Google Play Store
App Store

Tüm düzen partilerinde bir sağcılaşma eğilimi sürerken… Demek ki sosyalist sola ve kitlesel sınıf hareketlerine olan ihtiyaç her zamankinden daha fazladır.

Dinci ve milliyetçi sağın önlenemez yükselişi

Dinci ve milliyetçi sağın siyaset sahnesine kendi partileriyle girmesi 1960’lar sonrasındadır. O zamana kadar CHP ve Demokrat Parti içinde düşük görünürlükte kalmışlardır. Cumhuriyet Köylü Millet Partisi (CKMP), Milliyetçi Hareket Partisi’ne (MHP) dönüştürülerek 1960’ların ilk açık milliyetçi sağ partisi kurulmuştur. CKMP, 1965 genel seçimlerinde yüzde 2,2, MHP ise 1969 seçimlerinde yüzde 3 oy alacaktır.

Dinci siyaset, 1960’larda da Adalet Partisi içinde kalarak başını siperden çıkarmamayı tercih edecektir. İlk siyasal İslamcı parti olan Milli Nizam Partisi, Ocak 1970’te kurulacak, ancak Mayıs 1971’de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılacaktır. Onun yerine Ekim 1972’de kurulan Milli Selamet Partisi önce CHP’yle sonra da Milliyetçi Cephe (MC) koalisyonlarıyla iktidara ortak olacak ve 1980 sonrasında diğer partilerle birlikte kapatılacaktır.

1970’li yıllarda dinci ve milliyetçi sağın toplam oyu yüzde 15 civarındadır. Buna rağmen, 12 Eylül rejiminin seçim barajları henüz ortada olmadığından, her iki parti de az sayıda da olsa milletvekilleri çıkarabilecek ve MC hükümetlerinde milletvekili sayılarıyla orantısız ölçüde bakanlık alabileceklerdir.

12 Eylül rejimi 1980 öncesinin partilerini yasakladığından, bu hareketler (1983 seçimlerini mecburen pas geçerek) 1987 seçimlerinden itibaren yeni isimler altında seçimlere katılacaklardır. Milliyetçi sağ, 1985-1993 dönemini Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) çatısı altında geçirdikten sonra yeniden MHP adına dönecektir. 1987’de bu iki hareketi temsil eden partilerin aldıkları toplam oy yüzde 10 eşiğini ancak aşmaktadır; ancak seçim barajı yüzde 10’a çıktığı için her ikisi de TBMM’de temsil edilemeyecektir. Bundan ders alan RP ve MÇP, 1991 seçimlerine RP listelerinden girecekler ve yüzde 16,9’luk oy oranıyla barajı rahatça geçip 450 mevcutlu Meclis’te 62 sandalyenin sahibi olacaklardır.

1973-1991 döneminde bu iki hareket yüzde 15 civarında bir siyasi ağırlık oluşturabilmiştir. Buna karşılık 1995-2002 döneminde bu ağırlık yüzde 30-35 bandına taşınarak farklı bir döneme geçişi simgeleyecektir. Üstelik siyasi ağırlık sadece oy oranlarının artışıyla sınırlı kalmayacaktır. Çok parçalı siyasi haritada RP, 1994’deki yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara’yı kazanacak, 1995 seçimlerinden birinci parti olarak çıkacak ve ilk kez başbakan çıkarmayı başarabilecektir. Bu atılım, 2000’lerdeki uzun süreli iktidarının başlangıç birikimini oluşturacaktır. 1995 ve 2002’de iki kez baraj altı kalan MHP ise oy oranını yüzde 8’in üzerinde tutmayı başaracaktır.

AKP’NİN UZUN İKTİDAR DÖNEMİ

RP ve onun devamı Fazilet Partisi’nden gelen AKP kurucuları, RP’nin temsil ettiği “milli görüş” çizgisinden ayrıldıklarını kanıtlamak için Fazilet Partisi kapatıldıktan sonra, önce bu çizginin devamındaki Saadet Partisi’nin (SP) kurulmasını bekleyeceklerdir. Daha sonra, görünürde IMF programı karşıtı söylemlere başvururken gerçekte kendilerinin milli görüşçülerden farklı olarak neoliberal programa angaje olduklarını, Türkiye’nin AB üyeliğini kararlılıkla desteklediklerini, ülkenin dış angajmanlarına sadık olduklarını, etkili dış ve iç çevrelere iletmek için tüm kanalları kullanacaklardır.

