Beyaz Torosları özleyen ve sahiplenenler var! Aramızda dolaşıyorlar. Çünkü onlardan hiç hesap sorulmadı.

‘Devlet’ini çok seven ‘kurtarıcılar’ cehenneminde

“Yanlış hayat doğru yaşanmaz.”
Adorno

Bazıları için olmasa bile genelde, kimse için niyet okuması yapmak istemediğimden “Cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile döşelidir” de diyelim.

Geldiğimiz noktada, gençler kaygılı ve kaçacak başka ülke arıyorlar! Biz 27 Mayıs’ı, 12 Eylül’ü görenler bile korkarken bu gençler nasıl korkmasın? 1977 yılında Hasan Tan dönemi ODTÜ’de olup, kirli eller 12 Eylül için ortam hazırlarken gençliğimizi öğrenciliğimizi yaşamış olan bizler bile bugünkü üniversitelerin haline yanarken, gençler nasıl korkmasın, yanmasın?

Ortalığa dökülen pisliğe, güvenliğimizi, çocuklarımızı, kendimizi teslim ettiğimiz ellerin bulaştığı işlere bakarken nasıl korkmayalım? Devlet adına, yıllardır zehirli bir sarmaşık gibi sardınız ülkenin her bir yanını; ayırdınız, böldünüz, ezdiniz! Sonunda siz sağ ama biz selamet olmasak da bitirdiniz. Eskiden en azından ‘Derin’ filandınız, artık derinlik filan da kalmadı, her yerdesiniz! Aslında birbirinizle derdiniz olmasa, belki gene hiçbir şey bilmeyeceğiz. Susurluk olayında da bir kamyon ile bir araba çarpışıp tüm pislikler ortalığa saçılınca güya hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktı! O yıl doğanlar bugün 25 yaşında, daha yaşlılar ise ‘dejavu’ durumunda, ben bunu daha önce de yaşamıştım diyorlar! Periyodik olarak böyle kirli çamaşırlar, biriken irin dökülüyor ortalığa ama bir gün geliyor zurnanın zırt dediği yere geliniyor. Korkuyoruz. Ülke yönetimi demir perde arkasında, gece yarısı imzaları ile yönetiliyoruz. Devlet başkanımızın, sağlık durumunu bilmek istiyoruz çünkü etrafındaki kargalar gaklamaya, akbabalar etrafta uçuşmaya, kirliler ortaya dökülmeye başladı. O kirli çamaşırlar sadece sahibini değil hepimizi kirletiyor. Çamaşır değil ki koca ülkeyi at kazana yıka.

İktidar kavgaları başladı bile, sonu belirsiz bir tiyatro gibi seyrediyoruz. Kurtlar puslu hava sever ve pus yoksa da özenle yaratırlar.

Yeni kasetler, batan çıkan ödenmeyen krediler, hapisten çıkanın koşup yanına pozlar verdiği parti başkanları, yurtdışına kaçmadan önce siyasilerle ille de bir fotosu olan dolandırıcılar, ortada yüzlerce savcı uğraşsa az gelecek suç duyuruları. Savaş tezkereleri ve savaş istemeyen herkes vatan haini.

Güvenliğimizin emanet edildiği emekli bir bürokrat, işkence yapmış ve pişman değilim demiş, her yerde oluyormuş zaten. Zaten hepsi devlet için ve çok da değil, falaka filan! Aslında haklı da her yerde ve hâlâ oluyor. Üstelik artık ceza evine girmenize bile gerek yok.

İktidar ortağı bir partinin genel başkan danışmanı bir komedyene sözlerinden ötürü “Seni kimse kurtaramaz” diye tehdit mektubu yazıyor. Mersin’in Mut ilçesinde bir vatandaş sosyal paylaşım sitesinde gene iktidar ortağı partinin Belediye Başkanı’nı eleştirdiği için ikisi başkan yardımcısı olmak üzere toplam sekiz kişi tarafından demir çubuk ve sopalarla dövülüyor. Ama bakın, dövme ekibi vatandaşın yanına beyaz Toros ile geliyor. Devlette tutarlılık diye buna derim. Ayrıca artık işkence görmek için cezaevine girmek gerekmiyor. İşkence ayağınıza geliyor. İlerleme diye de buna denir işte! Eskiden beyaz Toroslarla gelip sizi alırlardı, şimdi beyaz Toroslarla sağ olsunlar kendileri gelip sizi dövüyorlar. Millete hizmet işte budur!

Beyaz Torosları özleyen ve sahiplenenler var! Aramızda dolaşıyorlar. Çünkü onlardan hiç hesap sorulmadı.

Öte yandan ‘biz’ ve ‘onlar’ ayrımı had safhada. Büyüklerimiz de bu ayrımı iyice derinleştirmek için her fırsatta ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Fırsat olmasa da bir bahane buluyorlar. Mesela kız evladı sahiplerine, kızlarını kimlere ‘verip’ kimlere ‘veremeyecekleri’ konusunda uyarıcııklamalar yapıyorlar. O sözleri burada tekrarlamayacağım, zaten ne yazık ki hepimiz duyduk; mezhep ayrımı bir yana, oğlu aileye düşman ediyorlar. Sen inancını anan baban gibi yaşama da sana kız versinler diyorlar! Bu normal bir ülkede edilecek laf mı? Tam tanımı ile inanç ve mezhep temelli nefret söylemi ve insan hakları ihlali. Ayrıca ‘kız almak vermek’ ne? Mal mı bu? Alın size bir de bir cinsi aşağılayıcı, kadınlara yönelik nefret söylemi. Artık bu tür dilimize yerleşmiş cinsiyetçi dili, lafın gelişi demeyip değiştirsek mi? Yoksa sarımsaklayıp saklasak mı? Bir cümle içinde bu kadar çok nefret saçan sözleri sarf eden de bir din insanı. Hoşgörü dinimizin insanı! Bu arada kim kim ile evlenecek konusuna da el atan her işle ilgili devletimiz kurumu konuya açıklık getirdi, baldız, enişte, dede-evlatlık gibi ilişkiler konusunda da durum netleşti. Vatandaş bir rahat nefes aldı.

