Herkesi kendileri gibi biliyorlar. Yaşadığımız büyük acı onlarda sadece geçiştirme duygusu yaratıyor. Bunun için de kendi yapmadıklarını yapanlara, elinden gelmeyeni oldurtmak için çırpınanlara nefretlerini sakınmıyorlar. Doğru olanın bilim ve emek olduğunu, akıl ve duyguyla hareket edenlerin bir kişi, bir can için olsun kendi canını, konforunu feda edişini ise anlamalarına imkân yok! Akıllarına türlü saçmalıklar geliyor. Koca koca devlet yöneticileri eksiklerini, hatalarını gidermek değil örtmek derdinde açıklamalar yapıyor. Hâlâ onlar geç kalırken erken gelenlerin elinden geleni terörize ederek yasaklama derdindeler.

İlk gün yaptığı kısa ve zorunlu açıklama sonrası 35 saat sessiz kalan ‘ennnn yetkili’ kişi “müdahalede istediğimiz hıza ulaşamadık” itirafında bulunduysa varın siz düşünün görmezden gelinemeyecek, üstü kapatılamayacak denli nasıl bir ihmaller zinciri olduğunu. İlk müdahalede yetersiz kalmalarını depremin şiddetine, bölgede görev yapan arama kurtarma ekiplerinin enkaz altında olmasına, zorlu kış şartlarına ve trafiğe bağlamakta beis görmedi. Yardım isteyenleri tutuklatarak, hayat olan adresleri ve ihtiyaçları en hızlı şekilde en geniş kitleye ulaştıran iletişim kanallarını yasaklayarak depremle mücadeleye devam ediyor yüce devletlimiz.

Devlet zaten tüm bu olumsuzlukların bilincinde olur. Bölgede enkaz altında kalan biri gibi davranmaz. Jeologların, yer bilimcilerin öngörüleriyle hareket eder, buna göre de önlemlerini almış ve her olumsuzluğa hazırlıklı olur. Bu talihsizlikler ancak yerel halkın yapmaya çalıştıkları karşısında dile getirilebilir. Devletin en başı da "Bugün daha rahatız, yarın daha rahat olacağız." diyemez. Devlet öngörüdür, kaynaktır, yönetimdir. Ne kadar rahat olduklarını zaten deprem bölgesi ziyaretinde çadırdan çıkarken saçını taramasıyla ve bakanların, yetkililerin çadırlar arasında kahkahalarla dolaşmasıyla bize göstermekten de utanmadılar.

Binlerce insan göçük altındayken biz hiç rahat değiliz. Yarın da olmayacağız. Daha çok uzun yıllar rahat olmayacağız. Olamayacağız. Neyin rahatlığı bu? Neden rahatsınız? Nasıl rahat olabiliyorsunuz? Bu tuhaf rahatlık tevekkülden mi geliyor. Pandemi’de olduğu gibi deprem Allah’ın takdiri, “bu bir kader planı.” Öyleyse ‘biz de enkaz altındakileri bırakalım günah puanlarına göre zaten çıkan çıkar’ mı deniyor? Tüm yardımları Afad yapacak, tek yetkili Afad olacak ısrarı nedeniyle bölgeye gönderilen nice yardım yerine ulaşamadan israf oldu. Daha önemlisi vinçler, ekipler, uzmanlar saatler değil günler boyunca mümkünken yardım edemedi. Şimdi deneyimli uluslararası ekipler bir bir isyan ederek arılıyor bölgeden. Kimi güvenlik zaafı nedeniyle, kimi iş makinalarıyla hala yaşam belirtisi olabilecek enkazı süpürme telaşında bir devlet anlayışıyla karşı karşıya oldukları için. Bu suça ortak olamamak için!

