Demokrat’tan BirGün’e bir “Düş”ün yeniden yaratılışı
Bakmayın siz gazetecilerin bugünlerde dinmeyen sızlanmalarına. Ülkemizde gazetecilik her zaman tehlikeliydi, her zaman zordu. Karanlık bazen açılır gibi oluyor ama hep daha karanlıkla boğuşmak zorunda kalıyoruz biz gazeteciler…
1 Haziran 1980’de Cumhuriyet’in Ankara Bürosu’ndan içeri adım attığımda da ortalık öyle sütliman değildi. Ragıp Zarakolu’nun deyimiyle “adı konmamış bir iç savaş” yaşanıyordu. Cumhuriyet muhabiri olarak sokaklarda dolaşmak riskli, hele de çatışmalarla ilgili bilgi almak epey güçtü.
İlk günlerimde stajyer muhabir olarak en büyük dayanağım, Konur Sokağı’ndaki büromuzun üst katındaki Demokrat gazetesindeki arkadaşlardı. Kısa sürede onlarla mesleki dayanışma içine girmiştik; bazen olaylara birlikte koşturuyorduk; bazen de bilgi alışverişinde bulunuyorduk.
Özellikle gece saldırılarında öldürülen ya da yaralananların kim olduklarını öğrenmek saatlerimizi alıyordu. Demokrat’taki gece nöbetçisi arkadaşlarla olayları paylaşıp bilgileri birbirimize aktarıyorduk. Buluşma yerimiz de çoğunlukla apartmanın merdiven boşluğu oluyordu.
11 Eylül 1980 günü Kızılay’ın her yanından gelen patlama sesleri olağanüstü birşeyler yaşandığının işaretiydi. Nitekim ertesi güne Kenan Evren’in sesiyle uyandık. O gece ve sabahı ayrı bir öykü, ayrı bir yazı konusu.
Hasan Cemal’in, “Beyler, gazeteci her zaman tarih yazar. Ama şimdi özel bir dönemden geçiyoruz. Yazamadıklarınızı not alın, ilerde kitap yaparsınız” diye öğütler verdiği toplantıdan sonra hemen Demokrat bürosuna çıktım, kapı duvardı; kimseler yoktu. O gece askerler, büroyu basmış, içerde kim varsa alıp götürmüşlerdi.
O sabah, askeri darbenin ve o günden sonra olacakların ağırlığını o kapının önünde hissettim. Dostlarımı yitirmiştim, Demokrat gazetesi artık yoktu. Bürodaki arkadaşların kullandığı kırmızı bir Opel araç vardı. Apartmanın arka bahçesinde aylarca kaldı o da öyle mahzun.
Demokrat’ın farkı o dönem yaygın medyanın, hatta Cumhuriyet’in bile yazmadıklarını, yazamadıklarını yazması, iç savaş sürecine tanıklık etmesiydi. Eksikliğini, 12 Eylül ve sonrasında da hep hissettim.
Demokrat gazetesini bugün yeniden anımsamamın nedeni, BirGün’ün kuruluşunu ve 20 yılını anlatan “Bir Düş” belgeselinin Ankara’daki gösterimiydi. Oğuzhan Müftüoğlu belgeselde Demokrat deneyiminden söz ediyor; Uğur Mumcu’nun, Cumhuriyet Ankara Bürosu’nun üst katındaki Demokrat Bürosu’na çıkışını, orada söylediklerini aktarıyordu. 90’ların sonunda kamu emekçilerinin Ankara’daki büyük mitinginin hiçbir gazetede haber olmaması üzerine yeniden Demokrat gibi bir gazete çıkarma fikrinin doğduğunu anlatıyordu.
BirGün Ankara Temsilcisi Nurcan Gökdemir de gösterim öncesindeki konuşmasında, “Bu proje için yola çıkanların 1980 öncesinin günlük, darbe sonrasının aylık Demokrat gazetesi deneyiminin yol göstericiliğinin altını çizmek gerekiyor” dedi. Haklıydı, tanık olduğum kadarıyla Demokrat deneyimi yaşanmamış olsa BirGün’ün varolamayacağını, BirGün’ün Demokrat’ın mirası üzerinde yükseldiğini söyleyebilirim.
Bugünden geriye bakıldığında inanılması güç bir öykü var gözler önünde. Yaşayacağından kuşkulanılan, her gün kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalan BirGün artık o günleri atlattı; 20 yaşına ulaştı ve geleceğe doğru sağlam adımlarla ilerliyor.
“Öldü, bitti” denilen gazeteciliğin geleceğine dair de umut verdi. Ahmed Arif’in, “Gör, nasıl yeniden yaratılırım/ Namuslu, genç ellerinle” dediği gibi, bir düşü gerçekleştirmek için direnen ellerde yeniden yaratıldı patronsuz ve bağımsız gazetecilik…
Eminim, Türkiye gazetecilik tarihinde onurlu ve imrenilesi bir yeri olacak BirGün’ün…
Arşivler yalan söylemez…
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com