Demokrasi yol ayrımında
Eski İngiliz İşçi Partisi milletvekili Woodcock, ülkede demokrasiyi korumak için ‘eylemlerin bastırılması’ gerektiğini söyledi. Gerçekte ise bunu yapmanın tek sonucu savaş suçlularını siyaseten dokunulmaz hale getirmek olacak.

Ronja HEYMANN
Birleşik Krallık’ta son yıllarda hükümetin “bölücü” ve “yasadışı” gördüğü eylemleri sert biçimde bastırdığını görüyoruz. 2022 yılında yürürlüğe giren Polis, Suç, Mahkumiyet ve Duruşma yasası ve 2023’te yürürlüğe giren Kamu Düzeni yasasından sonra şimdi de John Woodcock tarafından kaleme alınan “Demokrasiyi Baskılardan Korumak” başlıklı raporla karşı karşıyayız. Rapor, hak savunucusu grupları hedef almanın ötesine geçiyor, doğrudan demokrasi anlayışımızı hedefe koyuyor. “Hukukun üstünlüğü” vurgusuyla yazılan rapor demokrasiyi halkın kontrol ve itirazlarının erişemeyeceği bir dizi kural ve kurum üzerine inşa ediyor.
İşçi partisinden milletvekili seçilen Woodcock, cinsel istismar iddiaları yüzünden partisinden istifa etmek zorunda kalmış, 2019 yılındaki seçimlerde ise Muhafazakarları desteklemişti. Daha sonra soylu ünvanı olarak “Lord Walney” adını almış ve hükümete “Siyasi Şiddet ve Bozulma Danışmanı” olarak atanmıştı. Yazdığı 291 sayfalık rapor ağırlıklı olarak solcuların düzenlediği şiddetsiz eylemlere yoğunlaşıyor. Bu tür eylemlerin gerekçeleri genelde iklim değişikliği ya da Filistin mücadelesi oluyor ve eylemciler sivil hayatı aksatma ya da yasaları çiğneme gibi yöntemler benimsiyorlar. Woodcock’un iddiasına göre bu eylemlerin başlıca tehlikesi, yaratabildikleri ekonomik hasar, polisin elindeki kaynakları tüketebilme becerileri ve “parlamenter demokrasi ve hukukun üstüne olan inancı zayıflatma” riskleri.
Woodcock son dönemde yapılan yasa değişikliklerini de görmezden geliyor ve “bu tehditlerin görmezden gelindiğini ve anlaşılmadığını” öne sürüyor. Woodcock’un raporunun politika önerileri arasında eylemler dolayısıyla “zarara uğrayan” şirketlerin tazminat talep edebilmesi, polisin aldığı önlemlerin maliyetinin yine eylemcilere fatura edilmesi ve var. Rapor ayrıca hükümetlerin ya da seçilmiş temsilcilerin, yasalara karşı gelen eylemcilerle herhangi bir danışma ya da istişare içine girmemeleri gerektiğini söylüyor.
Woodcock’un demokrasiyi pek anlamadığı, insanları yalnızca “seçmen” olarak gördüğü anlaşılıyor. Hukukun da sorgulanabileceğini ve insanların hukuka direnç gösterebileceğini anlamıyor. “Hukukun üstünlüğü” derken, “Bir hareket, siyasi değişim talep ederken yasaları sistematik bir biçimde ihlal ediyorsa, çizgiyi aşıyordur ve bu kabul edilemez bir durumdur” diyor. Hukuka karşı gelen ve sivil itaatsizlik içeren eylemlerin, seçme ve seçilme hakkından tutun ABD’deki medeni haklar hareketine birçok yerde uygulandığını, bu olgunun John Rawls ve Jürgen Habermas gibi liberal demokrasi teorisyenleri tarafından dahi tanındığını bilmiyor.
SEÇMEN Mİ İZLEYİCİ Mİ?
