Google Play Store
App Store

1 Mayıs’ta yaşananlar özelikle sendikalar, emek mücadelesi ve CHP’nin tutumu bakımından epeyce tartışıldı. Ben üzerinde pek durulmayan bir konu üzerine yazmak istiyorum: süregelen ve değişen devlet ve polis algısı.

Bilindiği üzere 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyen sendikalar ve siyasi partiler, Unkapanı Köprüsü’ne varmadan Bozdoğan Kemeri önünde kurulan polis barikatı ile engellendi. Yürümek isteyenlere biber gazı ve plastik mermi ile müdahale edildi, gözaltına alındılar. Aynı muamele Beşiktaş’tan yürümek isteyenlere de yapıldı. Halen 49 yurttaşımız tutuklu durumda.

Gene bilindiği üzere AYM’nin idarenin (siz ona devletin de diyebilirsiniz) “Taksim yasağının”, Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal ettiğini tespit eden bir kararı var. Veee Anayasanın 153. Maddesine göre “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”

İdare/devlet ile yurttaşlar arasında herhangi bir hak ve özgürlüğe dair bir uyuşmazlık çıktığında bu sorunun yargı kararlarına göre çözülmesi gerektiği de tartışmasızdır. Hukuk devleti bunu gerektirir. O nedenledir ki “CHP’nin Taksim kararı, yalnızca emekçi haklarının savunulması bakımından değil, aynı zamanda Anayasaya ve hukukun üstünlüğüne sahip çıkılması için de önemli bir karardır” tespitini yapmıştım.

Sanırım şu tespite de herkes katılacaktır: engelleme olmasaydı Ankara’da, İzmir’de olduğu gibi Taksim’de de sorunsuz, şenlik havasında bir toplantı gerçekleştirilecekti ve gaz, plastik mermi, itiş kakış, gözaltı olmayacaktı.

Bir alıntı daha yapacağım: “Bireylerin temel hak ve özgürlüklerini korumak için hukuk ilkeleri çerçevesinde güvenliği sağlamak.” Bu alıntı EGM’nün web sitesinin en başında yazar. Dayanağı Emniyet Teşkilat Kanunu ve PVSK.

Sonuç olarak karşımızda şöyle bir tablo var Bireylerin temel hak ve özgürlüklerini korumak için hukuk ilkeleri çerçevesinde güvenliği sağlamakla görevli olan polis, açık AYM kararı ve Anayasa hükmüne rağmen bir hak ve özgürlüğün kullanılmasına engel olmuş ve bu haklarını kullanmak isteyen 49 kişi halen tutukludur. Polisin engellemesi olmasaydı yani hukuk işleseydi bunlar yaşanmayacaktı.

Değinmek istediğim “sorun” bu aşamadan sonra ortaya çıktı. Çağrı yapan bazı partilerin yetkililerinden, emek örgütlerinden ve sosyal medya da yurttaşlarımızdan şöyle açıklamalar geldi: polis emekçi değil mi? Polise saldıran haindir! Taksim fetişizmi! Taksim ısrarı emekçilere hizmet etmez! Polisle emekçiler karşı karşıya gelmesin! Devletin/kolluğun ne olduğunu, neye dönüştüğünü analiz etmeyen bu yaklaşım korkarım yavaş yavaş sosyalist sola da sızmaya başladı.

Şimdi bir soru üzerinden gidelim: Polisin/devletin bir kararına ya da tutumuna karşı direniş ne zaman meşrudur? Direnişin boyutu nereye kadar gidebilir?

Gerektiğinde en “uç direnişin” yapılabileceğini Cumhuriyetimizin kuruluş süreci ve devletle en “barışık” olan kesimlerin bile sokağa çıktığı 15 Temmuz göstermiştir. (Kuşkusuz her zaman en uç direnişe gidilmez ve esas olan demokratik mücadeledir.) O zaman şunu söyleyebiliriz bir tutumun/kararın devletten çıkması ve savunusunun kolluk kuvvetlerinden gelmesi otomatik olarak o tutuma/karara bir meşruiyet vermez. Bunun üzerinde hukuk var hak ve özgürlükler var. Hele hele polisin Jandarmanın kurumsal anlamı ve devlet için taşıdığı rolden soyutlayarak, tek tek birey olarak değerlendirilmesi, giderek en güçlü ve bütünleşik “baskı aygıtını” romantikleştirmeye, devletle bağını koparmaya hatta devlet tapıncına ve “hukuksuz zoru” meşrulaştırmaya gider ki sonu faşizmdir.

Eğer polis ve jandarma Akbelen’de, 1 Mayıs’ta, İliç’te Soma’da tutumunu sermayeden, ülkeyi yağmalayanlardan yana alıyorsa bunun eleştirisinin en üst düzeyde yapılması gerekir. Polisin/jandarmanın yoksul halk çocuklarından oluşması, zor koşullarda görev yapması, tek tek ele alındığında emekçi olmaları, emirle hareket etmeleri (kanunsuz emir tartışmasına girmiyorum) “devletle bütünleşik, zora dayalı bir baskı aygıtı” olduğu gerçeğini değiştirmez. Yaklaşımın da buradan kurulması gerekir. Aksi takdirde en temel hak ve özgürlüklerimiz devletin lütuf etmesine bağlı hale gelecektir. Hatta birçoğu şu anda o durumda. İşte 49 tutuklu!