Vicdanı yıkılanlar acıları misliyle katlarken vicdanı yıkılmayanlar, hissedenler, fark edenler bir kanarya kurtuldu diye sevinç gözyaşlarına boğularak aramaya, elleriyle enkaz kazmaya devam ediyorlar. Önceki gün dostum Orhan Aydın’ın evladı pırıl pırıl bir canı, Eylem Şafak Aydın’ı son yolculuğuna uğurlamak üzere Muğla’daydık. Günlerce gelmeyen yardımla Eylem; sayısız insanımız, sayısız evlat gibi göz göre göre ölüme terkedildi. Olağanüstü koşullar için hem ekip hem ekipman hazırlığı olan özel eğitimli askerler, madenciler, sivil toplum kuruluşları, uluslararası profesyonel ekipler afet bölgesinden uzak tutuldular. İnisiyatif alanlar engellerle karşılaştılar. Sadece Orhan Aydın bir gün beton kesici, bir gün vinç, bir gün itfaiye, bir başka gün sağlık ekibi için tam 6 gün haykırdı, yakardı. Göz göre göre geldi can kaybı.

Bu kadar şiddetli bir depremin hasarı elbette büyük olacaktı ama cehalet, yetkiyi kötüye kullanma, denetimsizlik, rant ve hazırlıksızlıkla gelen koordinasyonsuzluk ve kaos nedeniyle kayıplar, acılar ikiye, üçe katlandı. Son üç gün madencilerin, yabancı ekiplerin başardıklarına bakınca ne çok insanın kurban edildiğini görmezden gelmek için kötü olmak gerek. Kötüleri biliyoruz, tanıyoruz. Bu ilk tanışmamız değil ama en acı deneyimimiz.

“Yıldırım aynı yere iki kez düşmez” der eskiler. Depremin ilk gününden beri aklımda sevgili Cüneyt Cebenoyan var. Kardeşi Yasemin Cebenoyan’ı The Marmara oteli bombalamasında yitirmişti Cüneyt. Bu büyük acıya dayanabilmesini bir nebze olsun olanaklı kılan anne ve babasını da yaşama bağlayan minik bir bebekti. Ölüme yaşamla cevap vermek istemişlerdi eşi Ayşegül’le. Kaderin en tuhaf tesadüfüyle oğlu Ali, hiç görmediği halasının öldürüldüğü gün dünyaya gelmişti. 1999 depremi sevgili arkadaşım Cüneyt için bu kez hem anne ve babasını hem de 2 yaşında evladını yitirdiği bir başka derin acıyı getirmişti.

Bugün canım Gürkan Korkmaz’ın seslenişi bana Cüneyt’imizin yaşadıklarını bir kez daha hatırlattı. “İsmail’ler… Bir genç daha gitti Bir İsmail daha, bir Korkmaz daha… Nasıl kaldırırız bu acıyı! Nasıl alışırız, nasıl kabulleniriz! Kardeş gibiydiler, şimdi cennette birbirlerine yoldaş oldular…” Gürkan’ın seslenişiyle gözlerimde yaşlarla yaşadıklarımıza isyanım kabarıyor.

Orhan Aydın, can parçasını toprağa kavuştururken "Ülkemiz büyük bir acı yaşıyor. Ne ilk ne son, biliyoruz. Çocuğumu enkaz altından çıkartmaya çalışırken yaşadıklarımla gördüm ki vicdanlı insanlar kazanacak. Bu hırsızlar, bu haramiler, bu talancılar, bu saltanat seviciler kaybedecek" diyordu büyük bir acı ve dirençle. Eylem’in toprağında artık gözyaşlarımızla suladığımız bir ağaç boy verecek.

depremlerden-geliyoruz-1127128-1.

İsmail’lerimiz, Eylem’lerimiz, nice isimsiz çocuğumuz dünün ve bugünün acılarıya göğsümüzde taşıyacağımız bir mendile kanla işlenen nakış oldular. Onları kalbimizin üstünde, hep yanımızda gezdireceğiz. Unutmayacağız. Biz rahatsız oldukça, acılarımızla sarıldıkça hakkımız olan düzen için depremlerden gelip depremlere gittiğimiz döngüyü kıracağız. Bu acıya dayanmak, büyümesini önlemek ve yaralarımızı sarmak için dayanışmayla sarılacağız.