Depremi beklerken
Her yıl 17 Ağustos geldiğinde yüzlerce anı tekrar tekrar hatırlıyorum. Depremin hemen sonrasını, Adapazarı’ndaki arama kurtarma çalışmalarını, Yalova’daki çadır kentleri, Açık Radyo Deprem İletişim Merkezi’ni ve o korkunç felaketten sonra hissedilen şeyleri. En çarpıcılarından biri, hiçbir şeyin bir daha eskisi gibi olmayacağına dair inançtı. Çünkü, kabaca, devlet çökmüştü ve insanlar kendi kendilerine örgütlenerek birbirlerine yardım ediyorlardı.
Bu manzara içerisinde mesela Yunanistan’dan gelen yardım teklifini reddeden MHP’li Sağlık Bakanı temsil ediyordu devlet aklını. Ya da binlerce kişinin ölümünden sorumlu olan müteahhitlerin dostlar alışverişte görsün hesabı yargılanmaları, ve bir süre sonra inşa faaliyetlerine aynı yerden devam etmelerine müsaade eden hukuk sistemi. Darbeydi, müdahaleydi, kutuplaşmaydı, susurluktu, irticaydı derken müdahale yerden gelmiş, devlet felaket bir sınav vermiş ve çökmüştü.
O çöküş 3 sene sonra seçimlerde de ifadesini bulmuş, deprem olduğunda iktidarı paylaşan 3 parti dahil neredeyse bütün siyasi partiler sandığa gömülmüştü. “Bunlar”ın yapamadığı ortadaydı, bakalım “şunlar” ne yapacak, demişti “milli irade”.
O yıllarda deprem profesörleri her fırsatta ekrana çıkar, zaman zaman tartışsalar da önemli bilgiler ve tahminler paylaşırlardı kamuoyuyla. Belki en önemlisi de, gelecek olan büyük İstanbul depremi ile ilgiliydi. Paylaşılan kanaate göre, “önümüzdeki” 30 yıl içinde 7’den şiddetli bir İstanbul depreminin olasılığı %66 idi. Bu inanılmaz bir oran, ve o 30 yılın yarıdan fazlası geride kaldı.
Saçma sapan kararlarla, akıl tutulmalarıyla, inatlarla vakit kaybeden siyaset erbabının, müstafi hükümetin, uzun adamın, herkesin aklını başına alması gerektiğini hatırlatmak için yazıyorum bunları. Çünkü aradan geçen yıllarda gerekli önlemlerin sadece çok küçük bir kısmı alındı, deprem buluşma yerleri AVM, acil durum konteynerleri hikaye oldu. Ve eğer bahsedilen şiddette bir deprem İstanbul’da meydana gelirse, ortaya çıkacak yıkım iktidarı değiştirmekten filan çok daha büyük sonuçlara gebe. Ve er ya da geç bu olacak.
16 yıl önce kaybettiklerimize bari bunu borçlu olduğumuzu unutmayalım: aynı felaketi, aynı katliamı bir daha yaşamayı bu ülke manen ve maddeten kaldıramaz çünkü.
Açık Radyo’nun unutulmaz sloganıyla: 17 Ağustos’u unutma, çatlakları sıvama, sıvatma!