Google Play Store
App Store

Sevdiğimiz biri hayata veda ettiğinde onunla aramızdaki bağın gücü ile doğru orantılı bir acı saplanıyor yüreğimize. Zamanla derin bir özlem acının çevresinde ağıllanıyor. Hayatın bir lütfu olacak ki yine aynı bağın gücü ölçüsünde hayata daha sıkı tutunmamızı sağlayan yas süreçleri yaşıyoruz. Yani sanırım… Umarım, dilerim, belki ya da kesinlikle… gibi şeyler yazmıştım yazar arkadaşım Nesrin Erdoğan’a. Sevgili Nesrin Türk edebiyatının değerli kalemi Ferit Edgü’nün aramızdan ayrıldığı gün sosyal medya hesabında yazarın benim de severek okuduğum ÇIĞLIK adlı öykü kitabını paylaşarak yazarın dünyaya vedasına dair hislerini aktarmıştı. Bu vesile aralarındaki hukuku, edebi dostluk bağını öğrenmiştim. Ben de babamı çok kısa bir süre önce kaybettiğim için olmalı, o gün yaşadığımız hüzün, özlem ve edebiyat sevgisi ikimizde de dertleşme isteği uyandırmıştı.

Babamın vefatında, taziyenin değerini bilmeme rağmen geçmişte bu konuda yeterince özenli davranmadığımı anladığım farklı bir deneyim yaşadım. Varlığımızla, sesimizle, sözcüklerimizle ya da emeğimizle geride kalanların ayrılıkla hesaplaşmalarına meğer nasıl da yardımcı olabiliyormuşuz. Her bir kayıpta, birileri nazikçe dolaşıyormuş giden ile kalanın, ölüm ile yaşamın, geçmiş ile geleceğin arasındaki hüzünlü toprakta.

Dünyada babasız geçirdiğim 26. gün. Beni kitaplarla tanıştıran ve okuma şevki aşılayan ilk kişi babam olduğu için bu süreçte en çok yapmak istediğim şey kitap okumak oldu. Üzüntümü resimli kitaplardan, şiirlerden, öykülerden, bilimsel yazılardan nefes, moral ve anlamlar kırparak sarıp sarmaladım.

Ve bugün Birgün’deki 99. yazım. Uzun uzun okuduğum kitaplardan bahsetmeyeceğim ama içlerinden seçtiğim, altını çizdiğim, duygusunun içinden geçtiğim cümleleri kendi sözcüklerimle birleştireceğim.

İlki YENİDEN BAĞLANMAK, Kayıp ve Yas Sürecinde Hayata Yeniden Tutunmak adlı kitap. Yazarı bir tıp doktoru, Timur Harzadın. Geleneksel tıp uygulamaları konusunda çalışmalarını sürdüren Harzadın aynı zamanda müzikle terapi ve sporda performans danışmanlığı yapıyor. Ruh sağlığı profesyonellerine iletişim desteği veriyor. Eşi, meslektaşı sevgili komşum Belgin Harzadın kitabı taziye ziyaretinde armağan etti. Kitap, yas tutma ihtiyacı, yas sürecinin evreleri, çocukluk travmaları, psikanalistlere göre ölüm kaygısı, duygu odaklı terapi, çocukta yas gibi yüzü aşkın ara başlığın on bir ana bölüm altında okura aktarıldığı, duygusal özgürleşme adına nitelikli bir rehber. Benim için çok anlamlıydı. İçinden geçtiğim sürecin zorlayıcı yönlerini anlamak, iyileştirici yolları kavramak, sağaltıcı çalışmalar yapmak adına iyi bir yoldaş oldu.

∗∗∗

Son altı aylık süreçte aklımdan ve kalbimden geçenleri, DAĞIN TEPESİNDEKİ BİR MİLYON İSTİRİDYE adlı kitapta ifade edildiği şekliyle yerkürenin derinliklerinde kararlılıkla oluşan “süper-hiper-mega yavaş çarpışmalar”a benzettim. 1 Temmuz’da zamanın kayaçları büküldü, kırıldı. Yetişkinliğim sarsıldı çöktü, üstüne yaşamın acı – tatlı anlarıyla dolu çocukluğum çıktı. Nedenler okyanusumda gerçekler zirvesi belirdi. Derinliklerde birikmiş olan bir dolu anı yeniden keşfedebilmem için bundan sonraki çağlarımın doruklarında şimdi.

∗∗∗

LAO-TZU: EJDERHANIN YOLU adlı kitapla, küçük hesaplardan uzak durarak ‘doğru yolda’ ilerlemeyi öğütleyen düşünür Lao-Tzu’nun mevsimlerin art arda gelişi gibi kaderin geri çevrilemezliğine dikkat çeken felsefesine yeniden göz attım Su gibi narin yaşamak gerekiyordu. Evrenin yolu da su gibiydi ve “o yol sayesinde mümkündü her şey…”

∗∗∗

Olanakların ve isteklerin uyumlu olduğu ölümlü dünyada dengede duran şeyler bir yönüyle mutluluk ve özgürlük demekti ya yine de MOBIUS DICK’te olduğu gibi mühim bir sorunun peşine düşüyordum yaşarken? “Gerçek ne kadar gerçekti?”

∗∗∗

Mehmet Başaran sayesinde AÇ HARMANI diye yürek burkan bir deyim öğrenmiştim. Zorda kalanların ekinler yeni yeni olgunlaşmaya başlamışken dövdüğü erken harmana verilen ad idi. On yaşında yetim kalan, yetenekli ve çalışkan da bir öğrenci olan babamın okumak yerine çalışmak zorunda kalması da bir aç harmanıydı belki de! Olayların kökensiz olmayacağı gibi kişiliklerin de nedensiz biçimlenmeyeceğini biliyordum.

∗∗∗

Rene Char “…

                    ey çıldıranlar, yaşamaktan

                   bunca derin yazgıyı.” derken içimde uyukluyordu yarın.

Mehmet Taner ’in babasının anısına kaleme aldığı Veda Vezinleri’nin sayfalarını karıştırdım sonra.

“Beni hayata

Geri verdiğin sırada,

Orada olamam.

Yapraksız bir dal gibi;

Bir ırmak yatağı gibi, kurumuş.

Teşekkürler gene de.

Bu ışık damlası için

Aramızda.

…” diyordu.

∗∗∗

Gökyüzüne dalıp gitmenin hüzünle yakın bir ilgisi olmalıydı. Ahmet Necdet’in Haiku Kuşu öttü bunu düşündüğüm gece!

“…başlıyor artık

şu geçip giden yazla

büyük yalnızlık

kayan bir yıldız

neyi tekrarlar sana

yalnızsın yalnız!”

Bu da böyle bir yazı oldu, dilim dönemediğince…