007'yi takiben NATO'nun Rusya'yı çevreleme hamlelerinin hepsine Moskova'dan yanıtlar üretildiğini gördüler, bunlarla iştigal etmek zorunda kaldılar. Bir hayli de zorlandılar. Kritik tarihler, Gürcistan 2008, Ukrayna/Meydan 2014, Suriye 2015 olarak verilebilir.

Putin'in 12 yıl sonra ilk kez icabet ettiği 'Davos 2021' konuşmasına bakıldığında Rusya liderinin 'bu kapışmanın' sonuçlarından hareketle bir nevi 'Yalta' önerdiği söylenebilir. Ana unsurları şunlar:

+ Pandemi dünyada var olan eşitsizlikleri katladı. Daha da beter olacağını düşünmemiz için her gerekçe var. Kimi uzmanlar durumu 1930'larla kıyaslıyor.

+ Son 15-20 yılda ABD'de günde 5 dolardan aza yaşayan yoksulların sayısı 1.5 kat artarken, Çin'de 4 kat, Rusya'da 12 kat azaldı.

+ Neoliberal model insanlığın karşılaştığı felaketlerle baş edemez. Bu model dengesizdir. Göç krizleri de dahil son gelişmeler bunu bir kez daha teyit etti. Kriz koşullarında devletlerin ekonomik yaşamdaki rolü güçlenmek durumunda. Özel girişim devletin yerini alamaz. Kar maksimizasyonu arayışı kamu çıkarı ile çatışmaz, bunu sağlamak devletin görevi. Halk, böyle bir ekonomik politikanın aracı değil, amaç olarak görülmelidir.

+ Ekonomik eşitsizlikler derin sosyo-politik sorunlar yaratıyor, toplumu bölüyor, sosyal, ırksal ve etnik hoşgörüsüzlüğü tetikliyor. Popülizmi, sağ ve sol radikalizmi artırıyor.

+ Büyük teknoloji şirketlerinin devletlerle rekabet halinde küresel politikaları devralmasına izin verilemez.

+ Mali, teknolojik ve siber alanlarda itaatkar uydu rolü oynamayan ülkelere baskı, ticari engellerin kullanımı, meşru olmayan yaptırımlar ve kısıtlamalar daha da agresifleşiyor.

+ Kuralsız böyle bir oyun, tek taraflı askeri güç kullanma riskini artırır. İç hoşnutsuzlukların 'dışarıya yansıtılmasıyla' güç kullanımı zemini yaratılabilir. 20. yüzyılda sorunlara esaslı çözümler bulma konusundaki yetersizlik ve isteksizlik İkinci Dünya Savaşı felaketine yol açtı.

+ Açıktır ki, merkezi ve tek kutuplu bir dünya düzeni inşa girişimleriyle bağlantılı dönem sona erdi. Dürüst olmak gerekirse, bu dönem başlamadı bile. Bu yönde sadece bir girişimde bulunuldu, ama bu da artık tarih oldu. Bu tekelin özü, medeniyetimizin kültürel ve tarihi çeşitliliğine ters düştü.

+ Ulusal hedeflerimize ulaşırken, en geniş uluslararası işbirliğine açığız.

BU KEZ DİNLEYİCİLER GÜLMEMİŞ

Riayet o ki, Davos'ta dinleyiciler bu kez Putin'e Münih'teki gibi gülmek yerine kapalı toplantıda onu dinlemek için kayıt kuyruğuna girmişler.

Putin'in konuşması, özünde küresel kapitalizmin krizine karşı 'Westfalyan ve Keynesyen' modelle çözüm öneriyor. Bu aynı zamanda da neoliberal sisteme ve bayraktarlığını yapanlara meydan okuma niteliğinde. Pandemi koşullarında pek çok Batılı devletin devreye sokmak zorunda kaldığı önlemler düşünülürse, 'realist' olduğu kuşkusuz. Dünyada hakim sosyo-ekonomik model ve krizine ne kadar çare olabileceği ise tartışmalı.

Şİ'NİN KÜRESELLEŞME VURGULARI

Çin lideri ise son yıllarda bu tür küresel platformlarda çokça dinlendi. Davos konuşmasındaki 'küreselleşme' vurguları kuşkusuz Putin'le tezat teşkil ediyor. Söylemleri daha 'evrensel' ve 'idealist' izlenimi yarattı bende. 'Küresel' ifadesini en az 34 kere, 'küreselleşmeyi' 5 kere andı. Çin'in ekonomik mucizesinin zemini düşünüldüğünde, anlaşılır.

Ancak Şi de 'tüm aktörler için, teknolojik bilimsel ilerleme ile sürdürülebilir ekonomik kalkınma ve uluslararası ilişkilerde bir nevi sosyal politik sözleşmeyi' vurguladı. Uluslararası hukuk kurallarının bulunmadığı bir zeminde 'orman kanunlarının' geçerli olacağının altını şu sözlerle çizdi: "Antik Çinliler hükümet etmenin en önemli temelinin hukuk olduğuna inanırdı. Uluslararası hükümet etme, kurallar ve aramızdaki konsensüse dayanmalı, bir ya da bir kaç ulusun verdiği emirlere değil. BM Şartı en temel ve evrensel olarak devletler arasındaki ilişkilerin kurallarını tanımlıyor. Uluslararası hukuk ve kurallar olmadan dünya bu hukukun gerisine, bir orman yasasına düşer ve sonuçları insanlık için faciaya eş olur."

Özetle, iki lider de Davos vesilesiyle kendilerini 'müstesna ülke' görenlerin perspektifini diğerlerine dikte etmesini dışlamakta ortaklaşmış görünüyor.

AMERİKAN PERSPEKTİFİ

ABD'nin Davos'u 'meydan okuma' olarak alacağı açık. Davos'tan birkaç gün önce Dışişleri Bakanı Blinken bakış açılarını şöyle ifade etmişti:

"Amerikan liderliği hala önemlidir. Biz liderlik etmediğimizde, muhtemelen iki şeyden biri olacaktır. Ya başka bir ülke çıkarlarımızı ve değerlerimizi ilerletecek türden olmayacak şekilde, yerimizi almaya çalışıyordur yahut belki onun kadar kötüsü, bunu kimse yapmayacaktır ve o zaman kaosla karşı karşıya kalınacaktır."

Nitekim Atlantik Konseyi'nin Biden'a sunduğu 'strateji belgesi', ekonomik planda daha büyük meydan okuma görülen Çin'i odağa alarak 'çatışmacı çözüm' önerirken, Rusya ile Çin'in arasını açmaya dayalı bildik formülü tekrarlamakta. Bir kez daha Moskova ile Pekin'e, 'acaba hanginizi hedef seçsek...' algısı sunmakta. Bu kez alıcısı var mı bilinmez.