Deniz ve edebiyat denince akla gelen tüm yazar ve yapıtların bir arada olduğu bir seçki. Sadece ülkemiz deniz kültürü ve edebiyatını değil, tüm dünya deniz edebiyatı ve kültürünü kapsayan bir içerik ve kapsama sahip bir yapıt. Bir toplu bakış. Kitap sahip olduğu içeriği ile bir ders kitabı niteliğine de sahip. Eksik olduğumuz deniz boşluğunu dolduracak bir ders kitabı. Keşke bu dersi alabilsek.

Deniz kültürü için bir seçki-kitap

SABRİ KUŞKONMAZ

Hikmet Temel Akarsu ve Emre Karacaoğlu’nun birlikte hazırladığı ‘Edebiyatta Denizcilik, Denizcilikte Edebiyat’ adlı seçki-kitap 2022 yılı aralık ayında yayımlandı. Naviga Yayınları, kapağından, kâğıdına ve iç düzenlemesine kadar yaptığı ‘kaliteli’ düzenleme ve seçimlerle, bir armağan kitabı niteliğinde yapıtı kültürel bir zenginlik olarak bizlere kazandırdı.


Öncelikle belirtmek gerekir ki, bu seçki-kitap, bir yönüyle ve her şeyden önce bir Hikmet Temel Akarsu kitabı! Çünkü kitabı oluşturan altmış altı yazıdan yirmi bir adedi Hikmet Temel Akarsu’nun imzasını taşımaktadır. Ayrıca, bu niteliğiyle, kitabın düşünsel telif sahibidir. Yine, aylarca değil, yıllarca övülesi bir fikri takip örneği göstermiş ve diğer yazarların yazılarıyla birlikte kitabın bir bütün haline getirilip, ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu açıdan seçki-kitap nitelemesinde bulunduk. Seçki olarak da Hikmet Temel Akarsu ve Emre Karacaoğlu’nun imzaları, özenli bir çalışma ve yoğun bir emek demek olup, sonuçta çok değerli ve başarılı bir yapıt ortaya çıkmıştır.

Kitapta, H. Temel Akarsu ve Emre Karacaoğlu dışında, otuz ayrı değerli yazarın yazıları yer almaktadır. Şair, yazar ve akademisyen özellikleriyle, bu yazarların, (bazıları birden fazla yazıyla yer almıştır) farklı yapıtları ve konuları, farklı bakış açılarıyla kaleme almışlardır. Bu yönüyle de kitabı zenginleştirmişler ve alanında bir ‘bütün’ olmasını sağlayan nitelik kazandırmışlardır.

Kitabı bir bütün olarak deniz üzerine bir monografi olarak değerlendirmek de mümkün. Deniz yayıncılığımızın görece zayıflığını dikkate alarak, tür konusunda böyle bir nitelemede bulunabiliyoruz. Keşke kılı kırk yaran bir yayın ele alışı zorunlu kılan bir zenginliğimiz olabilseydi. Ancak, kitabı hazırlayan Hikmet Temel Akarsu ve Emre Karacaoğlu alanın kısırlığına yaslanıp asla bir kolaycılığa sapmamışlar. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, kitabın kapağı, sayfa düzeni, kâğıdı gibi biçimsel niteliklerin yanında, içerikte de kılı kırk yaran bir özen göstermişler. Kitabı oluşturan altmış altı yazı tematik bir düzen ve başlığa göre kümelenmiş. Böylece, Kutsal metinlerden ve destanlar/efsanelerden tarihi yapıtlara, seyahatnameler, ütopyalar, biyografilerden Türk ve dünya romanlarına, öykü, şiir, tiyatro ve denemeye varan geniş bir tematik yelpaze altı bölüm halinde düzenlenmiş. Bu tematik bölümleme kitabın incelenmesini ve okunmasını kolaylaştırmıştır.

Denizci olmak, denize çıkmak herkesin harcı değildir. Olması da gerekmez. Bir başka deyişle, denizlere açılmak, romantik fantazyaların, romantik kaçışların yaşandığı bir uzam değildir. Bu açıdan, deniz, hayal gücü ve cesaretten daha fazlasını gerektirir; bilgi, birikim, deneyim ve teknoloji. Bir yandan da, deniz kültürünün olmaması ciddi bir sorundur. Deniz kültürü sadece kültürel bağlamda sonuç doğurmaz… Deniz kültürünün aynı zamanda, ekonomik, toplumsal bağlamda da etkileri ve sonuçları vardır. Örneğin, ‘büyüklük’ verileri ile şovenist övünmeler yapma konusunda kimse bizi geçemezken, ufacık Malta, ya da Yunanistan deniz ticaretinde bizden fersah fersah ötelerdedir. Ülke olarak deniz ticaretindeki geri konum, toplumsal, siyasal, kültürel alanları da etkilemektedir. Bu etkilerin olumsuz nitelikte olduğunu ayrıca söylemeye gerek yok.