AKP’nin oy oranı üst üste üç genel seçimde artacak ve 2011’de doruğa ulaşacaktır (Bu dönemde tek oy kaybı, ekonomik kriz nedeniyle 2009 Yerel seçimlerindedir). AKP’nin genel seçimlerde ilk önemli oy kaybı, hatta Meclis çoğunluğunu yitirmesi, 2015 Haziranındadır. Daha sonra şiddet eylemlerinin kasıtlı olarak körüklendiği bir süreçte, Kasım 2015’te yeniden Meclis çoğunluğunu ele geçirecektir. Ancak hem 2018 hem de 2023 genel seçimlerinde TBMM’de çoğunluğunu koruyamayacaktır. 2016 sonrasında MHP’nin fiilî ortaklığına muhtaç kalacaktır. Ama 2016’daki kontrollü darbe girişiminin yarattığı fırsatla Anayasa bir dinci-despotik rejim inşası yönünde değiştirilecektir. Bu arada 2019 ve 2024 yerel seçimleri de iktidardaki dinci-milliyetçi sağ koalisyonu açısından büyük bir yenilgiyle sonuçlanacak, AKP ilk kez ikinci parti konumuna düşecektir.

GERÇEKTEN ÖNLENEMEZ BİR YÜKSELİŞ MİYDİ?

Dinci-milliyetçi sağ toplamının yüzde 15’ler civarında bir ağırlığı 1990’larda ikiye katlaması hangi gelişmelere bağlı olarak açıklanabilir? Üç gelişme öne çıkarılabilir:

Birincisi, bu akımlar kendi görüşlerini iktidara taşıyan 12 Eylül 1980 darbesine çok şey borçludurlar. Buna koşut olarak, solun ezilmesi, siyasetin genelde sağcılaştırılması adımları atılmadan 1990’larda dinci ve milliyetçi sağın önü bu denli açılamazdı.

İkincisi, “merkez sağ ve merkez sol” denilen sistem partileri, 24 Ocak Kararları gibi bölüşümü emek aleyhine sert bir biçimde bükmenin, kamu varlıklarını iç ve dış sermayeye peşkeş çekmenin ötesinde vizyona sahip değillerdi ve 1990’larda SHP-CHP-DSP’nin de dahil olduğu koalisyonlarda kendilerini hızla tükettiler. 1994, 1999 ve 2001 krizleri bu süreci hızlandırdı. Bu koşullarda siyasal İslamcılar liberal eksene kayarak kendilerini “sermaye düzeninin kurtuluş umudu” olarak pazarlayabildiler.

Üçüncüsü, ABD bölge çıkarları doğrultusunda kullanabileceği ve kendi desteğine hep muhtaç olmuş bir siyasal İslamcı hareketi daha kullanışlı görmüştür. Aynı durum, Türkiye ekonomisine müdahalesi 1980’lerde yarım kalmış olan IMF ve DB gibi uluslararası finans kuruluşları açısından da geçerlidir.

İşte bu koşullarda sağ hareketlerin toplam oy desteği 2000’lerde tekrar ikiye katlanacak ve defalarca yüzde 60 eşiğinin üzerinde kalacaktır. Türkiye giderek Avrupa’nın en sağ seçmen profiline sahip ülkesi olacaktır. Dinci ve milliyetçi sağ oyların 2011’de yüzde 64,9 ile zirve yaptıktan sonra gerileme eğilimine girmesi, 2023 seçimlerinde (YRP dahil) yüzde 49,4’e gerilemesi kuşkusuz olumludur (Gerçi bu orana Zafer Partisi’nin yüzde 2,2’lik oyu da eklenebilir; 2018 ve 2023 seçimlerinde yüzde 9,9 ve 9,7’lik oy oranlarına ulaşan İYİP’in oylarının üçte biri “milliyetçi” olarak sayılsa bile, gerileme eğiliminin sürdüğü görülecektir).

Dinci ve milliyetçi partilerin oy kayıplarının sürmesi beklenebilir. Ancak bunun tekrar 1970’ler/ 1980’ler düzeyine gerileyeceğini varsaymak artık zordur. Bu hareketlerin çekirdek oy toplamının 1990’lar düzeyine geriletilebilmesi bugün için önemli bir başarı sayılabilecektir.

Asıl mesele şudur: İster yüzde 40’lar/50’ler ister yüzde 30’lar bandında olsun, dinci/milliyetçi sağın bu ağırlığı geleceğin inşası bakımından bir yüktür. Üstelik, tüm düzen partilerinde bir sağcılaşma eğilimi sürerken… Demek ki sosyalist sola ve kitlesel sınıf hareketlerine olan ihtiyaç her zamankinden daha fazladır.