Demokratlar nerede hata yaptı?

Mert Karaca - Siyasetbilimci
ABD’de birçok kişi tarafından tarihin en önemli seçimi olarak görülen 2024 seçimleri Cumhuriyetçilerin ezici üstünlüğüyle sona erdi. Başkanlığı dört yıl aradan sonra tekrar Donald Trump’ın kazanmasına ek olarak, Cumhuriyetçiler Senato’daki çoğunluğu Demokratlar’dan aldı ve Kongre’deki çoğunluklarını da korudu.
Bunlara ek olarak Trump toplam oy sayısında Kamala Harris’i geçerek delege usulü seçim yapılmasına dair ortaya atılan eleştirileri de boşa çıkarmış oldu (2016’da Trump daha fazla delege alarak başkanlığı kazandığında Hillary Clinton toplamda daha çok oy almıştı). Bu yazıda yaklaşık dört yıldır Amerika’da çalışan bir siyaset kuramcı olarak sizlere iki şeyi açıklamaya çalışacağım: bu seçim neden bu kadar önemliydi ve Demokratlar neden böylesine bir hezimete uğradı.
SAĞIN DEVLETİ ELE GEÇİRME STRATEJİSİ
Seçimi hayli kritik kılan iki önemli unsur var. Birincisi Anayasa Mahkemesi atamaları. Amerikan Anayasa Mahkemesi tarihsel ve siyasi açıdan çok güçlü bir kurum. Bu mahkeme dokuz üyeden oluşuyor ve üyeleri ABD başkanı atıyor. Bu atamalar genellikle ömürlük oluyor. Yani bir başka deyişle, dönem sınırlaması söz konusu değil. Üyeler emeklilik yaşına geldiklerinde kendileri tercih ederse emekli olabiliyorlar, ama isterlerse ölene kadar o koltuk onların. Bunlara ek olarak Anayasa Mahkemesi üyesi yargıçlar son derece kapsamlı yasal dokunulmazlıklara sahipler. Hiçbir özel görüşmelerini, ilişkilerini, aldıkları hediyeleri, malvarlıklarını ve hatta kararlarının izahını dahi paylaşmak zorunda değiller. O dönemde ölen ve emekli olan üyeler nedeniyle Trump Anayasa Mahkemesi’ne üç atama yapmıştı. Bu atamaların hepsi ideolojik olarak aşırı muhafazakâr yargıçlardan oluşmuştu ve neticesinde mahkemede muhafazakâr bir çoğunluk kurulmuştu. Bunun etkilerini Anayasa Mahkemesi’nin o günden bu yana aldığı kararlarda (ülke düzeyinde kürtaj hakkının, okullarda eleştirel ırkçılık teorisi derslerinin ve pozitif ayrımcılık uygulamalarının kaldırılması gibi) görmüştük. Dönelim bu seçime. Dediğim gibi, Trump halihazırda üç üyeyi atamıştı. Önünüzdeki dört yıllık süreçte de iki üyenin daha emekli olması bekleniyor. Bu üyeleri de Trump’ın ataması demek, Anayasa Mahkemesi’nde 30-40 yıl sürmesi beklenen bir muhafazakâr çoğunluk anlamına geliyor.
Seçimi kritik kılan ikinci unsur ise, üyeleri arasında çok sayıda Trump dönemi bürokratlarının da olduğu aşırı sağcı sivil toplum ve düşünce kuruluşları tarafından geliştirilen 2025 Projesi eylem planı. 2023 Nisan’ında yayınlanan bu 920 sayfalık belgede bir tek şey anlatılıyor: 2024 seçimlerini Cumhuriyetçiler olarak kazandıktan sonra 2025 yılından başlayarak devlet kademesinde hangi yapısal ve politika temelli değişikliklere gidilmeli. Bu değişikliklerin amacı muhafazakâr/sağ ideolojinin uzun yıllarca, seçim sonuçları ne olursa olsun Amerikan hükümetinde egemen olmasını sağlamak. Yani özetle, bu seçimdeki olası bir Cumhuriyetçi Parti galibiyeti kısa dönemde Trump’tan bir tek adam yaratmak, uzun vadede ise Amerikan hükümetini mutlak faşizan bir raya oturtmak demekti. Eminim ki bunlar bizlere pek de yabancı gelmeyen şeyler…
Ama Türkiye siyasetiyle burada olan bitenler arasındaki benzerlikler bununla sınırlı değil. Trump’ın ve Cumhuriyetçilerin kazanmasının bu kadar ekstrem sonuçlar doğuracağı bir seçim ortamında Demokratlar nasıl oldu da bu seçimi kaybetmeyi başardı? Öncelikle sizlere seçim kampanyaları sürecinde adayların hangi vaatlerde bulunduklarından bahsedeyim. Trump iki ana vaat üzerinden kampanyasını yürüttü: Göçmen sorununun çözülmesi ve hayat pahalılığının azaltılması. Birincisi için çözümleri sınırdaki duvarı tamamlamak, vize ve oturum izni süreçlerini zorlaştırmak ve kaçak olarak ülkede bulunanları toplu şekilde sınır dışı etmek. İkincisi için çözümleri ise Ukrayna’ya para ve silah yardımını kesmek ve ülkenin dört bir yanında sondaj kuyuları açarak enerji fiyatlarını düşürmek. Bunun karşılığında Kamala Harris ise aynı vaatleri farklı çözümlerle sunmaya ek olarak kürtaj hakkının yasallaştırılması, ilk kez ev sahibi olacaklara devlet yardımı, genel sağlık sigortası ve öğrenim kredilerinin affını da vaat etti. Harris’in göçmen sorununa çözümü sınırların daha güvenli hale getirilmesi ve göçmenlik süreçlerinin daha hızlı şekilde karara bağlanmasıydı. Hayat pahalılığı içinse Harris, orta ve düşük gelirli vatandaşlara vergi indirimi, yıllık belli bir miktarın üstünde kazananlardan ekstra gelir vergisi ve yenilenebilir enerji dönüşümüyle sürdürülebilirliğin sağlanması gibi çözümler sundu.