Woodcock öne sürdüğü iddiaların mutlak kabul edilmesini talep ediyor çünkü Birleşik Krallık isimli “liberal demokrasinin” insanlara seçme hakkı bahşettiğinden söz ediyor. Bu şekilde vatandaşları, onay ya da eleştirilerini birkaç senede bir ifade etme şansı bulan “izleyicilere” indirgiyor. Tabii bu sayede yoğun lobi faaliyetleriyle seçmenin sesini bastıran özel şirketleri de göz ardı ediyor. “Bağımsız danışman” Woodcock’un kendisi de bu anlamda iyi bir örnek. Silah üreticileri ve petrol şirketlerine ücretli danışmanlık veriyor olmasının, iklim değişikliğiyle mücadele ya da Filistin dayanışması eylemlerine dair görüşlerine etki etmediğine ikna olmamızı bekliyor. Halbuki kitlesel eylemleri giderek zorlaştırmak, şirketlerin hükümet politikalarına yön vermelerini kolaylaştırmak ile eş anlamlı.
Filozof James Tully 1999 yılında şunları yazıyordu: “Siyaset öyle bir oyundur ki, kuralları oyun esnasında tartışmaya açılabilir ve değişebilir.” Yasalara karşı çıkan eylemler de demokrasi oyununun kendine has kurallarının bir parçası. Talep edilen ister ateşkes, ister fosil yakıt kullanımının azaltılması olsun, demokratik katılım göstermek için bazen hukuka karşı çıkmak, hatta hukuku çiğnemek gerekiyor. Bu tür ifade biçimlerinin siyaset kurumları üzerinde kitlesel etki yarattığı, bu kurumların aksi koşullarda ortak kaygılara duyarsız kaldığı ve hatta bizzat Woodcock’un örnek verdiği gibi yalnızca ekonomik çıkarlar ekseninde hareket ettikleri gün gibi açık. Eylemcilerin temel iddiası, kurumlarımızın ve siyasi sistemimizin daima siyaseten sorgulanabilmesidir. Yaşamlarımızı nasıl düzenleyeceğimize dair sorular, demokrasilerde tek bir defa yanıtlanmaz, daima demokratik müzakere ve direnişe sahne olur.
Tully’nin kaleme aldığı satırlar 25 sene öncesine ait. Woodcock ise şimdi farklı bir “demokratik oyun” oynamamız gerektiğini söylüyor, bu oyunda kuralların artık “değişmez” olduğunu öne sürüyor. Sıradan insanların siyasete katılımın için kullandıkları alanların daha da daraltılmasını savunuyor. Bunun doğal neticesi de sıradan insanların “erişim ve etki” sahibi olmadıkları kurallarca yönetilmeleri olacak. Bu anlayış, demokrasinin “halkın iktidarı” olması anlayışıyla derinden çelişiyor.
Woodcock’un indirgemeci demokrasi anlayışı ve yasalara karşı gelen siyasi ifade biçimlerinin “hukukun üstünlüğüne” aykırı olduğunu savunması manidar. Hukukun üstünlüğü demokratik toplumlarda önemli bir “önkoşul” olsa da, başlı başına bir gösterge değildir ve demokratik olmayan toplumlarda da görebileceğimiz bir olgudur.
SERMAYENİN OYUNU
Aslına bakarsanız, neoliberal düşünürler otoriter ve diktatoryel rejimleri savunmak için hukukun üstünlüğünü ortaya atmalarıyla bilinirler. Woodcock’un raporu da birçok anlamda kendi neoliberal dünya görüşünün bir ürünü olarak anlaşılabilir. Bu dünya görüşü, demokratik katılıma şüpheyle bakıyor ve elitlerin gücünü koruma telaşıyla hareket ediyor.
Woodcock raporuna başlarken “demokrasi yol ayrımında” ifadelerini kullanıyor. Bu gözlemi doğru. Fakat demokrasiyi tehdit edenler, hak savunucusu gruplar ya da siyasetçileri “baskı altına almaları” değil. Tam tersine, demokrasi için yaşamsal öneme sahip demokratik uygulamalarımızı, itiraz ve katılım kanallarımızı yitirme tehlikesiyle yüzleşiyoruz. Woodcock’un önerileri politikalaşırsa, Birleşik Krallık’ta oynanan “demokrasi oyunu,” halkın kurallara itiraz edemediği, güç ve servet sahiplerinin kuralların tepeden dayattığı bir oyuna dönüşecek. Bu da halkın şekil verdiği katılımcı demokrasinin sonu demek. Demokraside bir yol ayrımındayız ve Woodcock bizi yanlış yöne sürüklemeye çalışıyor.
Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: Tribune Mag