Demeter Trump’a karşı
Kimdir ağaçları kesen, kim bu nursuz, yüzünü hırs bürümüş pis kapitalist? O astığı astık, kestiği kestik görgüsüz bir kraldır. O zamanlarda adı Erisihton’du, şimdi Trump diye ünlendi. Yanında ne dediğini bilmez Musk denilen adamla yeni egemeniymiş dünyamızın.

Bu yazı yıllar önce gördüğüm bir rüyanın güncellenmiş tekrarıdır. Zaman geçiyor ama kimi şeyler, durumlar, hikâyeler sanki inadına kendilerini tekrar ediyorlar. Rüyalar da öyle. İşte bu yazı da yorgun bir günün sonunda dalıp gittiğim derin bir uykuda gördüğüm tuhaf bir rüya üzerinedir. Rüyadır ama rüyalar da bizim bilincimizin kuytu köşelerinde büyüyen, zaman aşan gerçekliğimiz değil mi?
Rüyamda krallar, kraliçeler, eski çağların tanrıları, zamanlar birbirine girmişti, ama hayal mi, kâbus mu bilemedim. “Hep güldün bu gece, dedi karım, ne gördünse rüyanda.” Günümüzün anlı şanlı emperyalistleri binmişler zaman makinesine, tarihin derinliklerinde yaşayan tanrıların, tanrıçaların arasına sızmışlardı. Bu takım elbiseli, “establishment” heriflerin, ukala adamların, seçilmemiş seçkinlerin, her türden kötülükle adı anılan ölüm tanrıçası Hades’le ortak olduklarını bilir miydiniz? Bilmeli, yoksa günün birinde, hani iyice rotadan çıktıkları, kendi kendilerini yemeye başladıkları zamanlara nasıl hazır olabilir ki insan… “Ne diyorsun, dedi sevgili eşim, geldi mi beklenen zaman, geliyor mu gelmekte olan?” Bilmiyorum dedim. Benimki yalnızca bir rüya. Anlat dedi karım… Başladım anlatmaya.
Yalnız değilmişiz, bir curcuna bir telaş pek karışık bir zamanındaymışız dünyanın, eski yeni krallar despotlar, sureti haktan görünen üstenciler sarmış ortalığı. Ama iyiler de varmış sağda solda. Derken güzeller güzeli Tanrıça Demeter parladı rüyamın içinde. O güzel tanrıçayı, resimlerinde, heykellerinde görmüşsündür; kucağında bir demet buğday taşır, dekoltesi derin, bir memesi de açıktadır; hemen aklına başka şeyler gelmesin ya da gelsin, çünkü o da berekettir; işte o buğday demetiyle Demeter’in tüm dünyayı beslediği, toprağın altında bekleyen tüm bitkileri canlandırdığı söylenir. Aslında bitkilerin ağaçların damarlarında dolaşan özsuların akışını, kulağınızı dayasanız duyarsınız; eğer iyi bir insansanız, emperyalistlerin yardakçısı, işbirlikçisi, kuklası değilseniz şarkılarını da duyarsınız doğanın… Uzatma istersen dedi karım. İşte o şarkıları ağaçlarla hayat bulan Driyad denilen güzel peri kızları söylüyorlarmış meğer. Öyle güzeldi ki sesleri, Homo-erektus atamız da onlara özenip şarkılar söylemeye başlamıştı. Ama kötülüğün egemenliği her yere, her şeye egemen olunca, ağaçlara balta inmeye, dallar kırılmaya, hızarlar çalışmaya, yakılmış ormanların yerini lüks oteller doldurmaya başlayınca Driyadlar, Demeter’i çağırmaktan başka çare bulamadılar. Ne güzel, ne hüzünlü bir şarkıydı Driyadların şarkısı. Demeter de işte o sırada yeraltı dünyasının tanrısı, Ölüler Ülkesi’nin şantajcısı, Kızılderili kıyımının General Custer’ı, siyah kölelerin efendisi, Nazilerin Führeri Hades’in, yeraltı dünyasına kapattığı güzel kızı Persefone’nin acısıyla perişan, umutsuz, yüreğini susturmak için geziniyor, kızını nasıl kurtaracağını düşünüyordu yeşil ormanda. Ama bu başka bir rüyanın konusudur; devam et dedi karım. Sonra imdat çığlıklarını duydu Demeter Driyadların. Kimdir ağaçları kesen, kim bu nursuz, yüzünü hırs bürümüş pis kapitalist? O astığı astık, kestiği kestik görgüsüz bir kraldır. O zamanlarda adı Erisihton’du, şimdi Trump diye ünlendi. Yanında ne dediğini bilmez Musk denilen adamla yeni egemeniymiş dünyamızın, ne kadar zulüm görse de hâlâ tazeliğini koruyan şu bizim Arz’ımızda, Erde’mizde, parçalanmış toprağımızda, paylaşamadığımız Terra’da işler uzun süre kötüye gitti; yakıp yıkıldı ormanlar, beton diye bir şey icat edip toprağı nefes alamaz hale getirdiler, Çok canı sıkılan Demeter de gideyim bakayım şu yenisi eskisini aratan diktatör bozuntusuna, nasıl engellenebilir bir araştırayım dedi rüyamın içinde.
Ne yapabilir Demeter, kılık değiştireyim de öyle çıkayım karşısına diye bir kurnazlık düşündü; Erisihton’un önüne güzeller güzeli Demeter gibi çıkmadı, güçten düşmüş, ihtiyar bir kocakarı kılığında gördü onu zalim kral. “Buralar da artık benim,” diye başladı anlatmaya övünmeye kibirli kral. “İşte bak, ormanın küçük sahipleri de artık benim işbirlikçilerimdir. Tanıştırayım sana kocakarı, bu efendi ağa tüm Newspaperlarımın sahibidir; öteki şu köşede bıçağını bileyen de, komutan-pentagon deriz biz ona, balta takımının komutanıdır; şu köşede kendi kendine konuşup duran, eli cebinde ukala da benim ‘hoca’ adını taktığım düdüktür, arada bir öttürdüğü de benim düdüğümdür, bak yine öttürdü, ‘ben kralın ortağıyım’ der de güldürür beni böyle arada bir; şu köşedeki hırpani de benim üstencimdir, bu Beyaz iyice eskidi yenisini de o inşa edecek. Bugün hep birlikte yiyip içeceğiz, en iyi meyveler, en iyi şaraplar, en kalite biralar su gibi akacak, gel sen de şu köşede bir yer bul kendine, sana da bir servis açsınlar.” “Yok dedi Demeter, ben gideyim, sen de kendine dikkat et, pek iyi görmedim, çaptan düşmüşsün, yürüyüşün değişmiş, şurada duran senin kriz bozan-bunalım düzen muhasebecin değil mi, ona sor istersen iyiye gitmiyor senin işler, ye iç ama dikkat et, buralarda görür gibi oldum açlık tanrıçası Fames’i, yoksullarla eğlenmeyi bırakıp bu tarafa doğru gelirse vay senin haline.” Cadı kılığından çıkıp o güzel Demeter oluverdi ansızın. Erisihton ya da Trump “aman tez yakalayın,” diye çığlık attıysa da çoktan kayıplara karışmıştı Demeter, açık dekoltesini daha da açarak. “Aman, bırakın giderse gitsin dedi Time’daki fotoğrafına hayran hayran bakan yeni kral, haydi oturun dostlarım, bu ormanı da tamam edelim, paylaşalım, aslan payını ben alayım, ama bu arada canımı sıkmamaya da dikkat etmenizi istirham ederim sizlerden,” diye kahkahası bol bir nutuk attı. Açlık Tanrıçası Fames de usulca sokuldu sofraya; tabaklara, içki kadehlerine kaşla göz arasında açlık tozunu serpiştiriverdi.
Gerçeğin kapılarını açan, sınır tanımaz rüyanın diliyle konuşalım; doydukça yediler, yedikçe doyamadılar, sonunda mide fesadıyla yığılıp kaldılar. Ormanın Wallstreet taraflarında kâr oranlarında düşme eğilimi belirdi. Öteki köşede “bu paylaşma adil olmadı,” diyen Çar’ın modern kılıklısı Ukrayna savaşının bilançosunu çıkarırken, yeni kral Trump, “kim ulan bunlar nerden çıktı bu sarı yelekliler, kim bu çapulcu kılıklı sergerde takımı, tez Meksika sınırında duvarlar yükseltilsin, Ukrayna Rusya ile anlaşsın, Evropa’nın borçları tahsil edilsin, İran’a sefer düzenlensin, Kanada ilhak edilsin, Çin mallarının boğazı sıkılsın, Gazze turistik bölge ilan edilsin, Panama kanalı benim olsun, Danimarka Grönland’ı bana versin,” diye bağırıyordu. Sonunda yerken içerken bitmeyecekmiş gibi görünen kaynaklar tükenince sağa sola saldırmaları kader oldu. “Sonunda aç kral ülkenin en büyük meydanında bağıra bağıra halktan gene yiyecek içecek dilenirken, açlık duygusu öylesine ağır bastı ki dayanamadı kendini yemeye başladı.” Rüyadır, hep kâbusa dönüşecek değil ya, baktım köşeden elinde meşaleyle gelen Prometheus. Arkadan gelenler de Spartaküs’ün köleler ordusu mu? İşte bak orman ahalisi de Bella Çav söyleye söyleye geliyor. Şililileri gördün mü, nasıl dans ediyorlar, unutmamışlar Venseremos söylemeyi hâlâ, ya şu taraftan gelenler, halaya durmuşlar türküler şarkılar gırla gidiyor. Bunlar da kim böyle? “Tanrı, paşa, bey, ağa, sultan bizi nasıl kurtarır, bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır,” diye ellerinde bayraklarla yürüyen bu kadınlı erkekli kalabalık da nereden çıktı? “Hadi yat, sabah olmadı daha, böyle rüya mı olur, benim de uykumu kaçırdın, ne gelen var ne giden,” dedi karım. “Gelir gelecek olan, gider gitmesi gereken önünde sonunda, günün birinde,” dedim ben de. Ama uyku tutmadı ondan sonra… Sahi siz uyuyabiliyor musunuz?