Yine bir yön daha vardır ki, onu da anımsatmak gerekiyor; her yıl içimizi acıtan ‘gölette/çukurda boğulma’ haberleri! Bırakın okyanusları aşmayı, denizlerde sancak dolaştırmayı, yağmur sularının doldurduğu çukurlara düşen çocuklarımız e acıdır ki, yüzme bilmedikleri için boğulmaktadırlar. Ya da yaz sıcaklarında serinlemek için girdikleri göletler onlara mezar olmaktadır. Temel eğitimde yüzme dersi sanki çok lüks/elit bir istek gibi gelebilir. Oysa yaşamsal bir eksikliktir bu durum. Dahası, gençlerimiz ve geleceğimiz için stratejik bir eksikliktir. Çünkü yüzme bilmeyen denizi de bilmez! Denizi bilmeyen de denizi sevmez. Denizi sevmeyen de karada kararır kalır! Hani çok övünüyoruz ya, genç nüfusumuz var diye… Peki, o genç nüfusun bir önemli “dinamik” olması için etkin tasarılarımız var mıdır?

Üç tarafı denizlerle çevrili ülke söylemi artık bir basmakalıp söz olup, olduk bıktırıcı bir dile getirme halini almıştır. Aslında üç tarafı değil, dört tarafından denizle çevrili bir ülkeyiz. Çünkü Vanlılar Van Gölü’ne deniz derler! Hatta Hazar’ı bile dördüncü deniz, dördüncü kıyımızı çeviren deniz olarak kabul edebiliriz. Bu sorunsal için dile getirilen bir başka sorunlu söylem ise, kara toplumu- göçebe toplumu olduğumuza dair tarihsel-sosyolojik açıklama ve değerlendirmeler... Bu da başka bir basmakalıp söylem kolaylığıdır. Kara toplumu-karasal tolum, göçebe kültürü, denize yabancılık gibi sayısız değerlendirmelerin olgu ve olay bağlamında doğruluğu vardır elbet. Ancak buradan yola çıkılarak, bu hazır ve kolay söylemlerle yapılan genellemeleri tarihsel veriler yalanlamaktadır: Çok bilinen bir şey; 1071’de Malazgirt Savaşı sonrasında Anadolu’ya yoğun olarak göçebeler girmiştir. Ama bu çok bilinen tarihsel olayın az bilinen bir yan kolu vardır; bu göçebeler on sene sonra Ege kıyısına ulaşıp, Çakabey adındaki bir bilge-savaşçı Türkmen öncülüğünde bir deniz beyliği kurmuş ve donamaya sahip olabilmişlerdir. Öyle ki Türk Deniz Kuvvetleri retrospektif bir inşai tarihçilik bakışıyla, ‘manevi’ kuruluş olarak, Çakabey’in donanmasını kurduğu 1081 yılını referans almaktadır! Başka bir olumlu denizcilik örneği; Menteşeoğlu Beyliği kurucusu Menteşe Bey’e Rumlar ‘Salpakıs Menteşe’ yani Sahil Beyi Menteşe demişlerdir. Çünkü dağdan gelen bu göçebe Yörük-Türkmen beyi, Menteşe Beyliğini bir denizci beylik haline getirmişlerdir. Yine bir başka örnek, donanmasıyla Bizans’a giden Aydınoğlu Umur Bey... Kısacası, hazır kalıplarla düşünce körlüğü içinde olmak yerine, edimde bulunmak, yapmak/pratik temel olmalıdır. Konumuz açısından da ‘yazmak’ asıldır. İşte bu konuda, Hikmet Temel Akarsu ve Emre Karacaoğlu ‘Edebiyatta Denizcilik, Denizcilikte Edebiyat’ kitabını yazarak, asıl olanın/olması gerekenin seçkin bir örneğini bize göstermişlerdir.

Özetle söylemek gerekirse; denizi, deniz kültürünü ve deniz edebiyatını tanımak için evrensel nitelikte önemli bir kitaptır ele aldığımız bütün... Deniz ve edebiyat denince akla gelen tüm yazar ve yapıtların bir arada olduğu bir seçki. Sadece ülkemiz deniz kültürü ve edebiyatını değil, tüm dünya deniz edebiyatı ve kültürünü kapsayan bir içerik ve kapsama sahip bir yapıt. Bir toplu bakış. Kitap sahip olduğu içeriği ile bir ders kitabı niteliğine de sahip. Eksik olduğumuz deniz boşluğunu dolduracak bir ders kitabı. Keşke bu dersi alabilsek! Eklemek gerekir ki, kitabı bitirdiğinizde duyduğunuz/duyacağınız dalga sesleri, aldığınız tuz tadı gerçektir; bu kitabın gerçeği!