Dayatılan dil sorunu
Kobani ve Kavala kararları; Yargıtay’ın biçimlenişi ve Ankara’da güvenlik güçleri içinde yaşanan “iç çatışmalar” toplumsal yapının nasıl bir yıkıma sürüklenmekte olduğunu kanıtlıyor.
Bu güncel saptamadan sonra belirtelim ki, karşılaşılan en önemli sorunlardan biri de “Türkçeden uzaklaşılması” sorunudur. Arapça kullanımı, sözcükleri ve harfleriyle hızla yerleşiyor ve yaygınlaşıyor.
KISA TARİHÇE
Konunun aydınlatılması amacıyla kimi gerçeklerin altının çizilmesi gerekiyor.
Önce 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa’da ortaya çıkan “uluslaşma süreci”, aynı zamanda her ulusun bireylerinin “kendi diliyle tapınma” ya da “dua etme” özgürlüğünün kazanılmasıdır. Bugün bir Almanın duasını Almanca, bir Fransız’ın Fransızca vb. yapmasından daha “doğal bir hak” düşünülemez; insanlara bilmedikleri bir dilde dua etmeleri asla dayatılamaz. İdeolojisi “ne olursa olsun” herkes bu konuda birleşir; “dil birliği” ideoloji üstüdür. Yabancı dillerin öğrenilmesine “anadilden sonra” başlanır.
Sonra, uluslaşma sürecine gecikmeli giren ülkemizde bu alandaki düşünce oluşumunun somut bir örneği şöyledir: Milliyetçi, büyük düşünür ve şair Ziya Gökalp’in ta 1918’de yazdığı “Vatan” şiiri şu beşlikle başlar:
Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar manasını namazdaki duanın...
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kuran okunur
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda'nın...
Ey Türk oğlu işte senin orasıdır vatanın!
Sormak gerekiyor. Günümüzde bu görüşleri savunabilecek bir tek “milliyetçi” çıkabilir mi? Ben söyleyeyim, hiç çıkamaz, çünkü Siyasal İslam, Türk milliyetçiliğini de ezdi, daha doğrusu “sentez” yaptı.
Cumhuriyet, ulusal birliğin iki ana dayanağı olarak dil birliği ile tarih birliğini, kurum ve uygulama ile yaşama geçirdi. Öncelikle Arap alfabesinin yerine, Türkçe’nin özelliklerine uygun alfabeyi 1 Kasım 1928’de yürürlüğe koydu; Kuran’ın Türkçe çevirisi yapılmak istendi. Türkçe’nin yabancı sözcüklerden arındırılması amacıyla yoğun bir çaba harcandı. Sözcükleri ve alfabesiyle Türkçe’nin egemen kılınmasına çalışıldı.
O yıllarda Türkçe “o kadar önemsenir” ki Alman faşizminden kaçarak ülkemize gelen bilim insanları ile yapılan iş sözleşmesinin 2. maddesinin 3 numaralı düzenlemesi şöyleydi: “Profesör, üçüncü yıldan sonra derslerini Türkçe vermek için elinden geleni yapmakla yükümlüdür.” (Ernst E. Hirsch, Hatıralarım, 1985 basımı, s.249). Bu düzenleme Türkçe ile bilimsel çalışma yapılabileceği kararlılığını da yansıtır.
Bu bağlamda, Cumhuriyet, duaya çağrı olan ezanın 1932’den sonra Türkçe okunmasını sağladı; uygulama 1941’de zorunlu kılındı; Türkçe ezan düzenlemesi, 1950’de Demokrat Parti iktidarı tarafından muhalefetteki CHP’nin de katılımıyla kaldırıldı. Bununla da kalınmadı, 1950’ler, bir taraftan ABD eliyle “İngilizcenin egemen kılınması; diğer taraftan da 1924 Anayasası’nın içeriğine hiç dokunulmadan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu yapılması; Halkevleri ve Köy Enstitülerinin kapatılması ve imam hatip okullarının açılmasıyla Türkçe’nin Arapça ve Farsça sözcüklerle aşınmaya başlamasının temelleri atıldı. Hemen her dile çevrilmiş olan Kuran’ın 1960’larda dilimize çevrilmesi çabaları da sonuçsuz kaldı; sonrasında bunu istemek bile “düşünülemez” oldu.
İKİ SONUÇ
Önce muhalefet. Yukarıda sıralanan gerçekler ışığında bakılırsa CHP Genel Başkanı Özel’in geçen günlerde söylediği:
“…belediye başkanlarımı uyardım… artık Arapça tabelalara karışmayın. Arapça Kuran dilidir, halk incinir” sözleri, bütüncül bir tutarlılıktan çok uzaktır.
Çünkü sorun yalnızca bir tabela sorunu değildir; Arap harflerinin kullanımında Harf Devrimi tartışmalarına uzanan kapsayıcı bir “kültürel sömürü” söz konusudur.
Sonra iktidar. “Türkçe ile felsefe yapılamaz” diyen, eğitimde Osmanlıcayı dayatan ve sonunda Cumhuriyet’in Dil Devrimini “en büyük cinayet” sayan anlayışı yeşerten iktidarın eğitimi tarikat ve cemaatlerle birlikte yürüten bugünkü Milli Eğitim Bakanı geçtiğimiz günlerde “Türkiye Yüzyılı: Maarif Modeli” adı altında binlerce sayfalık bir çalışma açıkladı.
Başlığındaki dört sözcükten ikisi, maarif ve model, Türkçe olmayan çalışmanın tanıtımında kullanılan şu “kimliksiz dile” bakar mısınız?
“Öğrenci profili oluşturulurken zamansal bütünlük, ontolojik bütünlük ve epistemolojik bütünlüğü sağlama yanında aksiyolojik olgunluk da dikkate alındı.”
21. yüzyılın ikinci çeyreğine girilirken bu topluma dayatılan düşünce ve dil, ne yazık ki bu!
Türkçe’nin, din giysisi içinde dayatılan Arapça ve diğer yabancı sözcüklerden arındırılması amacıyla çaba harcanması gerekiyor.
19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun.