Yargılananların ağırlıklı olarak siyasi ve ekonomik olarak “güçlü” kişiler olacağı düşünülerek sürecin tavizsiz yürümesi için adalet talebinin diri tutulması gerekir.

Deprem, hukuk, seçim
Depremin ardından Bülent Arınç seçimin ertelenmesini istedi ve “kaos çıkar” diyerek tehdit etti.

Göz göre nerede ise taammüden/kasıtlı yaşatılan “deprem katliamı” uzunca bir süre gündemimizde kalacak. Hukuki ve idari tartışmalar, özellikle de siyasi tartışmalar geleceğimizi belirleyecek. Oluşan toplumsal tepki, iktidarın pek mahir olduğu üzere manevralarla başka alan ve aktörlere havale edilerek ikinci bir “tanrının lütfuna” mı dönüştürülecek, yoksa siyasi, idari ve hukuki düzenimizin yeniden inşasını mı sağlayacak kestirmek zor. 1999 depremi sonrası “Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, bu deprem bir milattır, unutmayacağız, unutturmayacağız” sözleri unutuldu. Oluşan tepki -üstelik bu tepkiyi de kullanarak- iktidara gelen AKP tarafından ustaca soğuruldu. Hemen sonrasında fırsata çevrilerek inşaat/rant sermayesi lehine emekçiler aleyhine politikalarla kendisine yakın sermayeyi palazlandırdı. Kentsel dönüşüm, deprem vergileri, yükümlülükler, riskli alan ilan etmeler gibi depremin zararlarını azaltmak için getirildiği iddia edilen tüm düzenlemeler rant/talan sermayesinin lehine işletildi. O kadar ki “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” bile afetin boyutunu artıran bir pratiğe dönüştü. Detaylı yazan çizen çok oldu, olacak. Tüm bunlar yapılırken de tam da bu konularda uzmanlıkları ile süreçlerdeki sakıncalara karşı durabilecek meslek odaları, üniversiteler, bilim adamları bypass edildi, düşmanlaştırıldı.

Bu vurguyla başlamamın gerekçesi, hücrelerimize kadar yaşadığımız acı ve öfkenin, tüm düzeni yeniden doğru bir şekilde kuracak şekilde, doğru hedeflere yönlenmesinin önemli olması. Kuşkusuz iktidarın hep yaptığı gibi felaketleri fırsata çevirmesinin önüne geçmekte toplumsal muhalefetin tutumu belirleyici olacak. Burada ilk ve temel hata, katliamın bir bilgisizlik, beceriksizlik ve liyakatsizlik sorunu olarak ele alınması. Oysa rant/talan ekonomisi ve felaketin sermaye lehine fırsata çevrilmesi yaşadığımız düzenin yapısına içkindir. Yüzlerce rapor, uyarı ve araştırma bugünleri yaşayacağımızı yıllardır ortaya koyuyordu. Yaşanan, iktidarın bilinçli tercihlerinin sonucudur. Bu bağlamda Sayın Kılıçdaroğlu’nun “Halkımızın halini yerinde gördüm. Yaşananlara siyaset üstü bakmayı, iktidarla hizalanmayı reddediyorum. Bu çöküş tam da sistematik rant siyasetinin sonucudur. Erdoğan’la, sarayıyla ve rant çeteleriyle hiçbir zeminde buluşmayacağım” şeklindeki açıklaması iktidarın manevra alanını daraltacak bir hamle oldu. Muhalefetin dikkat ve ısrarla takip etmesi gereken bir diğer alan hukuk cephesi olacaktır.

Önceki depremlerde olduğu gibi bu depremde de yargı sürecinin, zaman içerisinde tepkilerin soğrulmasına ve hedeften uzaklaştırılmasına izin vermememiz gerek. Yargılamaların etkin, hızlı ve adil bir şekilde işlemesinin takipçisi olmamız gerek. Her şeyden önce yaşamını yitirenlere, enkaz başında çaresizce göz yaşı dökenlere, yaralananlara hepimizin borcu bu. İktidarın kamuoyunun önüne üç beş müteahhit atıp zamana yayarak cezasızlığa oynamasına aldanmamamız gerek.

Etkin, hızlı ve adil bir yargılama süreci için ilk adım delillerin eksiksiz toplanması kuşkusuz. Bununla ilgili olarak barolar ve gönüllü avukatlar canla başla mücadele veriyor. Ancak asıl mücadele davalar açılınca başlayacak. Ceza adaleti sistemimizin öteden beri duçar olduğu cezasızlığın bu davalarda da ortaya çıkmaması gerek. TMMOB’nin raporuna göre 1999 depremi sonrası, müteahhit, kontrol mühendisi, şantiye şefi ve belediye çalışanları hakkında açılan davalarda yaklaşık 6500 kişi yargılanmış. Ancak önemli bir kısmı zaman aşımından, erteleme yasasından ve erteleme hükümlerinden faydalanmış. Mahkûmiyet sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Mahkûmiyet alan nadir kişilerden Veli Göçer tahliyesi sonrası durumu özetlemiş: “Yargılanan 6286 kişiden sadece benim ceza almam doğru mu? Bizim Yalova’da satışını yaptığımız sitelerin ismi Veli Göçer’di. Sitenin ismi Veli Göçer olunca ceza almak mı gerekir? Teşvikiye’de -Çınarcık ilçesine bağlı bir belde- minibüsler ’Veli Göçer’e bir iki’ diyorlardı. Bundan dolayı ceza çekiyorum. Bu binaları yapan ben değilim. Hukuk depremin altında kaldı.” Evet şimdi sadece hukuk değil topyekûn sistem enkazın altında kalmış görünüyor.

