Google Play Store
App Store

Başlık, size 1995 yapımı ünlü bir Amerikan filmini hatırlatmış olabilir.

Hani şu, başrollerini Antonio Banderas ile Salma Hayek’in paylaştığı muhteşem aksiyon filmini.

Bir de “Desperate Housewives” TV dizisinden, malûm “Desperate” sözcüğünü hatırlamış olabilirsiniz.

Ama, maksadım o film, dizi ve bilgisayar oyunlarına gönderme yapmak değil.

Mesele bunlardan daha vahim.

İngilizce sözlüklerde “desperate” sözcüğünün karşılığı “umutsuz ve çaresiz” ile “yıkılmış ve mahvolmuş” arasında (ya da hepsinin toplamı) ağır ve yoğun bir tükenmişliğin karışımını ifade eden bir sıfattır.

Bugün ülkemizde yaşadığımız durumun, tanık olduğumuz neredeyse her şeyin, TV’lerde izlemek zorunda kaldığımız, gazetelerde okuduğumuz tek tek her olayın ve koca bir ülke nüfusu olarak en tepeden en sıradan vatandaşına kadar her birimizin ortak bir etiketi olarak kullanılabilir:

“Deprerados”

Düşünebiliyor musunuz?

Ülkede yönetimi bin bir türlü ayak oyununa, hileye, dış müdahalelere ve şiddete başvurarak ele geçiren, böylece ayakta kalmaya çalışan, 101 yıl önce kurulmuş Cumhuriyet’in temeline dinamit koyan, kolonlarını kirişlerini tahrip eden, 101 yılda kazanılmış maddi ve manevi olumlu ne varsa ortadan kaldıran, sadece kendi ve çevresindeki kliğin çıkarlarını yaşatmak için bir “çekirdek yapı” oluşturan bir rejimden söz ediyoruz.

Kendi değiştirdikleri anayasaya bile uymayı reddeden, o anayasanın en net ve sarih maddelerini ayakları altına alıp çiğneyen, ülkenin en üst yargı mercii durumundaki Anayasa Mahkemesi’nin en net ve sarih kararlarını bile “saymeyyoz!” diyerek yırtıp çöpe atan, bunlara itiraz edenlere sokakta “cop, gaz, su, mermi” ile milli iradenin tecelligahı sayılan TBMM’de “kürsüye saldırttığı çapsız fedaileri” aracılığıyla tekme, yumruk ve küfürle mukabele eden bir “çaresiz ve umutsuz” ruh hali.

Sokakta kendisine uzatılan mikrofona iki cümle eleştirel görüş bildiren vatandaşı, yasalara ve yargı usullerine aykırı olarak “tutuklama cezası” verebilecek kadar acınası bir çaresizlik içinde davranabilen bir tükenmişlik hali. Üstelik de o vatandaşla aynı düşünenlerin, garip bir şekilde “Canım, o da seçtiği kelimelere biraz dikkat etseymiş” diye celladın bıçağını yaladığı bir ortam.

Buna mukabil, çalıp çırpan, milleti alenen “kerizleyen”, ama “muktedirle selfie’leri bulunduğu ve güce yanaştığı için mahkemelerden “tahliye kararı” aldırabilen ayrıcalıklı yüzsüzlerin ortada dolaştığı bir ülke.

PEŞKEŞ ÇEKİLDİĞİ YERE DÖNÜŞMÜŞ

Öyle bir ülke ki, sokaklarında insanların birbirine ölümüne şiddet uyguladığı, karısını, kızını, anasını babasını gözünü kırpmadan dayaktan, işkenceden geçirip kurşun sıkabildiği, hayvanlarını adeta “Doktor Mengele sadizmini” anımsatan şekilde topluca suda boğabildiği ya da zehirleyebildiği bir yer haline gelmiş.

Öyle bir ülke ki, dört bir yanında aynı anda çıkan yangınların, nedense hep yoksul köylülerin evini yakabilecek kadar anında yayıldığı ama zengin villalarının kenarına yaklaşmadan söndürüldüğü, yıllardır “ciğerlerimiz yanıyor” feryatlarına rağmen bu yangınlara karşı bir gıdım bile önlem alınmadığı, yakılan toprak parçalarının anında turistik tesis yapılmak üzere yandaş hırsızlara peşkeş çekildiği bir yere dönüşmüş.

Öyle bir ülke ki işçisinden emeklisine, çiftçisinden memuruna, öğrencisinden namuslu akademisyenine hemen herkesin yoksulluk ve çaresizlikten inim inim inletildiği, verginin bu insanlardan alındığı ama tufeyli ensesi kalın hırsızlara dokunulmadığı, “niye böyle?” diye sorgulayanın sesinin “yayın ve habere erişim yasaklarıyla” susturulmaya çalışıldığı bir garip yer olmuş.

Muktedir babalar, oğullarına “Oğlum, harama el uzatma, yanlış yapma, namuslu işlerle uğraş, bizi ele güne karşı zor durumda bırakma” diyecekleri yerde, mahkemelere koşup “Oğlanların ayıbını örttürme kararları” almaya çalışırken, hukuk adalet, savcı ve yargıç bağımsızlığının tabutuna her geçen gün çivi üstüne çivi çakılır olmuş.

Vatandaşın uykuları, sofrasına 100 gram peynir, bir avuç zeytin, birkaç gram kıyma alabilmek uğruna kaçarken, analar evlerde televizyonları “Aman çocuklarım bir şeyleri görüp de özenmesinler” diye açamaz olmuş.

Asayişi sağlama durumunda bulunanlar, ellerini iki yana açıp “Vallahi artık girenin çıkanın hesabını tutamıyoruz” diyerek çaresizlik ve umutsuzluk içinde kendilerini rezil etmeye başlamış. Hele hele bir tanesi, koltuğunda kalabilmek uğruna, kürsülerde ağlamaklı bir tonla adeta “Örtmenim! Canım benim! Seni ben ne çok severim” kıvamında şiirler okuyarak kendini o kürsünün dibine gömer olmuş.

Bütün bunlar olurken, muhalefet adına ortada dolaşanların kendi içlerindeki itiş kakıştan kafalarını kaldırıp da bu manzaraya çare olacak tek şeyin “Erken ve hemen bir genel seçim” olduğunu anlamazdan duymazdan gelerek top çevirmeye çalışıyormuş.

Dış politikada önüne gelenin itip kaktığı, “fırça çekmeye yeltendiği” sözünün zerre kadar dinlenmediği, komşularıyla “boğaz boğaza” durumunu düzeltmek için adım atacak halinin mecalinin dahi kalmadığı bir konuma düşürülmüş.

Olan bitenin belki milyonda biri bir özeti bu yazdıklarım.

Çarp bunu milyonla.

Şimdi, söyle bana.

Türkçe karşılığının en az 10 - 15 sıfatla anlatılabil üeceği, İngilizcedeki bu “Desperate” sözcüğünü, ya da topluca üzerimize yakışan, hatta “cuk” diye oturacak “Desperados” sıfatını hak edecek başka bir memleket var mıdır?