Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Alper Erdik, Karadeniz Teknik Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nü bitirmiş bir arkadaşımız. Şimdilerde Radyo, Televizyon ve Sinema eğitimi görüyor. Çeşitli gazete, dergi ve bilgisunar ortamlarında sinema ağırlıklı yazılar yazıyor. Türkçe eğitimi aldığı için basındaki dil yanlışlarını titizlikle izliyor. Bu konudaki düşüncelerini ve eleştirilerini zaman zaman bizimle de paylaşıyor. Son iletisinde, BirGün yazarlarının da Türkçeye yeterli özeni göstermemesinden yakınıyor:

“Attila Hocam merhaba;

Size geçen mart ayında, gazeteniz yazarı Güven Gürkan Öztan’ın bir yazısında geçen ‘seçim sathı mahalli’ tamlamasının yanlışlığına ilişkin bir e-posta göndermiştim. Siz de köşenizde bu konuyu işlemiştiniz. Ancak BirGün yazarları o günkü uyarınızı hiç dikkate almış görünmüyor. Çünkü aynı ifadeyi kullanmayı sürdürüyorlar.

Buna ek olarak, şimdi de İbrahim Varlı’nın 26 Ekim 2022 tarihli ve ‘Sınıf Geri Dönerken Dersleri Aksatan Sol’ başlıklı yazısında ‘mükerrer etmek’ ifadesiyle karşılaştım. Yazısının sonunda, ‘Aksi halde tarihin mükerrer etmemesi için hiçbir neden yok!’ demiş. Bu ifadeyi görünce, önemli bir konuya değinen yazının içeriğine tümüyle yabancılaştım. Çünkü bu tür ‘basit’ yanlışlar, yazarların ideolojik-politik tespitlerine de gölge düşürüyor. En azından, siyasal İslamcıların, AKP’li Mahir Ünal’ın sözleriyle bir kez daha ortaya çıkan çağdaş Türkçe karşıtlığına tepki gösterdiğimiz bugünlerde daha özenli olmak gerekmez mi?”

Arapça bir önad olan “mükerrer” sözcüğünün Türkçesi “yinelemeli”dir. “Mükerrer”le aynı kökten gelen “tekerrür” ise “yinelenme”, “tekranlanma” demektir. Dolayısıyla “tarihin mükerrer etmesi” diye bir ifade olamaz. Sözkonusu olan, “tarihin tekerrürü”r. Mehmet Akif’in artık özdeyişleşmiş dizeleri buna güzel bir örnektir:

“Tarih tekerrürden ibarettir diyorlar / Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”

***

AH ŞU SUNUCULAR!

Çok değil, daha birkaç hafta önce bu köşede, sıklıkla yanlış yazılıp okunan Arapça bir tamlamaya değinmiş; gazetecilik uğraşının ana ilkelerinden biri olan “fikr-i takip” sözünün “fikrî takip” diye seslendirilmesini eleştirmiştim. Habercilikten gelen çoğu sunucu, diksiyon eğitimi almadığı için dildeki bu tür inceliklerin pek ayırdında değildir. Bu arkadaşlar uyarılara da kulak asmadıklarından, ekranlarda dil kirliliğinden geçilmiyor! Nitekim tüm uyarılara karşın “resm-i geçit” (geçit töreni) sözcüğü de hâlâ “resmî geçit” diye seslendiriliyor.

Fox TV’den ayrılan İsmail Küçükkaya, artık Halk TV’de sabah izlencesi sunuyor. Bu arkadaşımız benim “fikr-i takip” konusundaki uyarılarımı okumamış olmalı ki yeni kanalında da “fikrî takip” demeyi sürdürüyor.

“Fikrî takip” sözünün Türkçe karşılığı “düşünsel izleme”dir. Aralarında anlam yakınlığı olsa da “fikr-i takip” kavramının karşılığı başkadır. Osmanlıca uzmanı Ferit Devellioğlu’na göre “fikr-i takip”, “peşini bırakmama, sona erdirme” demektir. Gazetecilik bağlamında söylersek, bir haberin ardına düşmek ve sonuç alıncaya dek peşini bırakmamaktır...

Bir de “televizyon” sözcüğünün seslendirilmesi sorunumuz var. Bu sözcüğün Türkçedeki kısaltması “TV” olarak yazılıyor. Böyle olunca, sözkonusu kısaltmanın Türk abecesine göre “TeVe” diye seslendirilmesi gerekmez mi? Türkçe bilgisi olanlar böyle seslendiriyor zaten. Ama kimi sunucular “TeVe” demeye bir türlü alışamadı; onlar harfleri İngilizce okuyarak “Ti Vi” diyorlar! İsmail Küçükkaya da bunlardan biri…

İşin ilginç yanı, Halk TV’de “TeVe”cilerle “TiVi”ciler bir arada! Yani kanaldaki ekran yüzleri arasında söylem birliği yok. Gökmen Karadağ, o kanalda sözcüğü doğru seslendiren sunuculardan biriydi; Tele1’e geçince Halk TV’nin dili hepten denetimsiz kaldı.

İsmail Küçükkaya, yoğunluğu nedeniyle yazılarımıza göz atma fırsatını bulamıyor olabilir. Ama Danışmanı Nihal Kemaloğlu, BirGün’ün yabancısı değildir; buradaki uyarılarımızı kendisine aktarmasında yarar görüyoruz.

Çok izlenen bir televizyon sunucusu olmak, kimseye Türkçeyi yanlış kullanma hakkı vermez. Tam tersine, daha büyük sorumluluk yükler…

***

HAFTANIN NOTU: 20 YILDA NEREDEN NEREYE?​

3 Kasım 2022, AKP’nin iktidara gelişinin 20. yıldönümüydü. İktidara gelirken halka neler vaat etmişlerdi! En başta da “3 Y” (Yolsuzluk - Yoksulluk - Yasaklar) ile savaşacakları sözünü vermişlerdi. Yirmi yılın sonunda, yolsuzluk ve yoksulluğun pençesinde inim inim inleyen bir Türkiye yarattılar! Yasaklara gelince, hiçbir özgürlük alanı bırakmadılar ülkede! Şimdi “Sansür Yasası”nın gölgesinde, soluk almanın bile güçleştiği günlerden geçiyoruz…

Yirmi yıl önce 3 Kasım 2002’de şöyle diyordu Recep Tayyip Erdoğan:

“Bugün, Türk siyaset hayatına lider oligarşisinin çöktüğü gün olarak, tekelci bir anlayışa dayanan liderlik anlayışının yerine, kolektif aklın temsilcisi olan bir anlayışın yerleştiği gün olarak geçecek.”

Yirmi yıl sonra -“kolektif akıl” şöyle dursun- padişahların bile sahip olmadıkları yetkileri kullanan bir “tek adam” rejiminin cenderesinde bulduk kendimizi!

Yirmi yıl önce, “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart” diyen bir Erdoğan vardı. Aynı insan, bugün “Türkiye Yüzyılı Vizyon Belgesi”ni sunarken şu çağrıyı yapıyor yurttaşlara: “Milletimin tüm fertlerini, Rabbimizin yasakladığı her türlü sapkınlığı sergileyenlere karşı tavır almaya davet ediyorum.” Eğitimden sağlığa, ekonomiden toplumsal barışa, adaletten ahlaka, derin bir çöküntü yaşıyoruz…

Öyleyse “armudun sapı, üzümün çöpü” demeden, bu iktidarı bir an önce göndermek ilk işimiz olmalıdır!

dili-dogru-kullanmak-1084606-1.