Hangi partiye oy verirsek sevap kazanırız o bile anlatıldı, daha ne olsun ki?

27 Ekim 2021 günü, siyasi tarihimize bilmem hangi harflerle yazılacak bir ilk olarak TBMM çatısı altında, iktidar partisinin grup toplantısında, ülkenin ana muhalefet partisi başkanına yapılan linç girişiminin görüntüleri yayınlandı. Niye? Cevabını bulamadığımız bir soru! “Millete hesap verecektir” derken, artık millet döverek mi hesap soracak? “Ders çıkarmayan” demek, dövüldü ama anlamadı, hadi bir daha mı demek? Bu ‘gösterim’ tam da muhalefetin Suriye tezkeresine ‘hayır’ oyu vermesinden sonra gerçekleşti. Bizden olmayan milli iradeyi biz böyle döveriz mi denildi? İki yıl önce gerçekleşen, kime olsa bu çok çirkin saldırıyı iki kere parti grup toplantısında göstermek şiddete teşvikten başka neye hizmet eder? Eskiden buna ateşle oynamak denirdi, şimdi hiçbir şey denmiyor gibi.

Bir milletvekili bir vatandaşa küfür ediyor. Çok çirkin cinsiyetçi bir küfür. Ama sürekli vurgulanan cümle, küfür edilenin şehit yakını olması. Şehit yakını olmasa normal mi olacaktı? Hani tüm ‘milletin ...na’ koymuşlardı ya, o zaman kimse oralı olmamıştı. Hâlâ özür bekliyoruz!

Bu arada bankalara olan kredi borcunun, bazıları için devlet sırrı olup bazıları için olmadığını, borçluya göre değiştiğini de en yetkili ağızdan öğrendik.

Her gün her mecrada yer alan nefret çeşidinin eksiği yok fazlası var.

Bu arada Amasya da Pancar Ekiciler Kooperatifi, 2017 yılında atanan kayyum yönetiminde geçirdiği dört yıl içinde 50 milyon lira zarar etti, 70 milyon lira olan borcu 241 milyonu aştı. Fabrikanın iki büyük arsa ve gayrimenkulü satıldı. İktidar partisi bir milletvekilinin kardeşi de yeni genel müdür olarak atandı. Liyakate uygun olduğu söylenen atama, umarız varı yoğu satılan fabrika için hayırlı olur. Gelecek yıl bakacağız.

2 Ocak 2021’de başlayan Boğaziçi Üniversitesi öğrenci ve öğretim üyelerinin kurum dışından rektör atanmasına tepkileri hâlâ sürüyor. Yakında bir yıl olacak. Birçok üniversitede de atanan rektörler tepkiyle karşılandı. Daha önce de ellerini genişletmek için rektör atamalarında profesör olarak 15 yıl görev yapmış olma şartı 3 yıla indirilmişti. Yine bir gün önce YÖKü protesto etmek isteyen öğrenci örgütlerine polis müdahale ederek bazılarını gözaltına aldı. İktidar YÖKü kaldıracağız vaadi ile gelmişti. Ne değişti?

13 Şubat 1977’de de ODTÜ’ye Hasan Tan rektör olarak atanmıştı. ODTÜ’de, profesörlüğü sadece Türkiye’de geçerli olan tek profesördü. Bir diğer ünü de bir psikiyatri kongresinde ‘psikolojik şiddetin işkence aracı olarak kullanılmaması gerektiği’ üzerine alınan karara imza atmayan üç kişiden biri olmasıydı. Hem akademisyenler hem öğrenciler bu atamaya karşı 9 ay direndi. Hasan Tan yönetimi sırasında bir öğrencinin jandarma tarafından dur ihtarı olmadan öldürülmesi üzerine istifa etti. Ancak Hasan Tan tarafından okula işçi olarak alınan kimi aşırı sağcı 400 işçi hâlâ okuldaydı, gerginlik ve güvensizlik sürüyordu. 2 Aralık günü Hasan Tan’ın işe aldığı işçiler arasında, işçi kılığına girmiş militanlar tarafından Rektörlük binasının beşinci katından öğrencilerin üzerine açılan ateş ve atılan patlayıcılar sonucu bir öğrenci öldü, 52 öğrenci yaralandı. O dönemde kaybettiğimiz arkadaşlarımızı, onlarca yaralıyı, 2 Aralık gecesi okulun Eskişehir yolu çıkışında bekleşen, şehirdeki okul durağına asılan yaralı listelerinden çocuğunun adını arayan anne babaları sevgi ve saygıyla anıyorum.

Siyasiler, devlet büyüklerimiz, kanaat önderlerimiz! Bu yaralar geçmiyor! Unutulmuyor.

Umarım aynı filmi tekrar izlemiyoruzdur!