Devlet ve cinayet!
Ülkenin her yönüyle dökülen bir merkez yönetimi var. Adaletten güvenliğe, ekonomiden eğitime, yerel yönetimler bir tarafa, kamu yönetiminin tüm sorumluluk alanlarındaki işleyiş, yıllardır hızla bozuluyor.
Diğer hak ve özgürlükleri konuşmayı tamamıyla unuttuk, toplum, insan haklarının en kutsalı olan yaşam hakkının bile kalmadığı bir ortama sürükleniyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesinin suçsuz bulduğu insanlar hapiste; suçlular dışarıda tutuluyor!
ALİ ŞÜKRÜ BEY’DEN GÜNÜMÜZE
Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının sürekli olarak başvurdukları suçlamalardan biri de Ali Şükrü Bey cinayetidir.
Yurtdışında çok iyi bir eğitim almış, Osmanlı Meclisine seçilmiş, Ankara’da toplanan TBMM’ye Trabzon milletvekili olarak katılmış ve Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nı desteklemiş olan Ali Şükrü Bey, Saltanatın kaldırılmasına çok kesin bir tutumla karşı çıkar. Ali Şükrü Bey 27 Mart 1923’te öldürülür. Katil ya da katillerin Mustafa Kemal’in kalmakta olduğu Çankaya Köşkü’nün Muhafız Alayı’nın komutanı milis Yarbay Topal Osman ile bağlantıları günler sonra değil, yalnızca “üç gün içinde”; evet üç günde saptanır. Ankara Emniyeti çok kısa bir sürede cinayeti aydınlatır; suçlular cezalandırılır.
Cumhuriyet Türkiye’si ile bugünleri bu açıdan da karşılaştırın: bugün, 29 Eylül, sekiz yaşındaki Narin Güran’ın cinayeti 40 gündür aydınlatılmış değil!
Cumhuriyet’in “Ankara’da hakimler var” dedirten bu güvenlik ve hukuk düzeni, şair ve yazar Sabahattin Ali’nin komünizm düşmanlığı bağlamında 1948’de öldürülmesiyle ağır yara alır. Bundan yaklaşık yirmi yıl sonra, 1969’da, ODTÜ öğrencisi Taylan Özgür’ün sırtından vurulmasıyla başlayan, siyasi cinayetler, birer “ABD yapımı” olan 12 Mart ve 12 Eylül faşizmleriyle tırmanır. Türkiye, 1980 ve 1990’larda başta Cumhuriyetin değerlerini yılmadan savunan çok sayıda düşünür, bilim insanı ve yazar olmak üzere, yüzlerce, kitlesel Çorum, Sivas, Kahramanmaraş ve Malatya katliamlarını da eklersek binlerce siyasal cinayet yaşadı. Çok daha korkuncu bu cinayetleri işleyenler bulunmadı.
AKP yıllarında Necip Hablemitoğlu ve Hrant Dink cinayetleri, Ankara ve Suruç kitlesel katliamları; AKP’li kimi milletvekillerinin adının karıştığı cinayetler yaşandı; ayrıca Cumartesi Annelerinin yakınmaları yanıtsız bırakıldı. Çok karmaşık olduğu anlaşılan Sinan Ateş cinayeti da açıklanma bekliyor.
TAM ARAP SAÇI
Geçtiğimiz günlerde Polis Şeyda Yılmaz, henüz 19 yaşında olmasına karşın “26” evet “yirmi altı” suç kaydı bulunan ve aranan üstelik Casperlar çetesi üyesi Yunus Emre Geçit tarafından öldürüldü.
Öncelikle açıklanması gereken bu suç makinasına dönüşmüş gencin 2016-23 arası yaklaşık yedi yıl İç İşleri Bakanı olan S. Soylu ile hangi koşul ve nedenlerle “yanak yanağa” fotoğraf çektirdiğidir. Soylu’nun, bugünlerde karar aşamasında olan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun suçlandığı ünlü “Ahmak” Davasının asıl kişisi olduğu savı da geçerliliğini koruyor.
Eklemekte yarar var. Kadın cinayetleri bir tarafa, son yıllarda işlenen cinayetlerin en belirgin ortak özelliği “kiralık katil” eliyle işlenmeleridir. Katil havuzu da çok geniş; uluslararası suç çetelerinin yerli ve yabancı beslemelerini ve kimi sığınmacıları içeriyor. Bunların polise sızdığı; giderek katillerin korunduğu da artık saklanamıyor.
Daha özelde uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması sonucu suçlu ve katil havuzu hızla büyüyor. Toplumun her biriminde, özellikle yurt dışına gitme olanağı bulamayan, yoksulluk nedeniyle okuyamayan; okusalar da sözlü sınavlarda elenen ve iş bulamayan ve bunalan çocuklar ve gençler “kurtuluşu” halk arasında meta diye anılan uyuşturucu metamfetamine sığınmakta buluyor. Çocuklar ve gençler suça sürükleniyor. İktidar, geçen gün bir eski paşa bakanının sözleri ile çözümü eğitim yoluyla verilecek “Allah korkusunda” arıyor.
Ülkedeki çürümüşlük, Türk Evi bağlamında New York Belediye Başkanına, basında “Büyük Osmanlı Soygunu” diye adlandırılan boyutta, rüşvet verilmesine uzanan bir küresel kara leke oluyor.
Bu ortamda, Başkan Erdoğan, New York’ta B. Milletler Genel Kurulunda günümüzde “dünya düzeni nasıl olmalı” konusunda bir konuşma yaptı. Gelecek Partisi Genel Başkanı, Altılı Masanın ideoloğu ve aldığı oy yerlerde sürünürken CHP’nin sırtından Meclise 10 milletvekili gönderen Ahmet Davutoğlu’nun anında “hayran olduğunu” açıkladığı konuşmanın en doğru değerlendirmesini 150 yıl öncesinden şimdiki iktidar paşalarından çok daha çağdaş olan Ziya Paşa yapıyor:
“Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamat, bin bir teseyyüp bulunur hanelerinde” !
Teseyyüp “kayıtsızlık” demek; çok isterdim ki yıkım bu kadar olsa!