Yargımız zaten Fetullahçı yapılanma ve sonrasında bir enkaz haline gelmiş durumdaydı. Şimdi üzerine bir de deprem enkazı çöktü. Deprem bölgesindeki sorunlar dalga dalga tüm yurda yayılacaktır. Uygun adımlar atılmaz ise sadece deprem yargılamaları değil tüm sistem daha derin bir çöküş yaşayacaktır. Benim bu konuda önerim; TBMM’nin, CMK’de değişiklik yaparak davaların tek celsede ya da birbirini takip eden celselerde bitirilmesini sağlayacak düzenlemeler yapması. Bunun ilk adımı -tekrar vurgulayayım- delillerin doğru toplanması ve soruşturma aşamasının eksiksiz yapılması.

Yargılananların ağırlıklı olarak siyasi ve ekonomik olarak “güçlü” kişiler olacağı düşünülerek sürecin tavizsiz yürümesi için adalet talebinin diri tutulması gerekir. En önemli başlıklardan birisi de yıkımda rolü olan kararları alan, kanunları çıkaran siyasilerin de sorumluluğunun bıkmadan dile getirilmesi olacaktır.

Yaşadığımız felaketin hukuk alanında başlattığı bir diğer tartışma seçimlerin ertelenmesi. Özellikle ihtiyaç olmadığı halde OHAL ilan edilmesi, öteden beri iktidarın seçim tarihini ötelemek için fırsat aradığını düşünen kişilerin zihninde “acaba?” sorusunu doğdurdu. Bu gibi durumlarda genellikle olduğu gibi siyasi sorumluluğu olmayan birisi, Bülent Arınç’ın açıklaması tartışmayı başlattı. Arınç özetle “Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ile 2024 yılı Mahalli İdareler Seçimlerinin birleştirilmesini, Kasım 2023’te yapılmasını ya da siyasi partilerin mutabık kalacağı başka bir tarih üzerinde anlaşma sağlanmasını” önerdi. Garabet şurada ki bu açıklama yapıldığında herkes depremzedelere yardımla ilgileniyordu, tartışmayı kendisi başlattı. Ayrıca “Anayasalar kutsal metinler değildir” tespitinde bulundu. Kuşkusuz anayasalar kutsal metinler değildir. Ancak laik hukuk devletlerinde bir kurala uyulması için kutsal metinlerde yazması şart değil. Kaldı ki iktidarın kutsal metinleri de ne kadar önemsediği ortada! Açıkça Anayasa’nın ihlal edilmesini öneren bu çağrı özünde bir darbe çağrısıdır. Seçimlere yaklaşık 4 ay var. Henüz seçim süreci başlamadı. Bu süre YSK’nin seçimleri sağlıklı yürütmesi için gerekli önlemleri alması için yeterlidir. Seçmen listelerinin güncellenmesi, gerekirse milletvekili sayılarının değiştirilmesi gibi önlemler alınabilir.

İktidar cephesi bu konuda bir karar varmamış ya da seçmen tepkisini ölçüyor gibi görünüyor. Arınç’ın açıklamasını ortada bıraktılar. Eğer yaşanan katliamla izlenen politikaları bağlantılı görüyor isek, yani “Deprem de politiktir” diyorsak seçimlerin ertelenmesine karşı durmamız gerekir. Madem ki iktidarın izlediği politikalar bu katliamda belirleyici oldu, iktidarı bir an önce seçmenin kantarına çıkarmamız gerekir. Aksi takdirde bir sonraki depremde katliamın boyutu büyüyecektir. Seçimin zamanında yapılması talebi, insanlar can derdinde, sokakta, cenazelerinin peşinde iken siyasi çıkar devşirme çabası değildir. Tam tersine felaketi yaşatanlardan hesap sorman talebidir. Aynı zaman da deprem yaralarının sarılmasının doğru yöntemlerinin hayata geçirilmesinin süratle sağlanması talebidir.

İktidarın adeta “yoksul vahşilere medeniyet götüren beyaz adam” kibri ve pespayeliği ile yaptığı üçkağıtçı yardım kampanyalarına değil bilimsel insan onuruna yakışır şekilde yapabileceğimiz çok şey var. İlk adımı da seçim olacaktır.