BİR ÖNCEKİ SEÇİMDEN DAHA AZ OYLA KAZANDI
Seçim sonuçlarının belli olmasından sonra medyada ve akademik çerçevelerde bazı uzmanlar Trump’ın vaatlerinin halkta daha çok karşılık bulduğu yönünde fikir belirtti. Fakat bunun doğru olmadığını gösteren bir şey var. Amerika’da seçimlerde sadece başkan ve temsilciler değil, birçok politika da referandum şeklinde pusulada oluyor. Harris’in vaat ettiği kürtaj hakkı, ücretli izin, genel sağlık sigortası, kira artış kısıtlaması gibi politikalar halk tarafından kabul edildi. Hatta Trump’ın ezici üstünlükle kazandığı eyaletlerde bile bu referandumlardan evet oyu çıktı. Seçim sonrası yayınlanan bir istatistiğe göre, Harris istisnasız her eyalette ve şehirde kendi önerdiği politikalardan daha düşük oy almış. Mesela, Missouri’den Harris’e %40 oy çıkarken, kürtaj hakkının eyalet anayasasına eklenmesine %52 oy çıkmış. Bu da gösteriyor ki sorun vaatlerde değildi. Buna paralel olarak bazı diğer uzmanlar sorun vaatlerde değilse adaydadır dedi. Birçok seçmenin bir kadını ciddiye almadığını, bu yüzden Kamala yerine Trump’a oy verdiğini söylediler. Hatta bu yüzden Latinleri ve siyahi erkekleri günah keçisi ilan ettiler, bu grupları Trump’ın maçoluğundan etkilenmekle suçladılar. Bunu söylemelerinin arkasında yatan neden ise Harris’in azınlıkların ve yoksulların yoğunlukla yaşadığı şehir merkezlerinde Biden’a göre çok daha düşük oy alması. Ben bu açıklamayı da yanlış buluyorum. Trump’ın Latinlerden ve siyahi erkeklerden oy aldığı söylemi tamamen yanlış. Medyada Trump için bir başarı hikâyesi uydurmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken de marjinalleştirilmiş grupları günah keçisi ilan etmeye çalışıyorlar. 2020 seçimleri Trump için bir hezimetti. 2024 için ise Amerikan tarihinin en büyük seçim başarılarından biri diyorlar. Peki ya ben size şunu söylesem: Trump 2024’te 2020’ye göre 3 milyon daha az oy topladı… Bu şu demek, Trump kendine yeni seçmen falan bulmadı. Kendi seçmenini çok az fireyle korumuş oldu.
SAĞA KAYMANIN BEDELİ
Peki ya 2020’de Biden’ın aldığı oy sayısıyla 2024’te Harris’in aldığı arasındaki fark? 15 milyondan fazla… Yani bu seçim sonucunu açıklayacak tek bir cümle var: Demokratlar kendi adaylarına oy vermek istemedi. Peki neden? İşte burası Türkiye’nin demokratik siyasi örgütleri için ders çıkarılabilecek nokta. Harris kampı kendi seçmenini cepte gördü ve bunu belli etmekten hiç çekinmedi. Harris her fırsatta ılımlı Cumhuriyetçilere hitap edip onların gönlünü hoş tutmaya çalıştı. Kabinesinde Cumhuriyetçilere yer vereceğini söyledi. Eski Cumhuriyetçilerle birlikte mitinglere çıktı. Bireysel silahlanmayı savunacağını, kendisinin de silahı olduğunu söyledi. Tüm bu jestlerle sağa göz kırparken, kendi tabanından gelen Siyonist İsrail’le arasına mesafe koyması ve Filistin’in bağımsızlığını desteklemesi çağrısına kulak tıkadı. Savcılık yaptığı dönemde esrar kullanımından hapse attırdığı siyahilerle ilgili özeleştiri yapması istendiğinde geri adım atmayarak yaptıklarının arkasında durduğunu söyledi. Demokratlar adaylarından daha solcu duruş ve vaatler beklerken, o buradakilerin deyimiyle Light Cumhuriyetçi olarak yarışmayı tercih etti. Ve sonuç ortada… Kendi seçmenini kendine yabancılaştırırken, kendi seçmeninin sandığa gitme şevkini kırarken, Cumhuriyetçilerden ise bir oy bile alamadı.
Bu devasa hezimetin Türkiye ve dünyadaki demokratik siyasi partilere büyük bir ders olması gerekiyor. Eğer bir seçimde seçenekler sağcı ve daha az sağcı ise, sağcı mutlaka kazanır. Çünkü sağcıya oy vermek isteyen zaten hakiki, asıl, tam sağcıya oy verir. Hiçbir şekilde bir sağcıya oy vermek istemeyen de seçimde oy kullanmaz. Bizim ülkemizde de burada da demokratlar seçimlerden yanlış sonucu çıkarıyorlar. Muhafazakârlar büyük farkla kazanınca “Biz demek ki yeterince sağa kayamadık, daha da sağa kaymamız lazım, halk bunu istiyor” diyorlar. Halbuki demeleri gereken, “Biz demek ki bu halka yeterince farklı bir alternatif sunamadık.”